Ne kadar cari açık o kadar büyüme!
Eylül ayı ödemeler dengesi rakamları açıklandı ve bir kere daha gördük ki Türkiye’nin büyümesi ile cari açığı arasında çok güçlü bir ilişki var. Türkiye daha yüksek büyüme oranına erişmek için daha yüksek düzeyde cari açık vermek zorunda olan bir ülke. Yani büyüme arttıkça cari işlemler açığı da artıyor. Kısacası, “Ne kadar cari açık o kadar büyüme” diye özetlenebilecek bir büyüme modelimiz var.
Eylül ayında ödemeler dengesi üç ayın ardından 1 milyar 876 milyon dolar ile yeniden cari fazla verdi. Bu, son iki yılın en yüksek cari fazlası oldu. Bu rakamla, birikimli cari açık Ocak-Eylül döneminde 40,8 milyara indi. Mayıs ayında 60 milyar doları aşan 12 aylık açık ise 51,7 milyar dolar oldu.
Bunlar sevindiren ve beklenen rakamlardı. Her ne kadar cari dengenin düzelmesinde aylık 5 milyar dolara ulaşan turizm gelirlerinin katkısı göz ardı edilemese de mayıs ayından bu yana iç talebi baskılama yönündeki çabalar cari işlemler dengesine yansımış görünüyor. Dolayısıyla cari işlemler dengesinde verilen fazlalık ile iç talepteki soğuma ve ekonomik faaliyetlerdeki yavaşlama birbirleriyle uyum gelişmeler.
Bu da bizi “ne kadar cari açık o kadar büyüme” noktasına götürüyor.
Ne kadar içimize sinmese de bizim model belli: Üretebilmek için gerekli olan ara malları, hammadde ve sermaye mallarını bizde olmadığı için dışarıdan ithal etmek zorundayız. İthalat için ise para lazım. İçerideki tasarruflarımız bu ithalatı yapmaya yetmediği için büyümenin finansmanı amacıyla dışarıya, diğer ekonomilerin tasarruflarına müracaat ediyoruz. Ya borçlanarak ya da doğrudan yatırımlar veya portföy hareketleri ile dışarıdan bulduğumuz dış finansmanla dış alımımızı yani ithalatı yapıyoruz. Ardından, ithal ettiğimiz girdileri kullanarak üretiyoruz, yani büyüyoruz. Bu esnada ürettiğimizin bir bölümünü de ihraç ederek döviz geliri yaratıyoruz ama bu gelir her zaman ithalatın altında kaldığı için dış ticarette açık veriyoruz.
Cari açık finansmanının yüzde 60’tan fazlasını sıcak para ile gerçekleştiriyoruz
İşin finansmanını yapabildiğimiz ölçüde açık veriyoruz. Yani önce parayı buluyoruz sonra üretimde kullanacağımız girdileri alıyoruz. Maalesef bu tarafta, yani finansman tarafında da olmak istediğimiz yerde değiliz. Daha kısa vadeli ve sıcak finansmana katlanmak zorunda kalıyoruz. Son yıllarda çok daha az miktarda doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekebildiğimiz için cari açığın finansmanında daha kalıcı olan doğrudan yatırımlar yerine kısa vadeli olan portföy yatırımlarına başvurmak durumunda kalıyoruz. Cari açık finansmanının yüzde 60’tan fazlasını sıcak para ile gerçekleştiriyoruz. Son yıllarda onda da zorlandık; soğuğundan vazgeçtik, “soğuk sıcak fark etmez yeter ki gelsin” der olduk.
Cari dengedeki iyileşme ekonomideki soğumaya bağlı
Kısa vadeli borçlanmaya olan bu bağımlılık nedeniyle verebileceğimiz cari açığın miktarını da çok büyük ölçüde küresel piyasa koşulları ve bizim borçlanabilme kapasitemiz belirliyor. Eğer fon sahipleri nezdinde bizim ekonomimize dair şüpheler yoksa; küresel koşullar borçlanmaya uygunsa, Türkiye de bu sermayeyi çekebilecek boyutta getiri sunabiliyorsa daha fazla açık vererek daha yüksek büyüme imkânına sahip oluyoruz.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek cari dengede son iki ayda 7,3 milyar dolarlık bir iyileşmeye dikkat çekiyor. “Program öngörülerimiz doğrultusunda bu iyileşmenin devamını bekliyoruz" diyor.
Şimşek’in de söylediği gibi cari dengedeki iyileşme ekonomideki soğumaya bağlı olarak önümüzdeki aylarda da devam edebilir. Ancak bu iyileşme cari açık sorununu çözdüğümüz anlamına gelmiyor. Cari denge düzeliyor çünkü ekonomi soğuyor ve biz daha düşük bir büyümeye razı oluyoruz.
Kısacası, ne kadar az büyüme, o kadar az ithalat ve o kadar az cari açık…