O politikayı bari şimdi değiştirin
Geçen perşembe tasarruf sahibinin içine düştüğü karmaşadan söz etmiştim. Enflasyonun çok altında getirilerle karşı karşıya olunması nedeniyle ortaya çıkıyordu bu karmaşa. Bu olgunun arkasında, elbette, “TCMB faizi çok düşük tutsun-bankaları bu düşük faizden bol bol fonlasın-mevduat ve kredi faizleri düşük olsun-yatırımlar artsın-düşük faiz yerli paraya (kontrollü biçimde) değer kaybettirsin- ihracat artsın” şeklinde özetlenebilecek bir ekonomik program var(dı). İsterseniz buna ‘sözde’ ekonomik program da diyebilirsiniz. Tercih sizin.
Sonrasında yaşananlar malum. Kurda patlama, enflasyonun azması, şapkadan tavşan çıkarma hamleleri, tavşanın birkaç gün işe yarayacağını unutup o birkaç günü ciddi bir program hazırlamak için kullanmak yerine rezerv de boşaltarak bu işi sürdürürüz boş inancı, arkasından panik kararlar... Cuma gününü 730 baz puanlık bir CDS ile kapattık. Türkçesi şu: Yeni yurtdışı borçlanmalarda Hazine, bankalar ve şirketler (bir de bu primin üzerine risksiz bir faiz oranı ekleneceği için) dolar cinsinden borçlanmak için yüzde 10 (yüzde 7.3 artı risksiz faiz oranı) civarında bir faize katlanmak zorunda kalacaklar.
Türkiye gibi yükselen piyasa ekonomilerinde geçmişte gözlenenlerin ve bu gözlemleri açıklamak için geliştirilen kuramların bize söyledikleri şu: Risk priminin bu denli sıçradığı bir dönemi ekonomik küçülme dönemi izler. Ancak, aynı dönemde yerli para değer kaybettiği için -dış pazarlarda bir sorun yoksa- ihracat artar. Dolayısıyla, küçülmenin boyutu ya da küçülme yerine ekonomik büyümenin yerlerde sürüneceği bir dönem mi yaşanacağı ihracatla yakından alakalıdır. Böyle dönemlerde ortak bir gözlem de şudur: Bu ekonomilere döviz akışı kesildiği için dış ticaret fazlası (ya da cari işlemler fazlası) verilmek zorunda kalınır.
Bu kuramların –muhtemelen bu kadar da olmaz düşüncesiyle- arka plan ittikleri bir olgu var. Şu: Para otoritesi bu koşullar altında bile ‘garip’ para politikasını sürdürürse –mesela reel faizleri negatif düzeylerde tutarsa- büyüme oranındaki azalmanın sınırlanmasına katkı verebilir. Ama bu sürdürülemez bir durumdur, kaldı ki yüksek riski daha da yükseltir. Bu sürdürülemez oyunun ne kadar sürdürülebileceği, ekonomiye döviz akışının hızına bağlıdır. Bir süredir bu konuda akademik bir çalışma yapıyorum. Türkiye içinde bulunduğu durumda olmasa, eğlenceli bir çalışma konusu olduğunu söyleyebilirim. Ama yaşadıklarımız, işin eğlence kısmını ortadan kaldırıyor; ‘yok artık’ dedirtiyor.
İçinden geçmekte olduğumuz süreçte, sürdürülemezliğe sadece para politikası neden olmuyor. Bol kredi genişlemesi özendiriliyor. Bütçeden bol miktarda kredi genişlemesi için kaynak aktarılıyor. Düşük faizli konut kredileri ilan ediliyor. Hepsi de büyüme artsın diye. Oysa işin döviz kaynağı kısmı, dolayısıyla yükselen piyasa ekonomilerinin geçmiş deneyimleri ve iktisat kuramının belirttikleri göz ardı ediliyor. Boşuna bir uyarı olacak ama olsun. Güven’in (Sak) çok kullandığı deyimi kullanarak -ahretliğimi kurtarmak için- uyarımı yapayım: Acilen şu düşük faiz-yüksek parasal genişleme politikanızı gözden geçirin ve bir an önce değiştirin.