Neler vardı, neler yoktu

Dr. Uğur TANDOĞAN
Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Siyaset sahnesinde çok duyduğumuz bir söylem var: “Eskiden şu yoktu; şimdi var” . Yılın son haftasını fırsat bilerek eskiden “Neler vardı, neler yoktu” diye düşündüm. İşte 50’li yıllardan, çocukluğumun geçtiği şirin ilçemiz Merzifon’dan hatırladıklarım…

Yeni bir yılın geldiğini babamın uyarısından anlardım. “Kartları yazıp postalayalım. Geç kalmayalım, ayıp olur” derdi. Sonra cebinden çıkarıp bir para verirdi. “Herhalde bu yeter. Yetmezse iste” ile konuşmasını noktalardı. Her seferinde de hesabını iyi yaptığı için verdiği para yeterdi. O zamanlar iletişim teknolojisi bu kadar gelişmemişti; internet yoktu. Ama posta vardı. Yılbaşlarında eşe dosta kart yollardık. Kart işinin de sorumluluğu bende idi. Kartları alır, yazar ve postalardım. Babam ilk yıl “Getir bakalım, unuttuğumuz kişi kalmış mı?” demişti. Sonra “Tamamdır, sen öğrendin. Artık ben unuturum, sen unutmazsın” deyip bana tam yetki devri yapmıştı. Zaman zaman aldığım kartları merak eder “Bakalım bu yıl ne güzeller var?” deyip kartpostallara bakardı. Ben çoğu kez deniz ya da kar manzaralı kartları seçerdim. Kasabamızda deniz yoktu. Deniz manzaralı kartların nedeni, belki deniz özlemi idi. Ama kar Merzifon’da fazlası ile vardı.

Kışlar Merzifon’da soğuk geçerdi. Aralıkta yerler çoğunlukla beyaz olurdu. Kar gecikse de “Yılbaşında muhakkak yağar” denirdi. Ve de yağardı. Kar, yılbaşı eğlencesinin önemli bir parçası idi. Mahallenin çocuklarının gündüz kızaklarla kaydığı ve buzlandırdığı doğal pistte gece ahşap merdiven ile iyi kayılırdı. Fakat merdiven muhakkak bir yerde devrilir, herkes karda bir yana savrulurdu. Ertesi yılki yılbaşı sohbetleri “Geçen yıl nasıl düşmüştük” gülüşleri ile şenlenirdi. Kadınlı erkekli, çoluk çocuk birlikte eğlenilirdi. Kaç-göç yoktu; “Yok başı açıldı, yok saçı gözüktü” yoktu. Çünkü koca mahalle bir büyük aile gibiydi. Kimse kimseye yan gözle bakmazdı. Komşular arasında karşılıklı saygı ve sevgi vardı. O dönemde etrafa kara çalan, herkesi kendileri gibi bilen, şehvet düşkünü yobazlar yoktu.

Doğalgaz da yoktu. Evlerde soba vardı. Saç sobaların yerini dökme kuzine sobalar alınca ev kadınları biraz rahatlamıştı. Bu sobalar çok fonksiyoneldi. Böreğin pişmesi için fırına gitmeye ya da komşunun bahçesindeki fırını kollamaya gerek yoktu. Börek yılbaşı sofrası için kuzinenin fırınında pişerdi. Kuzinenin üstündeki alan genişti. Bir tarafta çay kaynarken diğer tarafta mısır patlatılırdı. Zaman zaman da üstüne “Evin havası değişsin” diye mandalina ya da portakal kabukları konurdu. Ve de odayı kuzine ısıtırdı. Babam “Soğuk kış gününde misafire en büyük ikram, sıcak bir oda” der sobaya ekstra kömür atardı. Babam ilkokul öğretmeni idi. Bütçemiz kısıtlı idi. Ama o zaman bir ilkokul öğretmenin maaşı, ısınmasından bile kısacak kadar az değildi.

O dönemde raftaki içki şişesi yandaki şişeye bakıp “Vergin kadar konuş. Sen benim fiyatımın yüzde kaçının vergi olduğunu biliyor musun? Çünkü ben özelim ” diye hava atmazdı. Çünkü o zamanlar “Özel Tüketim Vergisi” diye bir vergi yoktu. Buna rağmen bizim evde içki tüketimi pek olmazdı. Bazen babam “Yeni yıldır, hadi birer kadeh bir şey içelim” derdi. Ama kendi içmezdi, misafire ikram ederdi. Misafirler arasında öyle içip zil zurna sarhoş olan birisini hatırlamıyorum. Gelen misafirler arasında içki içen olduğu kadar namaz kılan da olurdu. Namaz kılan birisi varsa “Yatsı okundu” deyip seccadeyi kapıp sessizce yan odaya geçerdi. Hatta namaz kılacak grubun kalabalık olacağını tahmin edenler seccadelerini de yanlarında getirirlerdi. Annem ev sahibi olduğu için diğer misafirlerin yanından ayrılmaz, daha sonra kaza namazı kılardı. Namazlarını kılanlar yine sessizce odaya dönüp eğlenceye katılırlardı. Gelişleri fark edilirse onları karşılayanların “Allah kabul etsin” sözlerini duyardım. Kimse kimseye karışmazdı. “İbadet de gizli, kabahat de” anlayışı vardı; ibadet ile show yapılmazdı. Ne namaz kılanlar içkiye ne de içki içenler namaza laf ederdi. “Bu Hıristiyan adedidir. Bizim dinimizde böyle yılbaşı kutlamak yoktur" diye Noel ile yılbaşını karıştırma cehaleti de yoktu. Kısacası bağnazlık yoktu; hoşgörü vardı. Yılbaşı coşku ile kutlanır, yeni yıla umutla bakılırdı.

İnsanlar o umutla milli piyango bileti alırdı. Çekiliş radyodan canlı olarak yayınlanırdı. Saati geldiğinde herkes biletini eline alıp okunan rakamlara kilitlenirdi. Bizim evde yeni yıl hediyesi piyango bileti idi. Babam hepimiz için bilet alır “Hadi bakalım, şansınız bol olsun” derdi. Fakat babam kendisi için bilet almazdı. Bir keresinde “Baba, niye kendine bilet almıyorsun. Bize çıkmıyor ama bakarsın büyük ikramiye sana çıkar” demiştim. O zaman gülmüş ve annemi göstererek şöyle demişti: “Oğlum, bana büyük ikramiye çıktı zaten”. Bizim aileye çıkan büyük ikramiyenin annem olduğunu bu şekilde öğrenmiştim. Bir de ben küçükken ablamın çeyrek biletine bir küçük ikramiye çıkmış. Ablam ikramiyeyi aldığında babama getirmiş. Babam da “O para senin şansına çıktı kızım İstediğin gibi harca” demiş. Ablam da evdeki herkese o paradan bir ufak hediye almış. Milli Piyango’dan bizim aileye, ablama çıkmış bir küçük ikramiye ve ufak tefek amortilerden başka bir şey çıkmadı. Ama her yıl bilet alırdık. Babam okulda öğretmen arkadaşlarının ortak biletine de katılırdı. Onlara da öyle fazla bir şey çıkmazdı. Ama her yıl onlar da bilet alırdı. Kimsenin aklında “Hile yapıyorlar. Hep kendi adamlarına çıkarıyorlar” diye bir kuşku yoktu. “Kalıyorsa para devlete kalıyor” inanışı hakimdi. Çünkü o zaman devletin kurumlarına güvenilirdi. Çünkü devlete güven vardı.

O zamanlar bir toplantıdaki bireyler cep telefonlarına binip her biri ayrı bir dünyaya uçmazdı. Çünkü bireyleri çevrelerinden soyutlayan cep telefonları yoktu. Toplantılarda her şey birlikte yapılırdı. İşte yılbaşı geceleri de böyle toplu kutlama ve eğlenceli bir birliktelikti. Birlikte oynanan oyunlar içinde en heyecanlısı tombala idi. Siyah torbadan taşları çekip sayıları okuyan, gür sesli birisi olurdu. Ama öyle mahkeme mübaşiri gibi bağıran biri değil; çoğu kez komedyen birisi. Her sayıyı değişik bir tonda okurdu. Bazı sayıların takma ismi vardı. Örneğin, elini torbaya daldırır, çıkardığı taşa bakar ve “Direkler arası” dediğinde herkes elindeki kartelada “11” sayısının üstünü kapatırdı; “Rampapa” ise “90" idi. Oyunun sonlarına doğru heyecan artar ve tek sayı ile tombala bekleyenler kartelalarını ellerine alıp, örneğin “Hadi bir 45” diye torbadaki rakamlara seslerini duyurmaya çalışırlardı. Bizim Komedyen bunu duyunca torbadan çektiği ilk taşın sayısını hemen söylemez, sonra usulca “kırk-beş” derdi. Bunu duyan heyecanlı tip “Tombala” deyip yerinde zıplardı. Bunun üzerine Bizim Komedyen “Hay allah; tersten okumuşum. Çıkan sayı 54” deyince kızılca kıyamet kopardı. Bu tür hoşluklarla Milli Piyango çekilişine kadar 3-4 el oynanırdı. “Bir çinko bile yapamadım” diye hayıflanan genç olursa “Kumarda kaybeden aşkta kazanır” sözü ile teselli edilirdi.

Saat 24:00’te ışıklar söndürülüp yakılırdı. Ama gerçek 24:00’te. Çünkü o zamanlar yaz saatini kışın da uygulama saçmalığı yoktu. Kutlamalardan sonra misafirler evlerine yolcu edilirdi. Misafirler yolcu edilirken kartopu oynanırdı. O hareketle ısınan misafirler gecenin ayazında evlerine üşümeden giderlerdi. Ve genç kızlardan bir türkü yayılırdı sokağa “Kar yağıyor, yağıyor; abamı giyeceğim/ İhtiyara varıp da baba mı diyeceğim”.

Son söz

Hepinize sağlıklı, mutlu, umut dolu bir yıl dilerim; “Gün eksilmesin pencerenizden”.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Mutsuz toplum 12 Kasım 2024
Süt meselesi 05 Kasım 2024