Nezih Demirkent, tarımın ve cumhuriyetin değerini bilen gazeteciydi
Bugün, gazetemiz DÜNYA’nın kurucusu Nezih Demrkent’in 20.ölüm yıldönümü. 1981 yılında kurduğu DÜNYA Gazetesi’ni 20 yılda ülkenin en ücra köşesine kadar ulaştırdı. Pek çok ilde ve ekonomik olarak gelişmiş bazı ilçelerde gazetenin bürosunu açmış, oradaki muhabirler, gazeteciler aracılığıyla tarımdan sanayiye, ticaretten ihracata, çevrenin korunmasından kırsaldaki gelişmelere kadar her alandaki sorunları, başarıları ülke gündemine taşıyan bir gazetecilik anlayışını benimsemişti.
Anadolu’dan aldığı güçle İstanbul’da bağımsız ve tarafsız gazetecilik yapıyordu. Gazetenin okura ulaşması için kendi dağıtım ağını kurarak, bölge büroları aracılığıyla her sabah abonelerine gazeteyi ulaştırıyordu. Yarattığı model ile bağımsızlık ve tarafsızlık gazetenin temel ilkesi oldu.
Muhabirlikten gazete sahipliğine uzanan yaşamı boyunca ülkenin sorunlarıyla bu kadar dertlenen, spordan kültüre, ekonomiden gazetecilerin örgütlenmesine kadar her alanda insanların yaşamına dokunan, Anadolu sevdalısı bir başka gazeteci patron olduğunu sanmıyorum. Verdiği örnek mücadeleyi, Anadolu’da üretim için gösterdiği çabanın önemini bugün çok daha iyi anlıyoruz.
Yeniliklere açık teknolojiyi takip ederdi
DÜNYA Gazetesi birçok gazeteci için okul oldu. Nezih Bey, gazetecilikte uzmanlaşmayı çok önemserdi. Deneyimli gazetecilerle genç gazetecileri bir arada çalıştırarak ciddi bir sinerji yaratıyordu. Yeniliklere çok açıktı. Teknolojiyi yakından takip ederdi.
Tarım, sigorta, bankacılık, otomotiv, turizm, tekstil, inşaat ve diğer alanlarda muhabirlerin uzmanlaşması için çok büyük çaba gösterdi. Tarım yazmamı isteyen ve destekleyen de Nezih Demirkent oldu.
Tarım konusunda 1996’da düzenli olarak yazmamı istediğinde Türkiye>nin tek tarım yazarı Sadullah Usumi’ydi. Saygıyla andığım ve 2002 yılında yaşama veda eden ustam Sadullah Usumi, Cumhuriyet Gazetesi’nde “Çiftçi Dostu” adını verdiği köşesinde yaygın medyada tarım yazan tek gazeteciydi.
Nezih Demirkent, yıllar öncesinde tarımın önemini görmüş ve 1985 yılında 4 Mevsim adıyla bir tarım dergisi yayınlamış, daha sonra gazetesinin sayfalarını da tarıma açmıştı.
Bugün yaygın medyada, televizyon kanallarında her gün tarım konuşuluyor. Dünyanın gündemi tarım ve gıda oldu.
Tarım olmazsa ne olur?
DÜNYA Gazetesi’nde 1 Ekim 1998’de yazdığı “Tarım olmazsa...” başlıklı yazısı bugün yazılmış gibi güncelliğini koruyor. Yazının bir bölümü şöyle:
Tarım olmazsa...
(...)
Yakın zamana kadar tarım ülkesi olan Türkiye’de şimdi sektör dertli. Hayvancılığı yok ederek Doğu’yu perişan edenler, şu günlerde tarım sektöründen yükselen seslerle de meşgul değiller. Zeytinyağı ile uğraşanların önemli sorunu var. Pamukta üretici sokağa döküldü, pancar ekicisi dertli. Bakliyatta bugüne kadar yaşanmamış olaylar gündeme geldi. Özetle nereye el atsanız sorunla karşılaşıyorsunuz. Çünkü bir tarihlerde kendi ihtiyacını karşılayan Türkiye, şimdi ele güne muhtaç hale geldi veya getirildi. Bunun bilinçli yapıldığını ileri sürenler bile var. Tarıma destek verdiklerini sananlar, aslında köstek oluyorlar. Partizanlık ülkeyi sarınca üç beş kişinin cebine beş on kuruş koymayı yeterli görenler köylüyü perişan ettiler.
Tarımın zor bir sektör olduğu aşikâr. Bizim vatandaşımızın toprağa bağlı olduğu da malum. Sanayileşme uğruna, tarımın ihmal edildiğini itiraf etmek gerekiyor. Zira bu sorunları çözmek için kafa yormak gerekiyor, çalışmak şart oluyor. Bir kaç kişinin mutluluğu yetmiyor. Nitekim bir üretici, “Artık fasulye ve nohut yemek lüks haline geldi, bir tarihlerde bolca ihraç ettiğimiz mercimeği bile satın almaya başladık. Bunun nedeni tarımda gerçekçi politikaların izlenmemesi diyerek dertlerini ortaya koyarken, Tarım Bakanı’ndan ve bakanlıkta çalışan uzman kişilerden şikâyet etti. “Onları Allah’a havale ettim” diyerek sözünü noktaladı.
Partizanlığın bu boyutlarda geliştiği bir ülkede, ciddi konuların tartışılması düşünülemez. Tarımın sadecefındık veya fıstık olmadığını öğrenmek gerekir. Bunu bilmezseniz ülkenin dört bir yanından yükselen sorunlardan da rahatsız olmazsınız. Türkiye tüketen toplum olsa da önce kendisi için gerekli olanı üretmelidir. Aksini düşünecek bir devlet olur mu?”
Prof. Dr. Işın Demirkent'in 15. ölüm yıldönümü
DÜNYA Gazetesi’nin kurulmasında çok büyük emeği olan Prof. Dr. Işın Demirkent de yine bir şubat günü 3 Şubat 2006’da yaşama veda etti. Ortaçağ tarihi, özellikle Haçlı Seferleri konusunda dünya çapında çalışmaları ile bilinen, eserleri ile iz bırakan Prof. Dr. Işın Demirkent’i ölümünün 15.yılında, Nezih Demirkent’i ölümünün 20. yılında saygıyla ve özlemle anıyorum.
Nezih Bey’in vefatından sonra kızı Didem Demirkent, Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Osman S. Arolat, sonrasında Hakan Güldağ, O’nun en büyük eseri olan DÜNYA Gazetesi’ne Anadolu’da çalışan temsilcisinden gazete dağıtıcısına kadar tüm çalışanlarıyla birlikte sahip çıktı. Ekonomik krizlerin eksik olmadığı bir dönemde gazetenin yaşaması için büyük çaba gösterdi.
DÜNYA Gazetesi bugün de Anadolu’nun gücü ile Nezih Demirkent’in koyduğu ilkeler ışığında okuruyla buluşmayı sürdürüyor.
Nezih Demirkent’in “Para kazanılır ama prestij asla satın alınamaz” sözü gazetecilikte temel ilkelerimizden birisi oldu. Bir kez daha saygıyla ve minnetle anıyorum.
Cumhuriyet çocuğu olmanın gururu
Nezih Demirkent, Cumhuriyet çocuğu olmakla övünen, gurur duyan bir gazeteciydi. Cumhuriyeti yaşayan bir gazeteci olarak 28 ve 29 Ekim 1998’de yazdığı iki yazıda özetle şöyle anlatmıştı.
Cumhuriyet
"Cumhuriyet benden yedi yaş büyük. Gerçeği söylemek gerekirse bizler Cumhuriyet çocuğuyuz. Bunu iftiharla söylemek bize gurur veriyor. Çünkü biz Cumhuriyeti yaşam tarzı seçmiş bir nesle mensubuz. Yıllar geçse de içimize işlemiş hasleti silip atmamız mümkün değil. Cumhuriyet bize çok şey öğretti. Her şeyden önce halk egemenliğinin önemini gördük.(...)
Cumhuriyet, bize vatan ve millet sevgisini aşıladı. Gün geldi demokrasiyi öğretti, uygarlıkla tanıştırdı ve her seferinde halkın iradesinin önemini gördük. Sandıklar açıldı, kaybedenler üzüldü; kazananlar sevindi, çünkü bir nöbet değişimi yaşanıyordu. Koşullar zor olsa da bunu başarabildik. Sanayileşmeyi öğrendik, uzmanlaşmayı sevdik ve yıllar sonra sivil toplum örgütlerinin önemini farkettik. Şimdi gün o gündür. Sivil toplum örgütleri güçlendikçe parti ayrımı yapmaksızın sorunlarımıza eğilme fırsatını elde edeceğiz. Siyasetçilerin oyunlarına eskisi kadar düşmemeyi öğrendik, yakın günlerde onları yeniden sınayacak, vereceğimiz oylarla kaderimizi tayin edeceğiz. Yıllardır "ileri" diye söylediğimiz marşların anlamı biraz daha fazla olacak. Çünkü Cumhuriyet, durmaksızın ilerlemek demektir. Cumhuriyete karşı olmak gibi bir fikri düşünmek mümkün değil, bu kendini inkara kadar varır. Atalarımızın bize emanet ettiği Cumhuriyet ilkelerini korumaya mecburuz, aksi taktirde başımıza nelerin geleceğini görür gibi oluyoruz.
(...)
Cumhuriyeti coşkuyla kutlamanın güzelliği ortada, ancak önemli olan akılcılıktır. Çok zor koşullarda elde edilen bağımsızlığımızı yitirmek istemiyorsak, ona sahip çıkmak zorundayız. Birileri tarafından yönetilmek yerine, kaderimizi tayin etmenin daha doğru olacağını da unutmaya hakkımız olamaz. Bu sebeple Cumhuriyete karşı çıkılmaz. Kaldı ki; yetmiş beş yıl geçtikten sonra başka bir rejimin özlemi içinde olmak, atalara karşı gelmek anlamını da taşır. (28 Ekim 1998)
Yine Cumhuriyet
(...) Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başka özelliği daha var. Bu düşünce Anadolu’nun bağrında filizlenmiş, orada güç bulmuş ve dalga dalga insanlara ulaşmış bir değerdir. Dünyanın umutlarını İstanbul’a bağladığı bir devirde Cumhuriyete sahip çıkan Anadolu halkının gücüyle cumhuriyet var olmuş. Ondan sonra da tüm gelişmeler Anadolu’ya yönelik olmuştur. Anayurdu demirağlarla ördük sözlerinin ardında yine Anadolu gerçeği vardır. Yıllar sonra demokrasinin ilk tohumları yine Anadolu’da atılmış, ekonomideki gelişmişlikte Anadolu lokomotif görevini üstlenmiştir'^...) (29 Ekim 1998)