Müsibet, nasihat ve yaratmak istediğimiz sonuç

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Bir yazı insanı, saha gözlemcisi ve anlatımcısı olarak günlük politikanın at koşturduğu alanlardan hep uzak durmaya çalıştım. Günlük politikayı “kesin bilgi sahibi olmadan genelleme yapma alanı” olarak değerlendirdim. Bu yazıda paylaşmak istediğim düşünceler de, günlük anlatımlardan çok, uzun soluklu gelişme yaratmakla ilgili olacak.

Önce bir yazı insanı olarak, “kısa mesajla iletişim kurarsınız, ama asla düşünce geliştiremezsiniz” genellemesine katılıyorum. Kısa mesajlı iletişim üzerine kurulu tartışmaları, “küçük resmin ayrıntılarına saplanarak, büyük resmi gözden kaçırmak” gibi sonuçlar yarattığını iddia edenlerin düşüncelerini onaylıyorum. Olay ve olguların sonuçlarına “yüzde 90 zamanımızı harcarken, dip dalgalarla ilgili eğilimlere az zaman ayırdığımızı” söyleyenlerin de yüzde 100 haklı olduklarını düşünüyorum. Yazarken, “ayrıntı bilgisine sahip olmadığımız konularda, söyleyenin tutsağı olacağımızı, yazı insanının asla düşmemesi gereken megafonluk” yapmamak gerektiğine inanıyorum. Yazı insanının, “ben bütün tarafların görüşlerini aktarıyorum, herkese uzak mesafede duruyorum” tezinin doğru olamayacağını, Christiane Amanpur’un anlatımıyla bunun “sahte ahlaki eşdeğerlilik” olduğu saptamasını da onaylıyorum. Yazdığımız mecraların “platform” olduğunu, “yazı insanın platform olmasının” doğru bir tutum olmayacağını da sürekli yineliyorum.” Kendimizi yankı odamızın içine hapsetmenin” okuyucuya ve topluma bir değer katmadığını, tersine değer aşındırdığını da her fırsatta tartışmaya açıyorum. Bildiklerimizi “ortak paydaya indirerek” daha geniş kitlelere ulaştırmanın da temel sorumluluğumuz olduğunu gözden ve gönülden ırak tutmuyorum.

Bütün bu ilkeleri dikkate alarak, ülkemizin yaşadığı, seçilmiş bir yönetimi örgütlü bir ayaklanmayla ortadan kaldırma girişimi sonrasını, Uzakdoğu halklarının atasözünün süzgecinden geçirerek değerlendirmek istiyorum: “Düşmanını öğretmen yapmasını bilmeyen hedeflerine ulaşamaz!”.

Kenichi Ohmae’nin basamakları

Ohmae, “kalkınmanın merdivenleri” tezini toplumun yarattığı GSMH’nın kişi başına düşen payına dayanarak açıklıyor: Kişi başına, bugünkü değerle anlatmak gerekirse, 20 bin dolar gelir yaratan ülkelerde, demokrasinin gerekleri yerine getiriyor; kimse meşru yönetimleri zorla devirmeye kalkmıyor, hukuk devletinin uygulanması ve hukukun üstünlüğü yerli yerine oturuyor. Bu varsayıma bir ekleme yapmak istiyorum; kişi başına geliri 20 bin doların üstüne çıkardığınızda, “tek tip düşünce” itibar görmüyor; “çok seslilik, çok kültürlülük ve toplum sözleşmesinin dayanıklılığı artıyor”; barış, kardeşlik içinde daha ileri refah yaratmanın yollarını açıyor.

Ülkemizin 15 Temmuz 2016’da yaşadığı olaylar sonrasına hep şu varsayımla yaklaştım: Ülkeyi kısa zamanda orta gelir tuzağından uzaklaştırarak, kişi başına 20 bin dolar gelir yaratmanın gerek ve yeter şartlarını açıkça sorgulamalıyız. Kalıcı, güvenli ve uzun soluklu yol, toplumun gelirini artırmak, eğitim fırsatları yaratmak, genç nesilleri ciddi biçimde eğiterek, kimsenin serbest seçimler dışında bir yolla iktidar olamayacağını zihinlerde iyice perçinlemektir.

15 Temmuz 2016’dan sonra ilk önemli değerlendirmemi Karacadağ Kalkınma Ajansı’nın düzenlediği Diyarbakır’daki toplantıya Hakan Güldağ’ la birlikte katıldığımızda yaptım. 4 Kasım 2016 günü yapılan toplantıda, “Cazibe Merkezleri Projesi ve Diyarbakır Örneği” başlıklı analizi sözlü olarak anlattım, yaklaşık 300 adet de yazılı broşür olarak ilgililerine ilettim.

Yaklaşık 10 sayfalık analiz Feynman’ın bir saptamasıyla başlıyordu: ”Yapmadığım şeyi anlayamamışımdır”

Analizin içeriği

Yaptığımız analiz, 9 başlıkta sunuluyordu: 1)Yürürlükte olan teşviklerden yararlanma, 2)Yeni teşvik mevzuatının anlaşılması ve uygulanması, 3) Genişletme ve modernizasyon yatırımları, 4)Yeni yatırım olanakları, 5) Hayvancılık, Gıda ve Karma OSB, 6) Lojistikte olanak ve kısıtlar, 7)Karşılaştırmalı üstünlük: Sağlık Serbest Bölgesi, 8)Güvenlik ve istikrar sorunu, 9)Yerel liderlik ve aktörlerin işbirliği.

Cazibe Merkezler Projesi’nin kapsadığı alanların hassasiyetini bildiğim için dengeli bir dille yaptığım analizin çok net bir hedefi vardı: Bir proje ortaya koyarak, belli hedefler belirlemek başlı başına önemlidir. Önemlidir, çünkü “En büyük maliyet hedefsizliktir.”

Amaçları belirlenmiş, hedefleri öngörülmüş, politikaları tasarlanmış, stratejileri kurgulanmış proje-odaklı çalışmaların her zaman yanında durmaya çalıştım. Cazibe Merkezleri Projesi’nin de iddialarına erişmesinin, halkımızın maddi ve kültürel zenginliğine katkı olacağını düşünerek; nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini tartışma gündemine sundum. Bugün alınan sonuçlarla analizimizdeki değerlendirmeler arasındaki etkileşimi bilenler huzurunda sorgulanmasını çok isterim.

Bölgelerde de proje odaklı teşvik gerekiyor

Çalışmanın bir yerinde aynen şu cümleyi yazmıştım: ”Diyarbakır’da günü kurtaracak, geleceği inşa edecek olan bir strateji üretmek istiyorsak, mevcut yapıların üretkenlik ve verimliliklerini geliştirmeliyiz; geleceği inşa edecek alanlar keşfederek onları tanımlamalıyız ve yaşama taşımak için eşzamanlı çabalarımızı sürdürmeliyiz. Sağlıklı ilişkiler kurarak yönetişim kalitesini artırmalıyız ki, yaratmak istediğimiz sonuca ulaşabilelim”.

Ülke için tasarlanan bütün projeler gibi, bölgelerde de genel ve kategorik teşvik sistemleri yerine, proje-odaklı teşvik sistemine geçersek… Projelerin geribildirim mekanizmalarını işletir; ödünsüz gözetim ve denetimi açık biçimde yapabilirsek… Projelerde öngörülen ve yaratılan sonuçları sorgular, sapmaları düzelterek, bütün açık enformasyona dayalı sistemler gibi kendini yeniden üreten mekanizmaları işletebilirsek, her anlamda daha dayanıklı ve sağlıklı sonuçlar yaratabiliriz. Bölgesel kalkına önlemlerini de anlamlı hale getirebiliriz.

Geçmişten ders almak

Geçmişte yaşadığımız olay ya olguları inkarcı bir anlayışla görmezden gelmek kolaycı yoldur. Yaşanmış olanlara “ Bir müsibet, bin nasihatten yeğdir” diyen halkın akıl birikimi odağından bakmalı; “düşmanımızı öğretmen yapan” bir tavır içinde olmalıyız ki, aynı yanlışlar toplumsal yaşamımızda bir kere daha tekrarlanmasın.

Yaşananlara “öfke ve kinle” yaklaşmamalıyız. “Kin ve ve öfke insan yüreğine yük zihnine gölgedir”. Kin ve öfkeye paçamızı kaptırsak, geçmişte yaşananlardan gerekli dersi çıkaramaz, sağlıklı bir gelecek kuramayız.

Geçmişte yaşananlara bir “üzüntü kaynağı” olarak sürekli zihinde tutmamalıyız; enerjimizi ve aklımızı bu üzüntüleri gelecek nesillerin de yaşamaması için sistemi sağlam zeminler üzerinde inşa etmeliyiz.

Yaşananları bütün yönleriyle “kabullenir ve sorgularsak” daha iyi “anlamlandırabiliriz”. Bilgi, uygulayabildiğimizdir. Anlama, bilgiye akıl katabilmektir. Anlamlandırma da, anladıklarımızdan yeni ürünler, yeni iş yapma metotları geliştirerek toplumun işini kolaylaştırmak ve refahını artırmaktır.

Çok sık yineliyorum ama okuyucunun hoşgörüsüne sığınarak bir kez daha anımsatmak istiyorum: “Metot o kadar önemsizdir ki, sadece esası etkiler…” Gelin sağlıklı bir gelecek inşası için önce düşünme ve tartışma metotlarımızı sorgulayalım ki, ülkemize enerji kaybettiren gereksiz olaylarla bir kere daha yüzleşmeyelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar