Nisan geliverdi işte
Dün itibariyle seçim dönemi sona erdi. Biten seçimin sonucu ne olursa olsun ortada değişmeyecek bir gerçek var: Türkiye’nin hem ekonomide hem de dış politikada bugünkü politika perspektifinin dışına çıkabilmesi mümkün değil. Açıktır ki, eğer mümkün olabilseydi, bu seçimden hemen önce Merkez Bankası o politika faizi artışını yapamazdı. Emeklilere beklenen ikramiye artışı kesinlikle yapılmış olurdu.
Böylece 2023 Haziranı’nda uygulamaya giren politika kayması açısından bakıldığında başlangıcın sonuna geldik aslında. Şimdi artık “rasyonel ekonomiye dönüş süreci”ni kapsamlı bir ekonomik programa dönüştürmek durumundayız. CDS risk primlerinin aşağıya doğru inmeye devam etmesi ve enflasyon bekleyişlerinin kontrol altına alınabilmesi için kapsamlı bir yapısal reform paketine ihtiyacımız var.
Böyle bakıldığında, nisan ayı geliverdi işte. Şimdi ne kadar hazırlıklı olduğumuzu göreceğiz. Peki, bunun için nerelere bakacağız? Hadise yalnızca Türkiye’nin içeride atacağı adımlarla alakalı değil, dışarıda da yapılacak işler var. Mesela Kızıldeniz’deki sıkışıklık hala orta koridorun önemini artırmıyor. Neden? Gelin kısaca anlatayım.
Enflasyonun düşmesi katma değeri yüksek uzun vadeli yatırımların ön koşulu
Bir süreden beri Türkiye’nin ürün ve pazar çeşitliliği açısından bakıldığında artık farklı bir ligde olduğunu anlatıyorum. Türkiye bir üretim üssü olarak Çin ve Hindistan’la aynı ligde yer alıyor. Bugünler Türkiye’de hangi alanlarda ihtisaslaşacağımıza karar vermek için son derece uygun. Neden? Birincisi, yeşil ve dijital dönüşüm nedeniyle küresel değer zincirleri zaten yeni parametrelere göre elden geçirilecek. Artık karbon ayak izi, su ayak izi, atık yönetimi, siber güvenlik, veri güvenliği gibi bir dizi yeni parametremiz olacak performans değerlendirmesi için. İkincisi, bu yeni parametrelere göre güvenilecek ve güvenilemeyecek ülkeler ayrımının bir nevi jeo-ekonomik yarılmaya dönüştüğü bir yeni dönemdeyiz. Türkiye, Çin ve Hindistan’la aynı ligde ama Çin’e çelme takanların çok olacağı bir yeni sürecin içinde olacağız doğrusu. Küresel değer zincirleri yeniden yapılanırken bu jeo-ekonomik ayrışmayı da dikkate almak gerekecek.
Üçüncüsü, iklim değişikliğinin bizatihi kendisinin jeo-politik sonuçları olacak, öyle duruyor. Etrafımızda iş modelini kaybedecek bir dizi ülke var. Bunun yanı sıra iklim değişikliği kaynaklı göçlere karşı yeni tampon bölgelere, yeni üretim merkezlerine ihtiyacımız olacak.
Bu çeşitlendirilmiş üretim kapasitesiyle hangi alanlarda uzmanlaşacağımıza karar verirken bu ortamda uygun şartlarla finansman sağlamak görece daha kolay olacak.
Ancak ortadaki bu imkân alanını kullanırken Türk ekonomisinde istikrarın temini, enflasyonun düşürülmesi olmazsa olmaz önemde. Neden? Akıllı uzmanlaşma sürecinde katma değeri yüksek, teknoloji içeriği yüksek yatırımlara yönelebilmek için Türkiye’de yatırım ufkunun uzaması olmazsa olmaz bir koşul. Türkiye gibi yatırım ufku iki ya da üç yıl ile sınırlı istikrarsız bir ülkede olsa olsa inşaat yapılır yalnızca. Hâlbuki teknoloji yatırımları için bu yatırım ufkunun on beş, yirmi yıla yükselmesi gerekiyor. Yüksek enflasyon hesap yapabilme ve öngörüde bulunmayı zorlaştırdığı için yatırım ufkunu kısaltıyor. Ne yapmamız gerektiği ortada.
Bundan önce 1980’de ve 2001’de ne yaptıysak benzer bir yapısal reform gündemine ihtiyacımız var doğrusu. Bakın Şekil 1, bundan önce küresel rekabet gücümüzü 1980’lerde ve 2000’lerde nasıl artırdığımızı gösteriyor. Daha önce yaptık, yine yapacağız aslında. Türkiye’nin akıllı ihtisaslaşma sürecinde, ilk yüzyılda üretme ve pazarlama becerisi inşa ederek oluşturduğumuz ürün ve pazar çeşitliliği ile ne yapmak istediğimize karar vereceğiz doğrusu. Bu amaçla mevcut üretim kabiliyetimizi teknoloji geliştirme kabiliyeti ile teçhiz ederek yeni ürünlere odaklanacağız. Yeni değer zincirlerinin, yeni ürünlerin hedefi yine Avrupa Birliği (AB) pazarı olacak. Unutmayalım. Neden? Bakın Şekil 2’ye.
Şekil 2, ülkelerin küresel ithalat içindeki paylarını gösteriyor. AB dünyanın en büyük pazarı, mevcut haliyle küresel ithalatın yüzde 30’unu gerçekleştiriyor. Ekleyin İngiltere’yi yüzde 33 oluyor. Amerika ve Kanada’yı da eklerseniz yüzde 48 oluyor. Böyle bakarsanız G7 ülkeleri küresel ithalatın neredeyse yüzde 55’ini gerçekleştiriyor.
AB Türkiye’nin akıllı ihtisaslaşması için önemlidir
AB’yi unutalım, Avrasya’ya gidelim, Afrika’ya açılalım demenin hiçbir anlamı yok Türkiye ekonomisi açısından. Oraları daha büyüyecek. Nasıl? Türkiye’nin üretim ve pazar çeşitliliği sayesinde kendisine bağlanan AB değer zincirlerini Orta Asya ve Afrika’ya taşıması ile elbette. Türkiye, AB Gümrük Birliği süreci sayesinde bugünkü ürün ve pazar çeşitliliğine ulaştı. Not edeyim. Yanlış anlamayın.
Unutmayın 2018 sonrasında, Çin, Rusya ve Körfez’in tasarrufu bize yeter, biz burada yaşar gideriz mavrasına takılıp kendi kuyumuzu kazdık. Çukurun içinde daha kazarken aklımız başımıza geldi neyse. Ne gördük? Körfez’in bir yerinden gelecek beş milyar dolar, Pakistan’a bir yıl yetebilir. Aynı beş milyar, Mısır’ı bir altı ay idare edebilir. Ama Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda, beş milyar dolar fındık fıstık parası sayılır, bize olsa olsa bir gün filan yetebilir. Denedik ve gördük. Unutmayın. Şimdi kapsamlı yapısal reform gündemi zaten AB ile Gümrük Birliği modernizasyonu sürecinin içinde hazır. Yeşil ve dijital dönüşüm gündemi, dijital pazarlar ve yapay zeka düzenlemeleri hep Gümrük Birliği modernizasyonunun alt başlıkları aslında. Yeter mi? Bir de bu konunun yabancı yatırımcılar bir ülkeye yatırım yaparken neye bakarlar bölümü var elbette. Bu konuda şirket CEO’larına sormuşlar bir ülkeye yatırım yaparken neye bakarsınız diye. İlk on konudan sekizi kurumsal altyapı ile ilgili. Birincisi, şeff af düzenlemeler ve yolsuzluğun olmaması, vergi sisteminin etkinliği, kuralların herkese eşit uygulanması, düzenleme tutarlılığı gibi hususlar. İlk onda ikinci husus ise inovasyon altyapısı ile alakalı. Ürün ve pazar çeşitliliği olan yerin cazibesi ortada böyle bakarsanız.
Niye hala kuzey koridoru kullanılıyor, neden hep RZD kazanıyor?
Şimdi böyle bakınca yapılması gerekenler gözükmüyor mu? Önce istikrar arayışı önemli. Bunun kurumsal temelleri Merkez Bankası, BDDK, TÜİK gibi kurumların bağımsızlığını güvenceye almakla yakından alakalı. Başka? DPT’yi yeniden kamu kesimi içinde bir düşünce kuruluşu olarak operasyonel hale getirmek. Yargı bağımsızlığı ile yargının operasyonel problemlerine çözümler hep öncelikli işler.
AB sürecini, “AB Türkiye’nin stratejik önceliğidir” ifadesine uygun olarak yeniden canlandırmak birinci öncelik elbette. Bir vakitler, Kıbrıs’ta hep bir adım öndeydik, yine öyle olmamak için bir engel yok bu arada. Özellikle AB gündeminde Türkiye üzerinden Doğu Akdeniz doğal gazının Türkiye üzerinden AB’ye bağlanması fikri yeniden güçlenirken bugünlerde. Bu gündem aslında eski gündem, bir de bunun yeni maddeleri var. Kızıldeniz krizi çıkıp, lojistikte Süveyş’i kullanmak güçleşince son dönemde bundan en çok Rus demiryolu şirketi RZD’nin kazançlı çıktığı söyleniyor. Savaşa rağmen. Neden? Doğudan Batıya ulaşımda TransSibirya tren hattı ve kuzey koridoru önem kazandığı için elbette. Ermenistan’da Zengezur koridoru da RZD’nin bu arada. Bir ara Moskova’da RZD’yi yıllar önce ilk ziyaretimi de anlatayım.
Neden RZD önem kazanıyor? Çünkü Hazar geçişindeki operasyonel problemler nedeniyle orta koridor istendiği gibi süratli işlemiyor. Türkiye’nin daha aktif olması gerekiyor bu noktada. Şimdi kuzey-güney bağlantıları önem kazanınca Irak ve Suriye bir başka açıdan önem kazandı doğrusu. Ama doğu batı bağlantısı da hala önem taşıyor.
Bakın nisan geldi bile. Seçim dönemleri bitti. Güçlü yanlarımızın farkında olursak bugünden geleceğe umutla bakmak için çok nedenimiz var doğrusu. Telaşa mahal yok. Yapılacaklar ortada. AB’nin Türkiye’nin stratejik önceliği olduğunu unutmayalım yeter.