Neden şimdi artık herkes Yeşil oldu?
Geçen haftanın benim için, en ilgi çekici açıklaması, 30 Eylül tarihinde, IMF İcra Direktörü Kristalina Georgiyeva’nın Bloomberg’teki açıklamasıydı. Memleketteki kuru gürültüden sonra bana hayli doyurucu geldi. Hem IMF Başkanı’nın doktorasını Amerikan çevre politikaları üzerine yaptığını öğrendik hem de iklim değişikliği gündeminin, yeşil toparlanma başlığı altında, sistemin merkezine nasıl yerleştiğini artık iyice idrak ettik. Ayrıca, inanmayacaksınız şimdi ama Georgiyeva “Uğruna mücadele edebileceğimiz daha iyi bir dünya mümkün.” (There is a better world we can strive for.) dedi. Bir nevi, küreselleşme karşıtlarının kadim sloganına sahip çıktı.
Belki de ondan, mülakatı yapan Stephanie Flanders, Georgiyeva’ya Bulgaristan’daki Karl Marx Higher Instute for Economics’te tamamladığı üniversite eğitimini hatırlatarak, “Bu aralar Marx’ı yeniden okuyor musunuz?” diye de sordu. Neden şimdi artık herkes Yeşil oldu? COVID-19 küresel salgını dünyayı nasıl değiştirdi ve bu değişim Türkiye’yi artık nasıl bir olumlu dönüm noktasına getirdi? Nereden çıktı bu yeşil toparlanma? Gelin aklımdakileri anlatayım.
İklim değişikliği tehdidi dünyanın ana gündem maddesi oldu
Benim gençlik yıllarımda iklim değişikliğine dikkat çekenler hep muhalefetteydiler. Greenpeace, 1961’de kurulmuştu. 1970’lerde, 1980’lerde, 1990’larda kapitalizmin rekabet anlayışının dünyayı nasıl hoyrat kullanmamıza yol açtığını göstermek için dramatik farkındalık kampanyaları düzenlerdi. World Wild Life Foundation daha da eskiydi. Alman Yeşiller Partisi, 1990’ların başında kurulmuştu.
Ama bakın şimdi, artık büyük sermaye bile Yeşil oldu. Amerikan Ticaret Odası’nın “Sürdürülebilir Büyüme için Uluslararası Politika Koalisyonu"nun ”(International Policy Coalition for Sustainable Growth) faaliyetlerine bir bakın isterseniz. Avrupa Yeşil Mutabakatı açıklandı. COVID-19 sonrası “yeşil toparlanma” IMF’nin gündemine girdi. Çok alametler belirdi bir nevi. Ne oldu? İklim değişikliği tehdidi, artık, dünyanın ana gündem maddesi oldu.
Peki, neden böyle oldu? Birincisi, COVID-19 öncesinde de iklim değişikliği dünyanın zaten ana gündem maddesiydi. Hatırlayın, Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı yaptığı 2015 yılının sonunda, iklim değişikliğini engellemek için bir mutabakata varılmış ve Paris anlaşması ortaya çıkmıştı. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda da vurgulanan, 2030 yılına kadar karbon salımlarını azaltma hedefi oradan çıktı. Böyle bakarsanız ortada bir yenilik yok gibi duruyor. Konunun uzun vadeli bir küresel tehdit olarak önemi zaten kavranmıştı. Ama malum uzun vadede hepimiz ölüyorduk zaten...
İkincisi, İklim değişikliği meselesi, COVID-19 küresel salgını sonrasında, büyüme stratejilerinin odağına yerleşmeye başladı. Neden? Yeşil toparlanmanın artan istihdam getirme kapasitesinden dolayı elbette. Tarım topraklarının korunmasından yeniden ormanlaştırmaya, altyapının iklim şokları dikkate alınarak yenilenmesinden enerji tasarrufu odaklı bina yapımına, inşaat malzemesi, tekstil gibi geleneksel alanlarda biyo ve nano teknoloji vasıtasıyla ortaya çıkacak yenilenmeye; istihdam dostu bir politika çerçevesi getiriyor iklim değişikliği gündemi. Kamu zaten COVID-19 ve sonrasında özel kesime kaynak aktarmaya devam edecek, bunu orta vadeli bir başka meseleye çözüm getirerek yapmak daha anlaşılır ve daha kolay anlatılabilir ayrıca. İşsizliğin hızla yükseldiği COVID-19 kaynaklı ani duruş döneminden sonra, iklim değişikliği odaklı kamu destekleri vasıtasıyla bir yeşil toparlanma dönemi şekilleniyor. Bakın bu COVID-19 sonrası yeşil toparlanma meselesi hakikaten yeni işte.
Üçüncüsü ise, karbon vergileri vasıtasıyla iktisadi toparlanmanın fiskal ayağını da güçlendirmek mümkün olabilir. Bu aralar, kamunun artan destekleri ile ekonomilerdeki ani duruşun neden olduğu olumsuzlukların önüne geçilmeye çalışılıyor. Kamu harcamaları artıyor. Ama veciz bir biçimde ifade edildiği gibi, “bir yandan harcarken, bir yandan da fişlerin biriktirildiği” bir dönem bu, kime ne harcandığını görmek için.
Dördüncüsü, yeni teknolojiler vasıtasıyla artık karbon bazlı olmayan bir büyümenin mümkün olabileceğini biliyoruz. Dolayısıyla dünün büyüme/istihdam gündemi nedeniyle, iklim değişikliği konusuna itiraz etmek imkânı artık yok. Böyle bir itiraz imkânı olmadığını en iyi, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Birleşmiş Milletler konuşması ortaya koydu. Çin, bu çerçevede, 2060 yılına kadar net karbon salımlarını sıfırlayacağını duyurdu.
- Yeşil toparlanma, COVID-19 karamsarlığının getirdiği kolektif eylem problemine bir çözüm arayışı esasen
Beşincisi, ve, bana kalırsa, en önemlisi, COVID-19 sürecinin getirdiği karamsarlığı aşarak, bir an önce ileriye doğru güvenle bakmak açısından “yeşil toparlanma” manalı bir işbirliği çağrısı aynı zamanda. Ortadaki toplu eylem-kolektif eylem sorununa bir çözüm esasen. Şimdi hepimiz, dünyanın her yerinde, yarının ne getireceğini tam olarak bilmeden yaşıyoruz. Daha ikinci dalga gelmeden, birinci dalganın yanlış yönetimi kaynaklı bir artış yaşıyoruz vakalarda. Yalnız Türkiye’de değil, ekonomileri yeniden açtıktan sonra önem kazanan vaka tespit ve takip işini, yönetişim hataları nedeniyle beceremeyen Türkiye dâhil bazı yerlerde de. Vaka sayılarındaki bu artış sonuçta yeni kısıtlamalar, sokağa çıkma yasakları getirir mi diye oturmuş merakla bekliyoruz. Herkes ve bu arada özel sektör yatırım yapmadan adım atmadan bekliyor. Herkes ötekiler ne yapar diye bekliyor bir nevi...
İşte böyle bir ortamda, daha ileriye bakıp, yeşil toparlanmanın destek parametrelerini ortaya koymaya başlamak, özel sektörün çözüme odaklanması ve harekete geçmesi için son derece faydalı ve ufuk açıcı esasen. Herkes, elinde para beklerken, şimdi ileriye yönelik olarak manalı yatırım destekleri ile toparlanma sürecini bir odak etrafında organize etmek ve kolektif eylem sorununa kamu öncülüğünde bir işbirliği platformu ile çözüm bulmak mümkün esasen. işte “yeşil toparlanma” gündemi tam da o ortak işbirliği zemini olabilir. Zorluklarını ayrıca tartışırız ama önce fikrin hakkını teslim edelim...
- Türkiye halen Paris anlaşmasını 2016’da imzalayan 175 ülke arasında, anlaşmayı onaylamayan yedi ülke arasında. Diğer altı ülkeyi sayayım: İran, Irak, Eritre, Yemen, Sudan, Libya.
Peki, yeşil toparlanma gündemi Türkiye için ne manaya geliyor? Öncelikle isterseniz Türkiye’nin bu tartışmanın neresinde olduğunu tespit ederek işe başlayalım. Türkiye 2016 yılında Paris anlaşmasının ilk imzalayan 175 ülke arasında yerini almıştı. Bir nevi, ne yaptığımızı biliyor gibiydik o vakit. Ama 2016’dan sonra her iş gibi iklim değişikliği konusunda da derin bir sessizliğe gömüldük, ne biliyorsak onu yolda unuttuk...
Bugün Paris Anlaşması'nı ilk olarak imzalayan 175 ülkeden hala anlaşmayı parlamentosundan geçirip onaylamayan yedi ülke kaldı geriye ve Türkiye onlardan biri. Türkiye dışındaki altı ülkeyi sayayım siz vaziyeti anlayın isterseniz: İran, Irak, Eritre, Yemen, Sudan, Libya. G20 bünyesinde ise Rusya da onaylayınca, bir Trump’ın Amerikası bir de biz kaldık öyle ayrık otu gibi duran.
- Yeşil toparlanma gündemi Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yeni bir pozitif gündem oluşturmak için önemli bir fırsattır
Öncelikle Avrupa Yeşil Mutabakatı nedeniyle bizim esas ihracat pazarımızda bir yeniden yapılanma ortaya çıkacak. Bu durumun Türkiye’yi etkilememesi düşünülemez. Avrupa firmaları iklim değişikliğini önleme hedefleri çerçevesinde daha yüksek bir maliyetle çalışırlarken, bunun onların rekabet gücünü ortadan kaldırmaması için de tedbir alacaklar elbette. Ne yapacaklar? Avrupa pazarına giren malların karbon ayak izini dikkate alarak bir ek ithalat vergisi koyacaklar elbette. Sınırda karbon eşitleme vergisi dedikleri esasen bu bir nevi anti dampinge önlemi artık bu yeni dünyada. Malum Çin dahil norm değişiyor.
İkincisi, Yeşil toparlanma söz konusu olduğunda, şirketler kadar, kamunun da yapacakları önemli. Bugün Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde gündeme gelecek sınırda karbon eşitleme vergisi uygulamasının dayanacağı en kolay izlenebilir temel değişken “Bu ürünler ne tür bir enerji ile üretildi?” meselesi olacak. O vakit, işe enerji dönüşümünden başlamak son derece manalı, bana sorarsanız. Bu iş özel sektörün tek başına çözebileceği bir mesele asla değil. Nedir enerji dönüşümü? İlk olarak, karbon bazlı enerji kaynaklarının kullanımını sınırlandırmak elbette. Kömür ile üretilmiş elektriği kullanıyorsanız herhalde en kötü puanı alacaksınız mesela. Ayrıca bir yandan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelirken, diğer yandan da enerji verimliliği konusunda tedbir almak gerekiyor. Devlet öncülük etmezse olmaz demek bu.
Üçüncüsü, Yeşil toparlanma gündemi Türkiye için öncelikle Avrupa ile ilişkilerde pozitif bir gündem oluşturmak için önemli bir araç olabilir. Enerji dönüşümü konusunda Türkiye’ye finansman imkânları sağlanması, zaten daha önce Fransa ve Almanya tarafından gündeme getirilmişti. Türkiye’den geçen küresel değer zincirlerinin esasen Avrupa kökenli olduğu düşünülürse bu durum çok manalı. Doğrusu ben ortada sağlam bir pozitif gündem altyapısı olduğunu düşünüyorum. Hele bu Doğu Akdeniz karmaşasından çıkmak için yol arayanlar için...
Türkiye’nin artık vakit geçirmeden bu yeşil toparlanma konusuna odaklanmasında fayda var. Neden? Hem içinde yeni teknolojiler var hem istihdam yaratacak bir iktisadi büyüme imkânı var hem de Avrupa Birliği ile pozitif bir yeni gündem maddesi oluşturma ihtimali mevcut. Kamu maliyesinin güçlendirilmesini saymıyorum bile.
COVID-19 karamsarlığını Türkiye’nin üzerinden atmak ve kamu ve özel sektör için güçlü bir işbirliği ve yapısal reform gündemi tasarlamak için bu fırsat kaçmaz bana sorarsanız.
Malum, fırsatların kazası olmadığını demografik dönüşüm konusunda treni kaçırınca yirmi yıl sonra daha yeni idrak ediyoruz. Bakın bu da kaçmasın...