Mustafa Kemal Atatürk’ü anarken ihracat
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayınlanan ihracat ve ithalat rakamlarına baktığımızda, dış ticaret fazlası verdiğimiz sadece 16 yıl olduğunu görüyoruz.
Bunların da 1930 ve 1937 yıllarını kapsayan 8 senesi Atatürk dönemine denk geliyor.
Daha sonra 1939 ve 1946 yıllarını kapsayan 8 senede de dış ticaret fazlası vermişiz.
Arada kalan 1938 yılında da ihracatın ithalatı karşılama oranı %96.7 olmuş.
Maalesef ekonomik çöküntü yaşamış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bıraktığı borçlar ile Kurtuluş Savaşının yarattığı sarsıntıların ardından yaşanan, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki dar ekonomi döneminde 1923 ve 1929 yılları arasında açıklar yaşanmıştı.
1929 yılında yaşanan Büyük Buhran zamanında ihracat 74 milyon 827 bin ABD Doları ve ithalat da 123 milyon 558 bin ABD Doları olunca, ithalatın kontrol altına alınması ve yerli üretimin arttırılarak iç tüketimin amacıyla yatırımlar yapılması sonucunda, dış ticaret fazlası verilmeye başlanmıştır.
O yıllarda ve ilerleyen zamanlarda ve hatta rahmetli Turgut Özal tarafından yapılan atılımlara kadar ihracatımızın ağırlığını geleneksel ürünler oluşturmaktaydı. İhracatı yapılan ürünlerin neredeyse tamamına yakını tütün, fındık, pamuk, çekirdekli kuru üzüm, zeytinyağı, gülyağı, tiftik gibi tarım ürünlerinden oluşmaktaydı. Bu ürünlere ek olarak daha sonraları madenler ve özellikle krom madeni ihracatı da devreye girmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni Cumhuriyet Hükümeti’nin, kısıtlı bir süre için de olsa, anlaşmalar nedeniyle gümrük vergilerini değiştirememesi ve savaş sonrası canlanma sonucu dış ticaret açığı %25 ile %40 arasında değişiyordu. İlerleyen yıllarda gümrük vergileri üzerindeki kısıtlamaların kalkması ile ithalat vergileri arttırılarak döviz çıkışları kontrol altına alındı. Tüketim mallarının bir kısmının yurt içerisinde üretilmeye başlanmasıyla uygulanan korumacılık da ithalatın hızla yükselmesinin önüne geçmiştir.
Türk mallarının ithalatını yapan ülkelerden ithalatın kolaylaştırılması da dış ticaret açıklarını dengeleyen bir unsur olmuştur. Kliring adı verilen bu sistemde anlaşmalı ülkelerden, çoğunlukla da eski Sovyetler birliği ülkelerinden yapılan ithalat ve ihracat bir hesap üzerinden kontrol edilerek, hem yabancı paraya ihtiyaç duymadan ve hem de açık verilmeden ticaret yapılması sağlanıyordu.
Tüketim mallarının üzerindeki vergilerin arttırılması, ara malları ve hammaddelerin ithalatında uygulanan vergilerin düşürülmesi de dış ticaret açığının kontrol edilebilmesinin arkasındaki etkenlerdir.
1947 yılında başlayan dış ticaret açığı bugüne kadar değişik seviyelerde süregelmektedir. Hükümet politikaları çerçevesinde ticaretin serbestleşmesi, dövize erişimin kolaylaşması, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değerli kalması da açıkları tetikleyici olmuştur. 1980’li yıllardan itibaren ihraç ürünleri yelpazemizin genişlemesi ile ihracatımız sürekli artmış olsa da dış ticaret açıklarımız geniş açısını korumuştur.
Son yıllarda dış ticaret açığında görülen azalmanın arkasında yatan neden keşke ihraç ürünleri değerlerinin artması, ithal ürünlerin iç piyasada üretilebiliyor olması olsa idi.
Ancak bunun gerçek nedeni, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında ciddi boyutta değer kaybetmesi sonucu, iş insanlarının mecburiyet dışında ithalattan kaçınır olmalarıdır.
Benim Türk iş insanlarına güvenim tamdır…
Daha yüksek katma değerli ürünlerle ihracat yelpazesini zenginleştireceği ve ithalatın önünü kesecek üretimler yaparak, dış ticaret açığını gerçekten azaltacağı günleri göreceğimize inanıyorum.