Milli gelir arttı mı, borç ne durumda?

Sadi ÖZDEMİR
Sadi ÖZDEMİR EKONOMİDE SAĞDUYU

Bazen ve belli dönemlerin ruhuna uygun ideolojik saplantılar iyice katılaşır, gerçeğin önemi kalmaz ve her şey ‘inanmakla inanmamak’ arasında kıymet bulur ya da keder verir. İdeolojilerden tıka basa karın doyuran siyasetten çok daha önemli kurumlar, değerler akla bile gelmez olur. Böylesine moral bozucu ve genellikle kâbus gibi dönemlerin özellikle gençler üzerinde etkisi çok yıkıcıdır. Gençlerin çoğu için an ve gün çok kötü, yarın berbat ve gelecek olsa olsa felakettir. Ülkeyi terk etmek en iyisidir! Siyasetin bir tarafı bunu körükleyerek çok iyi siyaset yaptığını düşünür, öteki tarafı hatasızlık sendromu (hastalığı) yaşar. Esasen böyle olmadığımız dönem de hatırlamıyorum. Mesela 1980’ler ve 1990’lardaki bütün gençlik araştırmalarında da anketleri yanıtlayan gençlerimizin yüzde 80’inden fazlası başka bir ülkede yaşamak isterdi. 

Kişisel olarak ben bir veriyle, şirketle, sektörle, kurumla (eğitim, sağlık sistemi, ev, otomobil sahipliği, enflasyon ve hatta TÜİK) ilgili ne söylenirse söylensin mümkün olduğunca kesin verilere ulaşmaya çalışırım. Bir verinin değerini tam ortaya çıkarmak için geçmişe doğru veri silsilesinin seyrini, detaylarını yeniden görmek isterim. Benim için her şeyin ‘temel analizi’ daha önemlidir. En çok da genellemelerden ve komplo teorilerinden kaçınırım. Her zaman yapabildiğimizin çok daha iyisini yapabileceğimize de inanırım. Gelecek için hep ‘temkinli’ iyimserim. Aralık ayı boyunca, bazı konularda en yetkin kişiler ve ekipleri tarafından çok detaylı bilgilendirildik. 

 

En sondan başlarsak Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın İstanbul Finans Merkezi’nde, Halkbank Genel Müdürlük Binası’ndan düzenlediği Makroekonomik Görünüm Toplantısı’na katılan 38 gazeteci (haberci) arasındaydım. Toplantı yaklaşık 3 saat sürdü. Yılmaz, çoğu uluslararası kuruluşlar referanslı verilerle kapsamlı bir sunum yaptı. Bu toplantıda çok şey anlatıldı, soruldu ve yanıtlandı ama yansıyan en flaş bilgi ‘asgari ücret ve en düşük emekli maaşı tartışmalarına’ dair sözlerdi. Çünkü bütün mecralarda ‘tıklama ve birkaç saniye okunma potansiyeli’ vardı. Ancak toplantıda enflasyondaki yavaşlamanın hızlanacağını, faizlerin buna bağlı gerileyeceğini, orta yaş üstü sanayiciler için takıntı haline gelmiş mülga Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) bir daha ihdas edilmeyeceğini de bu toplantıda öğrendik. Cevdet Yılmaz’dan ayrıca, terörsüz Türkiye’de refahın ve demokrasinin çok hızlı gelişeceğini, yakın zamanda ‘üç çocuk yapmanın’ teşvik edilip evlenmek isteyen gençlere bazı mali destekler verileceğini de duydum. Yeni Suriye’nin Türkiye için daha faydalı olacağı, sosyal konut seferberliğinin deprem bölgesindeki işler hafifleyince başlayacağı, enflasyona karşı tarımsal üretimini artırmak için sulama projelerine kaynak ayrıldığı ve lojistikle enerjiye de ehemmiyet verildiği bilgileri paylaşıldı. Bunlar da haberlerimizde vardı ama ‘asgari ücret ve en düşük emekli maaşı’ çok önemli olduğundan okunmamış olabilirler. 

Ben ayrıca iki önemli konuda ‘daha uzun zaman diliminde nerden nereye geldiğimizle’ ilgili verilere takıldım ki bunlar milli gelirde ve borçlulukta ne durumda olduğumuzdur. Önce veriler: 

Ülkemizin nüfusu 2002’de 67,8 milyondu ve kişi başına milli gelirimiz 3 bin 608 dolardı. Satın Alma Paritesine Göre (SAPG) ise 9 bin 229 dolardı. 2024’te bu rakamlar 15 bin bin 551 dolar ve 46 bin 511 dolar oldu. 22 yılda nüfusumuz 20 milyondan fazla artmış olduğu halde refah seviyesinde 3 ve 6 katlık artış sağlanmış. Daha fazla olabilir miydi? Olmalıydı. “İyi de gelir dağılımı kötüleşince bunun önemi kalmıyor” diyenler çoktur. Keşke gelir dağılımı daha iyi olsaydı ama daha iyi olmasa bile bu kadar iyileşme yine de başarıdır. Bu konudaki olumlu gelişmenin bir kriteri daha var. Hep üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’ndeki kişi başına milli gelirin neresindeyiz? 

Sayın Cevdet Yılmaz’ın bu konuda paylaştığı veri “Kişi başına milli gelirimizin AB ülkeleri ortalamasına yakınsama oranı 2002 yılında yüzde 38,2 iken 2023 yılında yüzde 73,2 olarak gerçekleşti, 2024 yılında ise yüzde 74,8’e ulaşılması bekleniyor” diyor.

Borcun miktarı mı gelire oranı mı önemli?

Bu soruyu soruyorum çünkü hemen “2002’de şu kadar borçluyken 2023’te şu kadar olmuş, borcumuz katlanmış, otur sıfır” diyenleri duyacağımı biliyorum. Ben soru daha sorup devam edeyim: “Sizin 10 milyon lira yıllık geliriniz ve 9 milyon lira borcunuz olsa mı daha iyidir yoksa yıllık geliriniz 20 milyon lira borcunuz 15 milyon lira olsa mı daha iyidir?” 

Bu soruya bütün iş insanları “ikincisi daha iyidir” diye yanıt verebilir. “10 gelir 9 borç iyidir çünkü 9 borç, 15 borçtan azdır” diye yanıt verenler de çıkabilir. Ancak 10 gelirde 9 borç yüzde 90, 20 gelirde 15 borç yüzde 75 borçluluktur ve ilkinde daha ağır bir yük vardır. Türkiye 2002 ile 2023 arasında bu konuda da başarılı oldu. 2001 yılında yüzde 75,5 olan Kamu Dış Borç Stokunun Milli Gelire Oranı, 2023’te yüzde 29,3’e ve 2024 ilk çeyrek itibariyle yüzde 25,6’ya düştü. Daha iyisi olabilir miydi? Elbette olabilirdi. ‘Gelişen ülkelere göre’ daha iyi miyiz? Elbette çok daha iyiyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar