Neoliberalizm ve sonrası
Neoliberalizm adı verilen olgular demeti aynı zamanda bilinçli bir stratejidir veya onun sonucudur. Önce sosyologlar tarafından saptanmış sayılabilir çünkü 1974 yılında aşırı finansallaşma tespiti yapan kişi ABD’li bir sosyologdu. Birkaç maddede tarif edilebilir.
Öncelikle ABD’de New Deal ile 1936’da İngiltere’deyse Lord Beveridge ile 1946’da başlayan sosyal uzlaşmanın bitirilişidir. Bitişi değil de bitirilişi çünkü bitiş oldukça uzun sürmüş ve zamana yayılmış, 7-8 sene almıştır. Çözülüş açıkça gözlemlenince iradi müdahaleyle süreci tümden bitirme kararı verildi. “Çalışanlara bu kadar pay vermemize gerek kalmadı” anlamına geliyor. Çünkü çalışan sınıfların örgütlü gücünün zayıfladığı ve 1970’lerin ortasında tehdit olmaktan çıktığı görülmüştür. ABD grev tarihi kırılmanın 1975’te olduğuna işaret ediyor.
İkincisi bu bir finansallaşma dalgasıdır. Finansallaşma dalgasının özelleştirme cereyanıyla el ele gitmesi doğaldır. Finansallaşma sadece aşırı şişmeden ibaret olmayıp finansal piyasaların ürün yelpazesini genişletmesi ve kapitalizmin işleyişinde daha önemli bir rol almaya başlaması demektir. Teknik tabirle bu hem istatistiksel süreç olarak hem de tekelci rekabette bir evre, yeni bir büyüme modeli olarak bir “innovation” oluyor.
Üçüncüsü finansallaşma dalgası zamanla daha da derinleşmiş ve özellikle Sovyetlerin dağılışı ve Çin’in girdiği yol ile bağlantılı olarak 1990’lardan itibaren küreselleşmeyle iç içe girmiş, onun ön koşulu olmuştur.
Dördüncüsü neoliberalizm siyasi açıdan solun yok edilmesi, hatta bu arada Sovyetlerin çözülüşüne yardımcı olacak sıkıştırma adımlarının atılması demektir. Latin Amerika’nın diz çöktürülmesi de bu manzumenin parçasıdır ve örneğin 1980’ler boyunca Nikaragua’ya yapılanlar bu kapsama girer. 1945-2020 arası hem ABD’de de hem Avrupa’da sendikalara dayanan klasik solun işçilerin partisi olmaktan çıkıp (üniversite) eğitimlilerin tercihi olmaya evrilmesi –Piketty’nin Fransızcası 2019’da İngilizcesi 2020’de çıkan son kitabından bir veri- bu sürecin ekidir ancak bu dönüşüm neoliberalizmden hayli önce başlamış görünüyor.
Beşincisi bu dönemde “devletin küçülmediğini”, kamu borcunun gelişmiş ülkelerde dahi göğü deldiğini belirtmek lazım. İşin bu tarafı tam bir masaldır. Kamu mülkiyetinin “etkin” olmadığı da ideolojik bir gevezelik sayılabilir çünkü ekonomi kuramı böyle bir tez öne sürmemektedir. Etkin çalışan kamu işletmeleri olduğu gibi etkinlikten çok uzak özel işletmeler de vardır. Mesele ekonomik tasarım ve teşvikler meselesidir ki mülkiyetle ilişkisi olsa bile bu ilişki dolaylıdır. “Crony capitalism” ayrıdır ve ondan bahsetmiyorum bile.
Son olarak gelir dağılımı hızla bozulmuş, haliyle servet dağılımı da daha eşitsiz hale gelmiş ve mesela John Roemer’in (Yale) bir ölçümüne göre ABD’de 2008 krizine kadar geçen dönemde (1977-2007) vergi sonrası yaratılan yeni (ek) gelirin yüzde 39’u –vergi öncesi yüzde 47- nüfusun yüzde 1’ine gitmiştir. Esasen yüzde 1 toplam servetin yüzde 40’ını elinde tutuyor. Yüzde 1’lik gelir dilimine girebilmek için yılda 421 bin ABD Doları kazanmak gerekiyor. Dönemle ilgili bazı istatistiklerde ücret payının yüksek görünmesinin nedeni astronomik CEO primleri ve 1980 sonrası piramit şeklinde tasarlanan ücret yelpazesidir. Bunlar hariç ücret payı gerilemiştir.
Sonuç? 2008 sonrası neoliberalizmin asıl veya parlak dönemi sona erdi ancak önemli bir dönüşüm gerçekleştirilemedi; durum bir nevi idare edildi. Bu arada teknoloji hızla ilerledi çünkü bilim dev adımlarla yoluna devam ediyor. Ancak teknolojinin ekonomiye tercüme edilmesi gecikmeye başladı. Bakalım yeni bir düzenleme, yeni bir üretim deseni, yeni bir rekabet kipi, yeni bir teknoloji/karlılık karışımı ne zaman ortaya çıkacak ve çalışanlar/prekarya/kent yoksulları bundan nasıl etkilenecek?