Mucize çözüm arayışları hüsranla bitebilir
21 Ekim’deki son Para Politikası Kurulu toplantısına kadar ben de dahil ekonomi yorumcularının neredeyse tamamının ekonomik göstergelerdeki gidişat ile ilgili teredütleri vardı. Özellikle Merkez Bankası tarafından gelen çelişkili açıklamalar enflasyon, büyüme, işsizlik gibi temel ekonomik göstergelerdeki kısa ve orta vadeli gelişmeler konusunda tahmin yapmayı oldukça zorlaştırmıştı. Ancak son toplantıda alınan kararın kendisi, karar metnindeki ifadeler ve o günden sonra Sn. Kavcıoğlu tarafından yapılan açıklamalar artık görünümü oldukça netleştirmiş bulunuyor. Çok kısaca ifade edersek, Türkiye’de enflasyonun ucunun açık bırakıldığı, buna karşılık büyümenin maksimize edilmeye çalışıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu bize ister istemez 80’li ve 90’lı yılların ekonomi politikalarını hatırlatıyor. Tabii, önemli 1-2 farkla. Kurların serbest olması ekonominin o dönemlerde olduğu gibi bir anda ağır bir krize girmesini engelliyor. Öte yandan, o dönemlerden beri Türkiye’nin daha açık bir ekonomi haline gelmiş olması ve dolarizasyon oranının çok artmış olması ise ekonomi politikalarının etkinliğini azaltıyor.
Dün gelen enflasyon verileri sonucunda 12 aylık tüketici fiyatları enflasyonunun yüzde 19,9 olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Rakamın yüzde 20’nin altında kalmış olması da güzel bir tesadüf. (Bazı alternatif ölçümler ise bu rakamın yüzde 50 civarında olduğu yönünde.) Aylık enflasyon beklentileri yüzde 2,76 seviyesindeyken enflasyonun yüzde 2,39 gelmiş olması hiç kuşkusuz Sn. Kavcıoğlu açısından da sevindirici bir haber. Aynı zamanda bu ay “C” kod adlı çekirdek enflasyon verisinde de yüzde 16,98’den yüzde 16,82’ye rakamsal olarak az da olsa, sembolik önemi açısından önemli bir düşüş kaydedilmiş bulunuyor. Böylece son PPK metninde yer bulan yıl sonuna kadar politika faizinde yapılacak aşağı yönlü düzeltme için de yeterli bir alan “yaratılmış” bulunuyor. Bu indirimin 100 baz puanın altında olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Ekim ayı enflasyon rakamları son dönemde meydana gelen bazı anomalilerin artarak devam ettiğini de gösteriyor. Örneğin, 14 aydır devam eden tüketici ve üretici fiyatları arasındaki makasın yüzde 26.4’e çıkarak yeni bir rekor tazelemesi söz konusu. Bu durum üreticilerin karşı karşıya kaldıkları maliyet enflasyonunu nihai fiyatlarına yansıtamadıklarını göstermekte. Böyle bir durumda bu kesimleri fiyat artışları konusunda “suçlu” ilan etmenin de hiç bir dayanağı kalmamış bulunuyor.
Ekonominin son 4 yılda üçüncü defa ağırlıklı olarak kamu bankaları kanalıyla canlandırılması söz konusu. Zaten 3 büyük kamu bankası da son kararın hemen akabinde kredi faizlerini Merkez Bankası politika faizleriyle aynı oranda düşürdüklerini ifade ettiler. Ancak bu suni canlandırma programlarının her seferinde finansal bilançoları zayıflattığını ve altta yatan riskleri artırdığı da bir gerçek. Tek bir örnek verirsek, halka açık bilançolarından da görüldüğü gibi uzun zamandır “eksi” faiz marjıyla çalışan kamu bankalarının son kararla bu marjlarının daha da eksiye sürükleneceği çok açık. (Böyle bakıldığında bugünkü konjonktürde enflasyonun kontrolden çıkmasını engelleme konusunda tek bir çıpa olabilecek maliye politikasının ne kadar “sıkı” olduğu da tartışılabilir.)
Peki, normal şartlarda gerçekten de bir suni canlandırma programına daha ihtiyaç var mıydı, acaba? Ne kapasite kullanım oranları, ne de Satın Alma Yöneticileri endeksi (PMI) enflasyon pahasına alınan böyle “acil” bir aksiyonu haklı çıkaracak noktada değiller. Ekim PMI’ı ekonomide bir gerileme değil, toparlanma hızında göreceli bir azalmaya işaret etmekte. Asıl problem ise devam eden işsizlik ve artan enflasyon karşısında hanehalklarının keskin bir şekilde gerileyen alım güçleri. Ancak bu problemlerin kısa vadede mucize bir çözümü yok.
Enflasyonda yaşadığımız (açık veya örtülü) artış en çok ücretli kesimleri ve orta sınıfları vuran zımni bir vergiden başka bir şey değildir. Ancak, ekonominin bugünkü geldiği konumda alım gücü iyice gerilemiş orta sınıfların gelir kaybını önleyici ücret artışları yapmak da sadece enflasyonu daha da artıracak ve kısa vadede siyaseten istenilen sonuçların elde edilmesine imkan vermeyecektir.