Okul grevleri işe yaramadı dünya kırmızı çizgiye yaklaştı
Genç iklim aktivisti Greta Thunberg, okul grevlerinin işe yaramadığını; dünya liderlerini harekete geçirmekte yetersiz kaldığını söylüyor. Thunberg, sera gazı emisyonlarınının 2015 yılından bu yana yüzde 4 oranında artığına dikkat çekerken, “Bizi okuldan
Madrid’de gerçekleşen COP25 İklim Zirvesi’nin ilk haftası, sokakları dolduran 500 bin iklim aktivistinin iklim eylemi talepleri ile kapandı. İklim için sokaklara dökülen insanların geçen seneye oranla neredeyse 10 katına çıkmış olması, iklim konusunun siyasetin merkezinde yer alması gerektiğinin önemli bir göstergesi.
Tüm dünyada iklim eylemlerinin sembolüne dönüşen genç iklim aktivisti Greta Thunberg COP25'in konukları arasındaydı.
Thunberg, dünya genelinde milyonlarca çocuğun iklim adına sokaklara çıktığı “okul grevleri”nin bir işe yaramadığını dile getirdi. Bunun kanıtı olarak ise, Paris Anlaşması’nın imzalandığı 2015 yılından bu yana sera gazı emisyonlarının yüzde 4 oranında artış kaydetmiş olmasını gösterdi.
Thunberg’in, 2017 yılında İsveç’te tek başına başlattığı hareket, bir kar topu etkisiyle tüm dünyaya yayıldı ve milyonlarca çocuğun iklim krizi ile mücadele için sokaklara dökülmesine neden oldu. Greta Thunberg, bugün gelinen noktada, okul grevlerinin hükümetleri harekete geçirmek açısından “yetersiz” kaldığını ifade ediyor.
“Ben sadece bir kişiyim ve çok daha fazla sayıda aktiviste ihtiyacımız var” diyen Thunberg, “Bazı insanlar değişimden korkuyor ve bizi susturmaya çalışıyorlar” yorumlarını yapıyor.
Thunberg, BM iklim müzakerelerinden umutlu olduğunu dile getirirken, dünyanın iklim krizi karşısında hareketsiz kalmasının sürdürülebilir olmadığına dikkat çekiyor.
Genç aktivistin Zirve'de yaptığı konuşmada öne çıkan konular şöyle: “COP25’in somut sonuçlar üreteceğini ve insanlar arasındaki farkındalığı artıracağını umuyorum. Dünya liderlerinin iklim krizinin aciliyetini bir an önce anlamaları gerekiyor; çünkü şu an için ne yazık ki anlamış gibi görünmüyorlar. Gençler iklim grevlerine devam edebilirler ama önemli olan hükümetlerin tutabilecekleri sözleri vermeleri ve harekete geçmeye istekli olmalarını göstermeleri. Bu şekilde devam edemeyiz. Çocukları okuldan alıkoymak sürdürülebilir bir durum değil. Biz bu grevlere devam etmek istemiyoruz. İnsanlar acı çekiyorlar ve hayatlarını kaybediyorlar. Bekleyecek vaktimiz kalmadı.”
Raporlar aciliyeti ortaya koyuyor
Madrid'deki müzakereler ülkelerin kırmızı çizgileri yüzünden yavaş ilerliyor. Fakat diğer yandan dünyanın kırmızı çizgisine her gün bir adım daha yaklaşıyoruz. Ardı ardına gelen raporlar durumu net bir şekilde ortaya koyuyor;
▶ Dünya Meteoroloji Örgütü yayımladığı yıllık analizde, 2019 yılının, tarihteki en sıcak ikinci ya da üçüncü yıl olarak kayda geçeceğini ve sanayi öncesi dönemlere göre küresel sıcaklığın 1.1°C artış gösterdiğini ifade ediyor.
▶Küresel Karbon Bütçesi Raporu 2019 yılında küresel emisyonların yüzde 0.6 oranında artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Emisyon artış hızı yavaşlıyor olsa da, bu yeterli değil. 1.5°C hedefi için yılda en az yüzde 7.6 emisyon azaltımı gerekiyor. Çalışma, Türkiye’nin 2018 dünya
nın en büyük 15. kirleticisi olduğunu da gözler önüne seriyor. Türkiye'nin 2018 itibari ile Fransa'dan ve İngiltere'den daha fazla sera gazı salıyor.
▶ Petrol, Gaz ve İklim Raporu, ABD, Kanada ve Norveç gibi ülkelerde petrol ve gaz endüstrisinin planladığı yeni yatırımların küresel ısın
mayı 1.5°C altında durdurmayı imkansızlaştıracağına yer veriyor.
▶ Küresel Risk İndeksi, 2018 yılında iklim krizi ile ilişkili aşırı hava olaylarının Myanmar ve Haiti gibi sadece yoksul ülkeleri değil, dünyanın en zengin ülkelerini de etkilediğini gösteriyor. Japonya, 2018 yılında aşırı hava olaylarından en çok etkilenen ülke olurken, Almanya ve Kanada da en çok etkilenen ilk 10 ülke arasındaydı. Rapor sonuçları, bilim insanlarının iklim kriziyle giderek kötüleşen sıcak hava dalgalarının farklı ülkelerde neden olduğu hasarı ortaya koyuyor.
Madrid’de geçen hafta
Yaklaşık 200 ülkenin delegelerinin katıldığı zirvede, karbon marketleri ve kayıp-zarar gibi kritik müzakere başlıklarında yavaş ama önemli gelişmeler yaşanıyor. Bir haftanın özetine genel başlıklarla bakacak olursak;
TÜRKİYE GÜNDEMİ
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum zirvedeki Türkiye Pavilyonu açılışında önemli bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye’ye Fransa, Almanya ve Dünya Bankası tarafından bir teklif yapıldığı, ancak finans paketi önerisinin Türkiye’nin hassasiyetlerine cevap vermediği ifade edildi. Teklifin miktarı, niteliği ve içeriği hakkında her hangi bir resmi açıklama bulunmuyor. Türkiye’nin iklim finansmanına erişmek istediği uzun süredir bilinen bir gerçek.
Müzakereler hızlanıp ve iklim zirvesinden, bir “mutabakat zaptı“çıksa da Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması zor görünüyor. Ancak, taraf olmamak Türkiye için her geçen gün daha da zorlaşan bir süreç anlamına geliyor.
KARBON PİYASALARI
Karbon piyasaları zirvenin gündemindeki en zorlu mesele. Paris Anlaşması’nın bütünlüğünü koruyan, iklim eylemini güçlendiren bir karbon piyasaları rejimi, küresel hedeflere ulaşmak açısından kritik öneme sahip. Görüşmeler, ülkeler arası ticaret ve yeni küresel bir karbon pazarı kurulumu maddelerinin detaylarında yoğunlaşıyor. Ayrıca, gönüllü karbon piyasaları için bir çerçevenin oluşturulması da gündemdeki önemli maddeler arasında. Paris Anlaşması’na taraf olmayan Türkiye için özellikle gönüllü karbon piyasaları konusunda nasıl bir çerçeve oluşturulacağı kritik öneme sahip.
KAYIP & ZARAR
Görüşmelerdeki diğer zorlu mesele kayıp ve zararlar konusu. BM, iklim değişikliğinin yol açtığı ve açacağı ekonomik, sosyal ve çevresel kayıp zararların nasıl yönetileceğini belirleyen Varşova Uluslararası Kayıp Zarar Mekanizması’nı zirve bittiğinde tamamlamayı amaçlıyor.
Ancak, kayıp zarar mekanizması doğrudan finansmanla ilgili bir gündem maddesi. Dolayısıyla hasarların kimler tarafından nasıl karşılanacağı önemli bir soru. Zirvede bulunan hemen hemen her ülkenin, kayıp ve zararlar konusunda kırmızı çizgileri var. O yüzden görüşmeler yavaş ilerliyor. İklim krizinin dünyanın dört bir yanında kalkınmaya ve ekonomilere verdiği kayıp ve zarar ise son derece gerçek.
ORTAK TAKVİM
Bir diğer önemli konu ise ortak takvim. Ülkelerin ulusal katkı beyanlarını kaç yılda bir açıklayacakları belirlemeleri gerekiyor. İklim krizinden en çok hasar gören ülkeler, küresel toplumun daha hızlı hareket edebilmesi için planların beş yılda bir yenilenmesini talep ediyorlar. Rusya ve Japonya on yılda diretiyor. ABD, Kanada ve Arap Grubu ise bu konuda 2023 yılına kadar karar vermeye gerek yok diyor. Ancak, Paris Anlaşması’nın kurallarına göre ülkeler, ilk yenilemeyi 2020 yılı içerisinde tamamlamak ile yükümlüler.
Yeni bir iklim dili
İnsanların neden olduğu “sera gazı etkisi” ilk kez 1896 yılında İsveçli bilim insanı Svante Arrhenius tarafından kullanıldı.
“İklim değişimi” kavramı ilk defa 1956 yılında Gilbert N. Plass tarafından; “küresel ısınma” ifadesi ise 1975 yılında Wallace Broecker tarafından dile getirildi.
Sera gazı etkisi, iklim değişimi ya da küresel ısınma… Ne şekilde ifade edersek edelim, bugün geldiğimiz noktada, iklim etkileri normalin dışında hava olaylarının çok ötesine geçmiş durumda. Kaynakların tükenmesinden, açlığa, ekonomik kayıplardan, zorunlu göçlerden, hastalıklara, ölümlere uzanan bir sürece girmiş durumdayız. Sadece devletleri değil, şirketleri, sivil toplumu ve bireyleri ortak bir mücadeleye çağıran; yaşam tarzları ve iş yapış yöntemlerinin değişimi gerektiren bir süreçle karşı karşıyayız. Bu değişimin önemli bir diğer unsuru da “dil”. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması adına “erkek” egemen dilden vazgeçmemiz gerektiği gibi, iklim konusunda da yeni bir dile ihtiyacımız var.
The Guardian gazetesi bu konuda önemli bir hareket başlatarak, iklim ile ilgili konularda önemli bir dil değişimine gitti. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Katharine Viner dil değişiminin temelinde “bilimsel kesinlik” amacı olduğunu söylüyor. Bundan sonra kullanılacak yeni tanımlar ise şöyle:
“İklim değişikliği” yerine “iklim aciliyeti” ya da “iklim krizi”
“İklim değişikliği” kavramı, içinde bulunduğumuz genel durumun ciddiyetini yansıtmakta yetersiz kalıyor. İklim değişikliğinin neden olduğu yaygın etkiyi daha net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor. İklim değişikliği ya da küresel ısınma kavramları, bu etkinin sadece jeofiziksel boyutunu ortaya koyuyor. Oysa bugün iklim krizi sadece olağanüstü hava olayları anlamına gelmiyor.
“Şüpheci” yerine, “inkar eden” OECD tarafından yapılan tanıma göre, “şüpheci”, “gerçeği arayan, ama henüz net bir sonuca varamamış kişi” anlamına geliyor. Bugün iklim krizine şüpheci yaklaşanlar, tüm somut bilimsel verilere rağmen, bu sürecin sorumlusu olarak insanı görmemekte direniyorlar. Dolayısıyla, “şüpheci” yerine “inkarcı” tanımlaması daha uygun görünüyor. Çünkü iklim krizinin sorumlusu insan faaliyetleri.
Karbon emisyonları ya da CO2
emisyonları yerine, sera gazı emisyonları Karbon emisyonları ya da CO2 kavramlarını kullandığımızda, sadece karbondioksitten bahsetmiş oluyoruz. Oysa, atmosferi ısıtan tüm gazları ifade etmek açısından sera gazı emisyonları kavramının kullanılması daha uygun. Çünkü sera gazı ifadesi; karbondioksitle birlikte su buharı, metan, azot oksit (nitrojen oksit), ozon ve kloroflorokarbonların tamamını kapsıyor.
Biyoçeşitlilik yerine, vahşi yaşam ya da yaban hayatı
Vahşi yaşam veya yaban hayatı; insanlar tarafından tanınmadan yetişen veya vahşi bölgelerde yaşayan tüm bitkiler, hayvanlar ve diğer organizmaları kapsıyor. Bu nedenle, biyoçeşitliliğe kıyasla çok daha geniş bir kapsama alanına sahip.
“Balık stokları” yerine, “balık nüfusları”
Balık stokları yerine balık nüfusları kavramının kullanılmasındaki temel neden, balıkların sadece insanlar için bir “av” unsuru olmadığını vurgulamak. Balıklar, okyanusların doğal sağlığının korunması açısından yaşamsal bir rol üstleniyor.