Mobilitenin geleceği (II)
Mobilitenin yarattığı yeni değer zincirini anlamak için hep ulaşımla ilgili yerlere bakıyoruz. Ancak benim bu değeri en kolay gördüğüm yer Pegasus uçuşlarının ulaşımla ilgili bölümü. Parayı mobilize etmeyi başarırsanız fiyat listenizde yüzde 20’lik indirim uygulayabiliyorsunuz.
Ford Otosan ve Driventure’un düzenlediği Future of Mobility 2025 etkinliğindeki izlenimlerimi anlatmaya bu yazıda anlatmaya devam edeceğim. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi bu yazıda biraz eleştiri ve biraz da öneri yer alacak.
Öncelikle şunu belirtmeliyim; etkinlik yurtdışında gördüğüm örnekler kadar ve hatta daha iyi kurgulanmış başarılı bir performansı başından sonuna kadar sürdürdü. Bu mutlu aile tabloları son dönemde bende bir sıkıntı yaratıyor. Bunun nedeni, mutlu aileye karşı olmam değil ancak günümüzdeki iş modellerinin “ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” şeklinde sonlarla değil, “ejderhayı yendikten sonra kötü büyücü ile karşılaştılar ve sonra” diye devam etmesi.
Bu yüzden son dönemde her şeyin bir DevOps süreci olarak değerlendirilmesi ve eldeki imkânlarla sorunlara çözüm bulunması dışında bir seçeneğin kalmadığını düşünüyorum ve anlatıyorum; keyfe keder işler ya da “pilot yaptıktan sonra iki senelik bir süreç sonunda şunu kurduk” gibi yaklaşımlar artık geçerli değil. Bu nedenle bizim için orta gelir ve orta zekâ tuzakları kadar önemli bir tehdit, dijital dönüşüm olarak karşımıza çıkıyor. Dijitalleşmiş bir dünyada, buna uygun yenilikçi iş modelleri ile yeni bir hayata başlamak dururken biz yıllardır dijital dönüşüme saplandık kaldık. Gençler üniversitelerin duvarlarının arkasına hapsedilirken 1990’larda bilgisayarcılar ve internet cafe’ler ile yarattığımız büyük başarıyı bir daha yaratma imkânını ortadan kaldırıyoruz. İnsanlar buralarda bilgisayarın içinin ve internetin sırlarına vâkıf olurken, benim kısa süre çalıştığım bilgisayarcıda Novel üzerinde koşan beş bilgisayarlık network kurmaktan mahallenin kebapçısına bilgisayar satmaya kadar birçok başarıya imza atmıştık.
Her ikisinin de kendine göre deneyimler yarattığını hatırlıyorum. Novel sisteminde bir makinenin işlemcisini ve RAM’ini yükselterek sunucu haline getirmiş ve diğerlerini ona bağlamıştık. Buradaki en önemli donanım sıkıntısı, Intel’in Pentium 4 işlemcileri ile yükseltme yapan arkadaşın fanın pinini güce bağlamaması oluyordu. Intel’in bu yeni nesil işlemcileri güçlüydü ama bu güç beraberinde aşırı ısınma getirdiği için işlemcinin üzerine yerleştirdiğiniz bir fan ile işlemciyi soğutuyordunuz. Fanı takıp elektriğe bağlamayı unutan biri, işlemcinin yanmasına neden oluyordu ki bu ciddi bir maliyetti.
Kebapçıya bilgisayar satmanın sıkıntısı ise bir kullanıcı hatası nedeniyle bilgisayarın sürekli servise gelmesiydi. Bu tür müşterilerin sayısını bizim o zaman yaptığımız gibi artırdığınızda servis elemanı olarak istihdam edebildiğiniz tek kişi bu işlere yetişememeye başlıyordu. Daha fazlasına da bütçeniz yetmiyordu. Bunun sonucunda müşteriye, “sizin bilgisayarın işini hallettik ama bir de virüs taraması yapsak iyi olacak” diye yalan söyletiyorduk. Virüs taraması deyince akan sular duruyordu. Ancak bir gün bilgisayarı kullanan patron işyerinde olmadığı için başında bonesi ile aşçıyı gönderdiklerinde bu iş modeli patladı. Servis elemanının dediğinden sadece “virüs”ü anlayan aşçı, “Bunları böyle tozun içine koyarsanız tabii virüs olur. İşinizi düzgün yapın, bunları masanın üzerine koyun” deyip gitti. Servis elemanı arkadaşla daha sonra aylarca dalga geçilirken hep bu diyaloğa atıfta bulunuldu.
Bilgisayarcıların bu kadar geniş yelpazede müşteri ile teması, bilgisayarların ve teknoloji kullanımının iki yönlü olarak gelişmesini sağladı. Bilgisayar toplama işini yapanlar daha sonra hazır bilgisayarlar ile rekabet edemeyip daha düşük kiralı bölgelerde veri kurtarma gibi işleri yapmaya başladılar. Ama aynı zamanda Mecidiyeköy’de Profilo televizyon fabrikasının civarındaki bu bilgisayarcıların arasından ölçek işini yapabildiği için büyüyen Casper Computer da çıktı. Bu ekosistemin önemli boyutu, bugün kümelenme dediğimiz mantıkla aynı işi yapan ve birbirini tanıyan bir kitlenin bir arada bulunmasıydı. Bunlar birbirlerine işi anlatmak yerine birlikte aynı işi yaparak uzmanlaşıyorlardı ve herkes gerçek dünyada bir işleve sahipti; uzman-öğrenci ayrımı yoktu.
Gerçek işi yapmak, gelişimin asıl aracıdır
Future of Mobility 2025 etkinliği, büyük bir şirketin ve onun doğru bir biçimde startuplarla iletişim kurmak için oluşturduğu yenilikçi Driventure yapısının başarılı etkinliği olarak karşıma çıkarken bahsettiğim bu ekosistemin taşlarını döşemekten uzak kaldı. Bütün mobilite dünyası 360 derece kapsanırken en sondaki networking bölümünde herkesin tanıdığı ile zaman geçirmesi dikkatimi çekti.
Ben İTÜ Magnet’ten Hergele Mobility!’nin kurucu ortağı Lal Polater ve Kodluyoruz Yönetim Kurulu Başkanı Berat Kjamili ile tanıştım. Kahve arasında İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Attila Dikbaş’ın yanına gittiğimde “ne iş yapıyorsunuz” diye sorunca Hergele’den arkadaşlarla tanıştım. Lal bana Hergele Mobility!’yi “Türk Dil Kurumu, hergeleyi ‘Daha bineğe veya yük taşımaya alıştırılmamış at ya da eşek sürüsü’ olarak tanımlıyor. Bizim de öyle oldu. Dışarıda başladık şimdi depoların içine çözüm üretiyoruz” diye anlatmaya başladı. Ben de “Erol Bilecik ile görüştünüz mü? Index Grup’un kurucusu. İTÜ’den bizim de sizin de ağabeyiniz olur. Şu anda çok önemli bir depo yatırımı yapıyor. Belki birlikte çalışırsınız” dedim. “Tanıştırır mısınız?” diye sordu. “Tabii” dedim.
Sonra Lal bana, kendilerinin de katıldığı Tüketici Elektroniği Fuarı’nda (CES) en fazla ezber bozan (disruptive) mobilite teknolojisi inovasyonu ile ilgili bir link attı. Linkte ilk sırada Hergele’nin depo aracı Wamo’dan bahsediliyordu. Zagdaily.com’dan aktarırsam, “Türk e-scooter üreticisi Hergele, mikromobiliteden aldığı derslerle depodaki operasyonel verimliliği yüzde 75 artıran bir depo aracı (vehicle) üretti” denilen haberde Wamo adı verilen aracın özelikleri arasında, kullanmak için 15 dakikalık eğitimin yetmesi, otomasyon çözümlerine oranla daha düşük maliyetli olması ve depo çalışanlarının günlük olarak attığı adım sayısını yüzde 96 düşürmesi dikkat çekiyor. Hergele adının şirkete neden bu kadar yakıştığını, e-scooter üzerine bu yeni araç ve performansı inşa etmeleri gösteriyor.
İTÜ Magnet’in 2022’de Hergele Mobility’yi tanıttığı yayınında Lal, “Hergele olarak yeni nesil ulaşım araçlarını tasarlıyor, geliştiriyor ve üretiyoruz. Ayrıca, müşterilerimize, paylaşımlı bir mobilite filosu kurmak için gereken donanım, yazılım, entegrasyon ve diğer servisleri bir arada, anahtar teslim bir iş modeli olarak sağlıyoruz. Hergele olarak bu pazarda sağlayıcı konumundayız. Kendi bünyemizde geliştirdiğimiz ve isteğe göre uyarlayabileceğimiz yazılım altyapısında kontrol paneli, mobil uygulama, saha operasyon personel uygulaması ve kendi üretimimiz elektrikli scooterları müşterilerimize sunuyoruz. Bugüne kadar üç filo kurulumunda kendi üretimimiz araçlarla donanım tedariki, dört filoda da hem yazılım altyapısını hem kendi üretimimiz araçlarla donanım tedariki sağladık. Bu dört filonun üçü Türkiye pazarında faaliyet gösterirken, biri de Hindistan’ın ilk elektrikli scooter paylaşım platformu olarak hizmete başlıyor” şeklinde konuşuyor.
O dönemde Wamo yeni bir arayış ve Lal bunu anlatmaya “Ayrıca” diye başlarak şu şekilde konuşuyor: “Ayrıca 2021 Nisan ayından itibaren Migros ile ortak olarak geliştirdiğimiz Warehouse Mobility (WaMo) aracının prototipleri bir süredir Migros depolarında kullanılıyor. WaMo, 300 kg taşıma kapasitesine sahip, çoklu mağaza malı toplama olanağı sağlayan picker araç. Depo kullanımında, saha çalışanlarının günlük adım sayılarını yüzde 92 oranında azaltırken, toplama sürelerini yüzde 30 oranında düşürdü. Bu sayede mikromobilite araçlarını kurumsal ölçekte çalışınca, Migros ile yepyeni bir segment ortaya çıkarmış olduk ve WaMo aracının patentini aldık.”
Ayrıca diye bahsedilen çözümün iki üç yılda nereden nereye geldiği, DevOps mantığı ile anlatmaya çalıştığım şeye işaret ediyor. Sizin yeterince vizyoner ve yetişmiş insan gücünüz varsa escooter’dan böyle bir sınai çözüme ulaşmak mümkün oluyor. Karşınıza çıkan sorunları çözüyorsunuz yani gerçek anlamda mühendislik yapıyorsunuz.
Blupath Robotics resme açıklık kazandırıyor
Ford Otosan’dan ayrılarak ayrı bir şirket haline gelen (spin-off) Blupath Robotics’in otonom mobil robotlara yani AMR’lere yaptığı vurguyu gördüğünüzde mobilitenin çokça konuşulmayan bu alanının neden çok önemli olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Blupath Robotics, AMR’lerin önemine vurgu yaparken bunun “depoculuk ve lojistiğin geleceğinin yıldızı” olarak AMR otomasyonunu gösteriyor. Firma, AMR’lerin verimlilik, üretkenlik ve malların hareketinde sağlanan hassasiyete bağlı olarak yarattıkları etki ile depoların çehresini değiştiren gelişmiş robotik sistemler olduğunu altını çiziyor.
Eylül 2024 sonunda Gölcük’teki 4 bin metrekarelik tesisini ziyaret ettiğim Blupath Robotics’in yarattığı etkinin benim açımdan en açık göstergesi, daha önce sahada çalışmak zorunda kalan insanların artık dev bir monitörün başında birden çok sayıda AMR’yi kontrol edebilir hale gelmesiydi. Bu, önemli bir iş modeli değişimine işaret ediyor. AMR’lerin verisinin çok kolay toplanması, işin değişiminde bir diğer önemli etken.
Bluepath Robotics Genel Müdürü İsmail Hakkı Savcı, ziyaretimiz sırasında yaptığı konuşmada “Bluepath Robotics olarak, 2 milyon euro sermaye ile kuruluşumuzu gerçekleştirdik ve bu bizi, robotik teknolojiler alanında iddialı bir girişime dönüştürdü. İlk adımlarımızı sağlam bir şekilde atabilmek için sağlanan bu sermaye, altyapımızı kurmamızı ve ilk ürünlerimizi geliştirmemizi mümkün kıldı. 2024’ü 6 milyon euro ciroyla tamamlarken, ikinci yılın sonunda hedefimiz 10 milyon euro’ya ulaşmak. Ciroda ihracat odaklı ilerleyerek global büyümemizi sürdüreceğiz. 2024 yıl sonu hedefimiz doğrultusunda, ihracat faaliyetlerimizi artırarak uluslararası pazarlarda daha güçlü bir konum elde etmeyi amaçlıyoruz. İhracat odaklı stratejimizle 2024 son çeyreğinde ABD ve 2025 ilk çeyrekte de Almanya ofislerimizi açmayı planlıyoruz. Avrupa ve ABD gibi stratejik bölgelerdeki projelerimiz, özellikle robotik teknolojilere olan talebin hızla arttığı pazarlarda bize önemli fırsatlar sunuyor. Bu bağlamda, markamızın yenilikçi çözümleri ve küresel iş birlikleri sayesinde genişleyen müşteri tabanımızla daha da güçleniyoruz. Global pazarda rekabetçi bir oyuncu olma hedefimiz, teknolojik ilerlemelerimiz ve iş ortaklıklarımızla ivme kazanıyor” diyordu.
Bütün bunların üzerinde Koç Holding bünyesinde yer alan ve Türkiye’nin en eski otomotiv şirketi olan Türk Traktör deneyimini sos olarak eklemek gerekiyor. 1954’te kurulan firmanın uluslararası pazara hitap etmesinden kaynaklanan inovatif kimliğinin güzel bir örneğini, Türkiye’de satılan traktörlerde 2021’de kademeli olarak yürürlüğe giren Faz IIIB ve Faz IV emisyon standartları ile traktör ana çerçeve yönetmeliğine yönelik geçişte gördük. Avrupa ve Kuzey Amerika’da 2014 yılından beri kullanılan Faz IIIB ve Faz IV emisyon seviyesine sahip traktörlerini zaten bu pazarlara sunduğu için bu geçişte sorun yaşamayan TürkTraktör, bunlara uygun bazı modellerin üretim ve satışına Ocak 2021’de başlıyor.
Şimdiki geçiş ise AMR vizyonumuzu güçlendiriyor. Bu konuda Aralık 2024’te aldığım son not şu şekilde: “TürkTraktör Avrupa’nın en büyük traktör üretim merkezi konumundaki Erenler fabrikasında 29 milyon euro yatırımla kurduğu kabin iskelet üretim tesisini 2025’in ilk çeyreğinde devreye almaya hazırlanıyor. Yatırım, robotik kaynak ve robotik boyahane proseslerini kapsıyor. Bu yatırım sayesinde kabin iskeletlerini de kendi bünyesinde üretecek olan tesiste, kaynak operasyonunun üretim süreçlerine ilk kez dahil edilmesiyle üretim yetenekleri artırılacak. Fabrikada Eylül 2022’de faaliyete geçen kabin montaj hattında 5 bininci kabinini üreten Türk Traktör, kabin kaynak, boyahane ve kataforez işlemleri için de altyapısını güçlendirmeyi sürdürüyor. Kabin montaj hatlarında operasyonları AMR robotlarının gerçekleştirmesiyle Türkiye’de alanında bir ilk olan esnek ve sürekli akan AMR montaj hattı uygulamasını hayata geçiren Türk Traktör, yeni yatırımın tamamlanmasının ardından 12 robotlu, otomasyon seviyesi yüksek kaynak hattında kaynak hattında yüzde 100 robotik kontrol ile kalite seviyesini daha ileri taşıyor olacak.”
Bütün bunlar olurken, konuyu bugünkü hayatımızın parçası olan bu örnekler ekseninde değerlendirip gençlerin ve startup’ların gücünü nereye doğrultacağımıza baksak daha iyi olmaz mı?