Öncelik büyüme değil, çarkları döndürmek
Bir önceki yazıda artık sirenlerin çalmaya başladığını ve acil durum planına ihtiyaç olduğunu belirtmiştik. Haziran ayında ardı ardına mevzuat düzenlemeleri gelmeye başladı, ancak amaç politika yanlışlarından vaz geçmek değil, aksine mevcut politikaların ekonomiyi getirdiği bıçak sırtı dengelerin atipik ve anormal kararlarla sürdürülmesi olunca umutlar yine boşa çıktı. Ayrıca piyasalara müdahale şeklindeki düzenlemelerin sıklaşması hayra alamet değil; kamu yönetiminin paniğe kapıldığı ve ne yapacağını bilmediği izlenimini yaratıyor. Döviz krizini geciktirmek için büyük Hazine zararı pahasına yürürlüğe konulan KKM’nin, enflasyonda dolu dizgin artış nedeniyle güven tesisinde yetersiz kalması nedeniyle önce enflasyona endeksli tahvil üzerinde durulsa da bunun çöküşü hızlandıracağı düşünülerek kamu kuruluşlarının gelirine yönelik BES çıkarıldı; ama gelen 6.6 milyar TL civarındaki sınırlı talep, piyasanın mevduatın üzerinde %23 gibi bir faizi de anlamlı bulmadığını gösterdi. Belli ki artık baskı altındaki döviz değil, enflasyon ölçü alınmaya başlandı. Kaldı ki güvenin azalması ve risklerin artışı, KKM’nin döviz konusunda sağladığı teminatı da zayıflatıyor ve kur’daki seyrin yavaş ta olsa yukarı yönlü kalmasına sebep oluyor. Bu nedenle son olarak yine el yordamıyla bulunduğu anlaşılan idari bir yöntemle, BDDK devreye sokularak, bankaların ve ihracatçıların dövizinden sonra, bu defa da firmaların döviz yönetimine müdahale edildi; “Kredi almak istiyorsan dövizini sat” denildi.
İnatlaşmanın maliyeti
Kredi alma için döviz satma koşulu, liberal piyasa ekonomisine aykırılığı ve kredi kılıfı altında kambiyo kontrolü niteliği bir yana, şirketleri sıkboğaz etme ve üretimi sekteye uğratma riski taşıyor. Yani bunca hasara yol açan kur- enflasyon sarmalının göze alınmasına dayanak yapılan
“Üretim ve istihdam” mottolu yeni ekonomi politikasına temelden ters düşülmüş oluyor. Bu, panik görünümünü güçlendiren bir hareket. Üstelik tedbirin geçerliliği de kuşkulu; çünkü bildiğim kadarıyla giderek pahalılaşan ve %40’ları zorlayan kısa vadeli-rotatif krediler dışında bankaların ticari kredi iştahı veya imkanı yok. KGF kredilerinde ise şirketler uzun süredir taleplerine hiç cevap alamıyorlar. Büyümeyi birinci öncelik sayan hükümetten böyle garip bir müdahale gelmesi kronik güven zaafını daha da keskinleştirecek. Uygulamada hükümetin temel kaygısının vadesi yaklaşan KKM’lerin uzatılmasını sağlamak ve henüz katılmamış şirketleri de ona yönlendirmek olduğu anlaşılıyor. Hazine’nin bu kadar maliyeti üstlenerek dövize endekslediği bir enstrümanın dahi cazibesini yitirmesi gereksiz bir inatlaşma yüzünden girilen çıkmazın büyüklüğünü gösteriyor. Yaratılan bir başka çağrışım da kamu yönetiminin bile döviz fiyatına ilişkin beklentilerinin çok olumsuz olduğu.
Doğrusu bunca zincirleme hasara yol açan düşük faiz politikasının gerçekle bir ilgisi ve anlamı da kalmadı. Herkes piyasa faizinin, sabit tutulan politika faizinin çok üstünde olduğunun farkında. Bir süre düşük(yani negatif faizli) tutulan mevduat maliyeti de, dolarizasyonun artması üzerine getirilen KKM ile kredi faizinin çok üzerine çıkmış oldu. Ticari krediler de. sadece kısa vadeli ve giderek yükselen faizlerle kullandırılıyor. Hazine’nin kendisi de dışarıdan dolar bazında %10 ile borçlanarak gerçek faizi teyit ediyor. Artık hükümetin önceliğinin büyüme olmaktan çıkıp “çarkları döndürmek” olduğu anlaşılıyor. Ne var ki patlayan enflasyon ve artan risk, yatırım iştahını sıfırlamış durumda; tüketimde ilk çeyrekte görülen büyüme de enflasyonun altındaki faizlerden yararlanıp tüketimin öne çekilmesinden kaynaklandı. İhracat ise bu son karardan olumsuz etkilenecek. Kaldı ki ithalat ihracattan fazla artarak cari açığı büyütmeye devam ediyor.
Mayıs’ta dış ticaret açığı %155 artarak 11 milyar dolara yaklaştı. İhracatın ithalatı karşılama oranı da geçen yıl %81 iken bu yıl %69’a düşmüş bulunuyor.
Döviz paniği ve yeni Varlık Barışı
Döviz sendromunun (ya da paniğinin) bir başka belirtisi önceki Varlık Barışı’nın süresi henüz bitmeden 2023 Mart’ına kadar sürecek yeni bşr Varlık Barışı’nın yasalaştırılması. Seçim atmosferinin barometresi niteliğindeki bu karar, aynı zamanda erken seçim ihtimalini de azaltıyor. Asgari ücrette de beklentilere göre %30 daha temkinli bir artış yapılması aynı paralelde bir işaret. Yılbaşındaki artış ile birlikte bileşik %95 gibi bir artışa rağmen 5500 TL’lik asgari ücretin hala açlık sınırının altında kalması, inatlaşma ile tetiklenen kur-enflasyon sarmalının bizi düşürdüğü çukurun derinliğini yansıtıyor.
Haziran sonunda çıkarılan Ek Bütçe Yasası da daha ilk beş ayda ortaya çıkan büyük açığın yılbaşında öngörülemediğinin kanıtı. Büyük sapma ‘enflasyon ve döviz kuru’nda. OVP’de bu yıl için öngörülen kur’un 9.27, tüketici enflasyonunun %9.8 olması piyasa ekonomisine ve rasyonel iktisat kurallarına aykırı bunca tedbire rağmen bu noktaya gelmiş olmamızın kesin olarak bir radikal değişiklik alarmı haline dönüşmesi anlamına geliyor. Sadece iktidarın değil, muhalefetin de sığ ve kısır tartışmalara değil, ülkenin makro ekonomik dengelerinin nasıl sağlanacağına odaklanması, çıkış yoluna dair bir yol haritası ve acil durum planı hazırlaması şart.