Neden “ani duruş” olmuyor?
16. yüzyıldan itibaren birçok yazar, İspanya’yı ekonomik buhrana götüren en belirgin sebep olarak, Moctezuma’nın laneti olarak adlandırdıkları Meksika ve Peru’dan toplanıp İspanya’ya getirilen değerli madenler olduğunu ifade edegeldi. Moctezuma II - bazı kaynaklara göre Montezuma II - Peru ve Meksika fatihlerinden (conquistador) Hernán Cortes’in Meksika’ya ayak bastığı 1519 yılında Aztek imparatoruydu. Bundan sonra İspanya ekonomisinin önlenemeyen düşüşü iki yüzyıl kadar sürmüş ve tarihte Hollanda Hastalığı (Dutch Disease) olarak da adlandırılan durumun ilk örneklerinden kabul edilmiştir. Bu konudaki araştırmalar 1981 yılından itibaren geniş bir literatür oluşturmaya başladı çünkü ticarete konu olan doğal kaynakların keşfi, imalat sektöründe istenmeyen sonuçlara neden oldu ve bu fenomen 1970’lerde doğal gaz fiyatlarını arttırarak Hollanda ekonomisini etkilediği için Hollanda Hastalığı olarak adlandırılmaya başlandı. Daha da ötesi, etkin bir çoğunluk da İspanya’yı Hollanda Hastalığı’nın ilk örneği olarak kabul ediyor. Daha genel açıdan “ani duruş” (sudden stop) örneği sayılabilir. Yabancı sermaye ve değerli madenler ülkelere akar ve sonunda aniden durur.
Klasik mekanizma şöyle çalışıyor. Kıymetli metallerin veya malların (altın, gümüş veya petrol) gökten düşmeye başlamasıyla – Amerikan madenlerinin sömürülmesi, aniden petrol yataklarının bulunması vb. - hem ticarete konu olan malların, hem de ticarete konu olmayan malların tüketimi artıyor çünkü refah artıyor. Ama ticarete konu olmayan mallar iç piyasada üretilmek durumunda olduğu için iş gücü ticarete konu olmayan mallar sektörüne kaymaya başlıyor. Böylece ticarete konu olmayan sektörde iş gücünün fiziki marjinal verimliliği düşerken, ticarete konu olan sektörde artmaya başlıyor. Dengede iş gücünün marjinal ürün değeri aynı olmak durumunda olduğundan ticarete konu olmayan malların ticarete konu olan mallar cinsinden fiyatı artıyor. Yani, döviz kuru reel olarak değerleniyor. Ticarete konu olan mallara olan talep olmayanlara olan talepten daha hızlı artıyor ve artan ithalat talebi dış ticaret açığını artırıyor. Ortaya çıkan yüksek ticaret açığı, ki cari açığa tercüme oluyor, ülkeye giren kıymetli madenlerin devlet (kamu) tarafından absorbe edilmeyen bölümüyle finanse ediliyor.
Bu süreçte ihracat da artabilir ama bu ticarete konu olan malların üretiminde kullanılan iş gücünün azalmasına rağmen veya o sayede böyle oluyor. İstihdam azalması ticarete konu olan sektöre verimlilik artışı olarak yansıyor. Kıymetli maden girişi sürdükçe ve beklentiler bu yönde geliştikçe ülkede hem refah, hem de tüketim artıyor.
Ancak, bu kadarı hikayenin sonu değil. Olsaydı zaten adına “hastalık” denmezdi. Söz konusu vaka genellikle spesifik faktörlerin varlığıyla, Arrow (1962) manasında yaparak öğrenmeyle, rant peşinde koşmayla veya beşeri sermayenin, insan kaynaklarının nitelik yitirmesiyle ilişkilendirilir. Yaparak öğrenme süreci patikaya bağlı olduğu için süreçteki kesinti ticarete konu olan sektörde know-how ve üretim yeteneklerinin kısmen kaybına yol açabilir. Ancak bu durumda söz konusu vakaya “hastalık” diyebiliriz.
2001 programı sonrası dış alemden fon akışlarının hızlandığı ilk yıllarda acaba böyle bir “hastalık” söz konusu olabilir mi diye düşünüldü. En sağlam sendrom aşırı değerlenmiş döviz kuruydu ve 2008’e kadar bu durum devam etti. İspanya örneğinde reel döviz kurunun volatilitesi de yükselmiş ve volatil hale gelen aşırı değerli kur 25 yıl kadar bu şekilde kaldığı için daha önce çok beğenilen İspanya anakarasının ihracat merkezlerinin mahvına yol açmıştı. Aşırı değerli kur ve ülkeye akan kıymetli madenler devletin aşırı borçlanmasına yol açtı. İspanya 16. yüzyılda üç kez borçlarını ödeyemez duruma düştü ve sonuncu krizde – 1575 - iç borçları da ödeyemedi. Sonunda döviz kuru büyük bir hızla devalüe olduğunda ticarete konu olan malların üretiminde sahip olunan know-how kaybedilmiş, daha önce İspanya’nın ihracat yaptığı uluslararası pazarlar başka ülkeler tarafından ele geçirilmiş durumdaydı. İspanya bir daha belini doğrultamadı. Acaba benzetme doğru olabilir miydi? Dünyadan aşırı fon akışı sağlayan gelişmekte olan bir ülke benzer bir durumla karşılaşır mıydı?
Fakat mekanizmanın, ancak ve ancak ülkeye giren kıymetli madenler sürekli gelirde (permanent income) bir artışa yol açtığı zaman işleyebileceği unutulmamalıydı. Yani refah etkisinin kalıcı olduğunun düşünülmesi lazımdı. Sonunda sorunun büyük olmasının nedeni ticarete konu olan malların üretiminde kalıcı bir düşüşe yol açmasıydı.
Bunlar olmuyor çünkü dünya finansal sistemi 2008-09 sonrası çok değişti. Negatif faizli tahviller ve negatif/sıfır faizlerin etkisi o kadar güçlü ki hangi hatalar yapılırsa yapılsın fonlama –bir eğilim olarak azalsa dahi- “ani duruşa” yol açacak şekilde kesilmiyor. Yani 2020’de kredi verilebilecek, iç talep canlanabilecek gibi. Bu işin iyi tarafı. Kötü tarafı şu: “Ani duruş” ihtimali azaldıkça radikal önlemler almak ve modeli değiştirmek için fazla teşvik kalmıyor. Yeni bir sıçrama yapmadan mevcudu devam ettirmek, mümkün oldukça modeli değiştirmek kolay olmuyor.