Noktaları birleştirip resmi tamamlamak
TCMB’de çalışırken görevlerimden biri de uluslararası kuruluşlara ve yatırımcılara Türkiye’nin makroekonomi hikayesini anlatmaktı. Bu görüşmelerde temel amaç, ilk bakışta birbirinden kopuk gibi görünen birçok ekonomi politikası kararını bütüncül bir makro perspektife oturtmak ve böylece ülkeye yönelik risk algısının iyileşmesine katkıda bulunmaktı.
Ekonomi politikalarını içsel tutarlılığı olan bir çerçeveye oturtmak, bir ürünü şık bir pakette sunmaya benzer. İyi yapılırsa uygulanan politikanın arzulanan etkisini önemli ölçüde güçlendirir. Eski alışkanlıktan mı nedir bilmiyorum otoriteler ne zaman bir dizi ekonomik karar alsa, bunlar birbiri ile ilişkilendirilip nasıl anlatılır diye düşünmekten hala kendimi alamıyorum. Bir nevi noktaları çizgiyle birleştirip büyük resmi tamamlamaya benziyor.
Yakın dönemde alınan kararlara da bu gözle bakmaya çalıştım. Sahi neler oluyor? Kendi içinde tutarlı bir politika bütünü var mı? Alınan kararların birbiriyle bağlantısı nedir, etkileri ne olur? Hadi deneyelim.
Son günlerde makro görünümü etkileyen bir dizi tedbir alındı. Bunları temelde enerji fiyat ayarlamaları, TCMB zorunlu karşılık kararı, ithal yoğun ürünlerde taksit sınırlandırması ve BDDK’nın tüketici kredilerini kısmaya yönelik önlemleri olarak özetleyebiliriz. Bu kararları bir bütün olarak değerlendirmek mümkün mü?
Öncelikle enerji zamlarından başlayalım. Temel soru şu: En üst düzeyde Merkez Bankasından bir faiz indirim talebi varken, enflasyonu artıran böyle bir tercih neden yapıldı? Alınan kararları en basit dille şöyle gerekçelendirebiliriz: Bu zamlar enerji şirketlerinin bozulan nakit akışı ve bilançosunun düzeltilmesi için yapılmış gibi görünüyor. Özellikle BOTAŞ’ın mali dengesindeki ciddi bozulmayı sınırlamak için bir fiyat artışı gerekiyordu. Elektrik zamları da diğer enerji şirketlerinin mali yapısının düzenlenmesi ve bu yolla bankacılık sistemi üzerindeki risklerin kısmen azaltılması için gerekli görülmüş olabilir.
Öte yandan, noktaları birleştirirken mevcut dönemde alınan kararların makroekonomik ve özellikle enflasyon boyutunu da dikkate almak gerekiyor. Elektrik ve doğalgaza yapılan zamların tüketici fiyat enflasyonu üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri 1,1 puana ulaşabilir. Hizmet sektöründe vergi indirimlerinin devam etmemesi ve geçen ay akaryakıt fiyatlarında yapılan artışlar da enflasyona yaklaşık 1 puan ekliyor. Küresel emtia fiyatlarındaki geçmiş birikimli artışlar ve kur gelişmelerinin gecikmeli etkileri de devam etmekte. Bunları kısmen telafi edecek bir düzenleme gelmediği takdirde önümüzdeki aylarda enflasyon yüzde 19’u geçebilir. Bu da reel faizin tekrar negatif olması ve TL varlıklara iştahın zayıf kalmaya devam etmesi demek.
Enflasyon ve dolarizasyon risklerinin yüksek olduğu bir konjonktürde para politikasının net bir sıkı duruş sergilemesi, gerekirse daha da sıkılaştırma yapabileceği sinyalini açık şekilde verebilmesi lazım. Fakat mevcut dönemde bu tercih edilmediği için, faiz artışının yerine geçebileceği umuduyla, dolaylı yollardan birtakım düzenlemeler yapıldığını görüyoruz. BDDK’nın tüketici kredilerine yönelik aldığı kararlar ile diğer taksit sınırlamaları talebi ve cari açığı azaltmayı; TCMB’nin zorunlu karşılık düzenlemesi de yabancı para mevduat oranını (dolarizasyonu) düşürmeyi amaçlıyor. Böylece kur ve talep üzerinden enflasyon baskılarının dengelenmesi planlanıyor. Yani burada faiz politikasının en temel iki kanalı olan kur ve kredi kanalı, farklı araçlarla ikame edilmeye çalışılmakta.
Aslında alınan tedbirler kendi başına düşünüldüğünde makul adımlar olabilir. Özellikle tüketici kredilerine yönelik önlemler ve ithal yoğun ürünlerde taksit sayısının sınırlandırılması ilgili kurumların makroihtiyati bir bakış açısına geri döndüğü sinyalini vermesi açısından kayda değer. Makro perspektiften bakıldığında, bu kararlar cari açığın azaltılmasına katkı bakımından olumlu değerlendirilebilir.
Fakat burada zamanlama ve iletişim çok önemli. Alınan kararların, enflasyon baskılarına karşı faiz artırma niyetinin olmadığı algısını pekiştirme riski var. Parasal sıkılaştırmanın gündemde olmadığı ve bu dönemin faiz dışı tedbirlerle atlatılmaya çalışılacağı algısının oluşması, alınan kararların olumlu etkilerini gölgeleyebilir.
Bütün bu yapılanlar geçmişten yeterince ders almadığımızı gösteriyor. Aynı hatayı farklı kişilere yaptırarak farklı sonuç alınamaz. Geçmişte bu tür stratejiler defalarca denendi. Faiz politikasını diğer araçlarla ikame etmenin mümkün olmadığını yaşayarak görmüş olmamız gerekiyor. Bu tür tedbirler ikame değil destekleyici olarak kullanılınca işe yarar. Dolarizasyon ve enflasyonla mücadelede temel araç merkez bankasının faizi ve güven veren bir makro politika bileşimidir. Para politikasının duruşu, söylemi ve iletişimi doğru kurgulanmayınca diğer tedbirlerin etkisi sınırlı kalır. Basiretli para politikası yeterli değildir, ama kesinlikle gereklidir. Bu farkın bir türlü anlaşılamaması, ülkemizin yıllardır anlamsız bir risk primi ödemesine neden oluyor.
Para politikasına dair yaşanan açmazlar ve kısır tartışmalar, Türkiye’nin makro hikayesini bütüncül bir perspektiften anlatmayı giderek zorlaştırmakta. Merkez Bankasının işini yapmasına izin verilmemesi son on yılda ülkemize bütün şoklardan daha fazla zarar verdi; vermeye de devam ediyor. Elbette tek sorun bu değil ama sorunun önemli bir parçası.
Özetle, alınan kararları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde kendi içinde tutarlı bir hikâye anlatmamızı zorlaştıran temel halka para politikası gibi görünmekte. Cari açık daralma eğilimine girerken, büyüme ve ihracat rekorlar kırarken, aşılama performansı ivmelenmişken neden hala risk primimizin çok yüksek olduğu, neden döviz mevduatın çözülmediği sorusunu yanıtlamak istiyorsak öncelikle para politikası ve merkez bankasının kurumsal yapısına bakmakta fayda var.