Normalleşirken dağılmayalım
COVID-19 virüsünün ülkemizde ilk görüldüğü mart ayından bu yana üçüncü ayın içindeyiz. Vaka sayısı itibariyle tepe noktasına 24 Nisan’da ulaşıldığı kabul ediliyor ama bu tabii ki tamamen normal hayata geri dönülebileceği ve önlemlerin gevşetilebileceği anlamına gelmiyor; ikinci dalga ihtimalini de düşünerek ,sosyal mesafe ve hijyen kurallarından taviz verilmemesi gerekiyor. Bununla birlikte virüs önlemlerinin ekonomiye yaptığı ve 2. çeyrek rakamlarının açıklanmasıyla anlaşılacak daraltıcı etkiyi kısmen sınırlama kaygısıyla 1 Haziran itibariyle bir normalleşme aşamasına geçiş işareti verilmiş durumda. Daha önce de belirttiğimiz gibi ekonomiyi de, insanları da öldürmeyecek hassas bir dengenin itinayla sürdürülmesi zorunlu. Özellikle virüsün güç yitirmesi ve bulaşıcılık hızının azalması yolunda, artık antijen değil antikor testlerine ağırlık verilecek bir aşamaya henüz gelmediğimiz ve belki haziran sonrasında gelebileceğimiz şeklindeki uzman görüşlerine uyarak bir süre daha temkini elden bırakmamak yerinde olacak. Ancak virüsün kronik hale getirdiği talep açığı sorununu sadece kredi ile aşma çabası, Türkiye’nin zaten önemli bir risk teşkil eden borç birikimini daha da yukarıya taşıyacak; ihracat artışının da sadece fiyatla sağlanamayacağı, yükselen dövize rağmen dış ticaret açığının büyümesinden belli. Dış kaynak azalırken döviz ikileminin kalıcı bir şekilde nasıl çözüleceği de belirsiz. Çözüm perspektifinde ezeli alışkanlığımız olan kısa vade bağımlılığı daha da keskinleşirken, genişletici politikalara rağmen düşük büyüme ve artan işsizlik sarmalından nasıl çıkılacağı da soru işareti.
İlk çeyrek büyümesi ve sorunlar
Tam da 2020 ilk çeyrek büyümesi %4.5 gibi yüksek bir düzeyde çıkmışken yakın geleceğe bu tedirgin bakış neden diye sormayın. Çünkü ilk çeyrek hemen tümüyle Korona öncesi dönemi işaret ettiği gibi, daha önemlisi geçen yılın aynı döneminde -%2.3 gibi bir küçülme bazına oturması. Yani baz etkisi. Zaten geçen yılın son çeyreğindeki %6’lık büyüme de büyük ölçüde baz etkisiyle oluştu. Bu faktör gelecek yılın ilk çeyreğinde büyümeyi ise olumsuz etkileyerek aşağı çekecek. Öte yandan bu büyümenin bileşenlerine baktığımızda 3 puanın özel tüketimden, 1 puanın kamu tüketiminden geldiği, buna karşılık yatırım ve dış ticaretin negatif etki yaptığı anlaşılıyor. Kamu ve özel tüketiminin arkasında da bütçe açığında artış ve kamu bankaları kredileri bulunuyor. Virüs etkisinin yoğunlaştığı 2’nci çeyrekte yatırım ve net ihracattaki düşüş devam ederken özel tüketim de düşecek; birinci çeyrekte sanayi üretimini makul düzeyde tutan stok artışının da 2’nci çeyrekte negatife dönmesi muhtemel. Nisan’da kapasite üretim oranının gerilemesi bunun işareti. Yani 2’nci çeyrek çift rakamlı bir küçülmenin sinyallerini veriyor. Haziran’da normalleşmeye adım atma çabası, ufuktaki bu olumsuz tabloyu bir nebze dengeleme isteğinden kaynaklanıyor. Ancak normale geçerken önce stokların eritileceği unutulmamalı.
Öte yandan mayıs ayında ihracat %41 gerilerken ithalatın %28’in altında azaltılabilmesi, 2018 ortalarından 2019 üçüncü çeyrek sonuna kadar yavaşlama etkisiyle ithalatın sürekli düşmesinin canlandırma tedbirleri sonucu telafi edildiğini, normalleşme ile bu trendin devam edeceğini gösteriyor. Yani dış ticaretten büyümeye katkı beklenmesi zor. Enflasyon da Merkez Bankası’na göre yıl sonu için %7.40 olarak öngörülüyor ama ilk beş ayda TÜİK’in enflasyon açıklaması %4.6. Kalan 7 ayda çok daha düşük bir enflasyon imkansız gibi; aksine virüs nedeniyle duran ekonomide bile Nisan-Mayıs toplamı %2.2 olan enflasyonun, firmaların fiyat artışı da yapmak isteyeceği normalleşme döneminde daha yüksek olması muhtemel. Nitekim IMF’nin yıl sonu enflasyon tahmini %12. Bu da faizlerin enflasyonun uzun süre enflasyon altında kalmasının, eş anlı olarak baskılanan döviz ile birlikte dengeleri zorlayıp çarpıtacağı ihtimalini güçlendiriyor. Düşük faizlerin hane halkını tüketime mi, dövize mi yönelteceği sorusunun cevabı belirsiz. Kamu borcunun %40’a yaklaşması ve yarısından fazlasının döviz olması da en güçlü olduğumuz bu göstergede de güvenli bölgenin sınırına geldiğimizi işaret ediyor. Kamu yönetiminin dengeleri sağlamak için reaktif önlemler yerine belli tercihleri yaparak, özellikle bütçe açığının kontrolsüz artmasını önleyerek, bir istikrar programı tasarlaması yerinde olacak. Bu bağlamda özellikle eski ve yeni işsizlerin (2 milyon arttığı açıklanan çalışmak istemeyenlerin de gerçekte işsiz olduğu kabul edilerek) talebi canlı tutmasını sağlayacak doğrudan gelir destekleri sağlanması için harcama bütçesinin diğer kalemlerinde bir kısıntı yapılması akılcı görünüyor.
Güven normalleşmenin ön koşulu
Kuşkusuz her zaman olduğu gibi bu dönemde de güven algısının yükseltilmesi kritik önemde. Bu da hem ekonomide, hem de virüs salgınının yönetiminde inandırıcı projeksiyonların ve destekleyici önlemleri içeren tutarlı programların açıklanmasını gerektiriyor. Talebin ve enflasyonun nasıl gelişeceği, döviz ve dış ticaret dengelerinin nasıl sağlanacağı, ama aynı zamanda salgın ile ilgili kitlesel bağışıklık ve ilaç tedavisi konusundaki bulgular çerçevesinde güvenli normalleşmenin nasıl yönetileceği de belirlenip toplumla paylaşılmalı. Ancak böylece hem içeriye, hem dışarıya güven verilip ekonominin canlandırılması ve döviz kanallarının açılması mümkün olabilir.