Mükellef mükellefin bekçisi midir?
Vergi, tanımı uyarınca devlet tarafından cebren (zorla) tahsil edilir. Cebrî tahsilat yetkisine sahip olan devletin bu tahsilatı sağlamak için bir organizasyonu (Maliye teşkilatı) ve bu organizasyonda çalışan binlerce memuru bulunmaktadır. Dolayısıyla, gelirlerini toplamak için gerekli her türlü araca ve yasal yetkiye sahip olan devletin tahsilat riskini de üstlenmesi gerekir. Bununla birlikte, yapılan bazı idari düzenlemelerle devletin (Maliye İdaresinin) verginin tahsilatında mükellefleri birbirinin takipçisi ve bekçisi yapmaya çalıştığı durumlar olmaktadır. Kanunlarda bu yönde açık düzenlemelerin olmamasına rağmen vergi tahsilatında mükelleflerin birbirinin bekçisi yapıldığı durumlar özellikle vergi iadesinin yapıldığı durumlarda karşımıza çıkmaktadır.
Yakın zamanda bu yönde yapılan düzenlemelerden birisi 35 seri numaralı KDV Tebliği ile yapılan düzenlemedir. Söz konusu düzenleme öncesinde kısmi tevkifata tabi işlemlerden kaynaklanan KDV iade taleplerinin yerine getirilmesinde, alıcı tarafından 2 No.lu KDV beyannamesi ile beyan edilen ve tahakkuk ettirilen KDV’nin ödenmiş olması şartı aranmazken, 35 seri numaralı Tebliğ ile “şartı aranmaz” ifadesi “şarttır” olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik, mükellefleri kısmi tevkifatlı işlemlerde KDV iadesi alabilmek için işlemin diğer tarafı olan şirketin yaptığı tevkifatı Maliye’ye ödemesini beklemek durumunda bırakmıştır. Bu değişiklik ile Maliye, cebine girmeyen bir parayı iade etmek istemediği için hiçbir cebri tahsilat yetkisi ve yapılan tevkifatın beyan edilip edilmediğini, ödenip ödenmediğini bilme imkânı olmayan iki özel hukuk kişisinden birini diğerinin bekçisi yapmaya çalışmaktadır.
Söz konusu düzenleme nedeniyle KDV iade talebi reddedilen bir mükellefin açtığı davada Danıştay 4. Dairesi, 2021/2647 Esas numaralı dosyada 9 Eylül 2021’de verdiği kararla 35 seri numaralı Tebliğle yapılan bu değişikliğin yürütmesini durdurmuştur. Danıştay’ın kararındaki gerekçe şöyledir: “…her ne kadar Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değisiklik Yapılmasına Dair 35 Seri Nolu Tebliğin 15. maddesiyle, iade taleplerinin yerine getirilmesinde, alıcı tarafından 2 No.lu KDV beyannamesi ile beyan edilen ve tahakkuk ettirilen KDV'nin ödenmis olması sartı öngörülmüs ise de, Katma Değer Vergisi Kanununda ödenmiş olma sartına yer verilmediğinden, bu haliyle, Kanunda Hazine ve Maliye Bakanlığına tanınan yetkinin sınırları aşılarak düzenlenen ve mükelleflere Kanunda yer almayan bir yükümlülük yükleyen dava konusu Teblig hükmünde hukuka uygunluk bulunmadığı ve uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğmasma yol açabileceği dikkate alındığında, Tebliğ hükmünün yürütmesinin durdurulması gerektiği sonucuna varılmıştır.”
Danıştay özetle, Anayasa’nın 73. maddesinde vücut bulan verginin kanuniliği ilkesine atıf yaparak söz Tebliğ değişikliği ile mükelleflere getirilen bu yükümlülüğün idari bir düzenlemeyle yapılamayacağı ve Maliyeye böyle bir yükümlülük getirme yetkisi verilmediğinden yola çıkarak Tebliğin ilgili bölümünün yürütmesini durdurmuştur. Bu karar uyarınca, Tebliğdeki söz konusu değişiklik dikkate alınmadan eskiden olduğu gibi KDV iadelerinin yerine getirilmesi gerekir.
Danıştay’ın kararının bu aşamada sadece Tebliğin ilgili kısmının yürütmesini durdurduğunu ve esas hakkında henüz bir karar vermediğini, yani tebliği şimdilik iptal etmediğini (veya hukuka uygun bulmadığını) belirtmek gerekir. Ancak bir sürpriz olmazsa, kararın gerekçesi Tebliğin söz konusu kısmının iptal edileceğini öngörmemize yetecek ipucunu vermektedir. Eğer böyle bir iptal gerçekleşirse KDV Kanunu’nda bir düzenleme yapılmadığı sürece söz konusu uygulama tamamen kaldırılmış olacaktır. Geçmişte kur farklarının KDV matrahına dahil olduğuna dair yasal düzenleme olmadığı gerekçesiyle Danıştay’ın KDV Uygulama Genel Tebliğinin ilgili kısmının iptali gerektiği yönünde karar vermesi üzerine KDV Kanununda değişiklik yapılmış ve Tebliğdeki uygulama devam ettirilmişti. Bu sefer Danıştay önden yürütmeyi durdurarak ihtiyatlı davranmış oldu; ancak umarım bu haksız uygulama kanunda yapılacak bir değişikle yasal hale getirilmez!
Vergi iadesinde mükelleflerin birbirini denetlemeye zorlandığı diğer bir uygulama da gelir vergisi tevkifatı (stopajı) iadesinde yaşanmaktadır. 252 seri numaralı Gelir Vergisi Genel Tebliği uyarınca, nakden iade taleplerinde ticari kazançlar ve zirai kazançlara ilişkin olarak tevkif yoluyla kesilen vergilerin vergi sorumlusu tarafından ilgili vergi dairesine ödenmiş olduğuna ilişkin belgenin bir örneği iade dilekçesine eklemek zorundadır. Vergi sorumlusunun yaptığı tevkifatı beyan etmediği veya ödemediği durumlarda bu belge ibraz edilemediğinde, mükellef bu durumu bağlı olduğu vergi dairesine bildirir ve iade talep edilen vergi dairesi tevkifatı yapmakla yükümlü vergi sorumlusunun bağlı olduğu vergi dairesiyle iletişime geçip verginin beyan ve ödenmesini sağlayıp ondan sonra tevkifat iadesini yapmaktadır.
6 Ekim 2021 tarihinde yayımlanan 315 seri numaralı Gelir Vergisi Genel Tebliği ile yapılan değişiklik ile yapılan tevkifatın ödendiğine ilişkin belgeyi sunmak zorunda olanların kapsamına kurumlar vergisi mükellefleri de dahil edilerek kapsam genişletilmiştir. 315 seri numaralı Tebliğ taslak olarak kamuoyu ile paylaşıldığında inceleme ve teminat aranmadan yapılan tevkifat iadelerindeki ödenmiş olma şartını inceleme raporu veya YMM raporuna dayanılarak yapılan iadelere de uygulamayı öngörmekteydi. Neyse ki, kapsam bu kadar genişletilmedi. Tebliğde tevkifatın ödenip ödenmediğinin vergi dairesince GİBİNTRANET/Yönetim Bilgi Sistemi ekranından tespit edilebilmesi durumunda, artık mükelleften kağıt ortamında belge istenmeyeceğine ilişkin düzenleme olumlu olsa da bu düzenleme tevkifatın ödenmemesi halinde iade talep eden mükellefin iadesini alamama veya geç iade alma sorununu çözmemektedir.
Yukarıda KDV iadesine ilişkin Danıştay Kararının gelir vergisi tevkifat iadelerini de etkileyeceğini düşünüyorum. Bakalım ilk davayı kim, ne zaman açacak? Hele tebliğin hukuka aykırılığı ortaya konulursa, iade talepleri Tebliğde belirtilen şartlar nedeniyle ret olunan veya iadeleri geciken mükelleflerin uğradıkları zararlarının tazminini de istemeleri mümkün hale gelebilir.
Sözün özü: Her koyun kendi bacağından asılır.