Millet yüksek enflasyonu kabineden biliyor
Rusya-Ukrayna savaşı yedinci ayını bitirdi, sekizinci aydayız artık. Hadise sekizinci ayına girince nitel bir değişime uğradı sanki. Benim gördüğüm, Rusya-Ukrayna savaşı ile ilgili anlatı dünyanın her tarafında değişmeye başladı. Anlatıdaki değişimi dikkate almakta fayda var doğrusu. Anlatı önemli.
Nobel ödüllü iktisatçı Robert J. Shiller’in 2019’da yayımladığı “Anlatı İktisadı: Hikâyeler Nasıl Viral Olur ve Temel Ekonomik Gelişmeleri Nasıl Etkiler (Narrative Economics: How stories go viral and drive major economic events)” başlıklı kitabında anlattığı çerçeve yalnızca iktisat politikası tasarımı değil, dış politika değerlendirmeleri için de pek faydalı aslında. Anlatı aslında milletin mesele her neyse o meseleyi nasıl kavradığını ve geleceğe yönelik bekleyişlerini nasıl oluşturduğunu da gösteriyor.
Aslında Edward E. Leamar’ın “Makroekonomik Örüntüler ve Hikâyeler (Macroeconomic Pattern and Stories)” kitabı da 2009 tarihinde basılmıştı. Leamer “İnsanoğlu örüntü arayan ve hikâye anlatan hayvandır (Human beings are pattern seeking and story telling animals)” diyen bir ekonometrisyen. Hasbelkader UCLA’da MBA programında makroekonomi anlatmak zorunda kalınca yazdığı kitabında örüntülerin önemini vurguluyordu.
Şimdilerde pek çok davranışsal iktisatçı (bahavioural economist) anlatıların iktisat politikası tasarımındaki önemini somutlaştırmamıza imkân veren araştırmalar yayımlıyorlar. Geçenlerde piyasa profesyoneli “ekonomist”lerin değil ama hayatında hiç iktisat okumamış ya da dersler anlatılırken top oynamış “sokaktaki insanın” anlatısında “faiz sebep, enflasyon netice” arz yönlü yaklaşımının nasıl bir yeri olduğunu anlatmıştım. Bugün size anlatı iktisadı konusunda yapılmış yeni bir çalışmayı anlatacağım. Kurandaki İslam’la, halk İslam’ı arasındaki fark gibi işte.
Öyle anlaşılıyor ki, millet enflasyonun artışının doğrudan kabinenin beceriksizliğinden kaynaklandığını düşünüyor. Tabii çalışma enflasyonun yüzde 8’lere fırladığı normal ülkeler için yapılmış, Türkiye gibi enflasyonun bu kadar kısa sürede yüzde 80’leri aştığı bir başka klinik vaka yok son dönemde dünyamızda. Onu bir bizim “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi” becerebildi doğrusu. Anlatı önemli işte ya da anlatı diye aklınızda ne kaldığı sonuçta… Anlatacağım.
Artık Putin’e “Sayın Putin” demeyi bir kenara bırakın önce…
Nedir? Mesela artık Putin’e “Sayın Putin” filan dememekte fayda var öncelikle. O kadar madara oldu ki, Taşkent’teki Şangay İşbirliği Örgütü toplantısında ta buralardan gördük. Çin devlet başkanı Şi, Rusya-Ukrayna savaşı konusundaki endişelerini dile getirdi. Putin endişeleri anladığını söyledi. Hindistan Başbakanı Modi ise savaştan rahatsız olduklarını açıklıkla ifade etti. Şimdi Putin dâhil herkes Rusya-Ukrayna savaşı konusunda, diplomatik bir dille, “Görüş ayrılığımız olduğu konusunda görüş birliği içindeyiz (We agree to disagree)” diyorlar. Daha önce böyle değildi. Bir anlatıdan bir başka anlatıya geçiyoruz.
Bu arada, Putin savaş ile ilgili söylemini tamamen değiştirdi. Hatırlayın, Putin, Rusya-Ukrayna savaşına “savaş” değil, “özel operasyon” diyordu. Bu nedenle, zorunlu askerlik kapsamındaki Rus ordusunu kullanmıyor, harekâtı özel kuvvetlerle yürütüyordu. Uluslararası hukuk gereği, adına savaş demeden onları cepheye süremiyorsunuz.
Şimdi seferberlik ilanı ile birlikte, herkes Rusya’nın savaşa savaş demeye hazırlandığını, bu işin kısa sürede kesinlikle bitmeyeceğini idrak etmiş oldu. Öncelikle Ruslar. Seferberlik ilanı ile birlikte cephedeki kayıplar görünür hale geldi. Ve savaş artık Rusya’ya geldi. Uçaklarda tek koltuğa 11 bin dolar ödeyip seferberlik görev emrinden kaçmak başka ne anlama gelebilir ki?
Ayrıca Ukrayna’nın bazı bölgelerinde tertip edilen alelacele referandumlarla kendi başlattığı savaşta geri çekilirken, “bakın Rusya saldırı altında” deme cingözlüğü de umutsuzluktan değilse nereden kaynaklanır.
Ben size diyeyim. Rusya’da anlatı değişiyor, Rusya-Ukrayna savaşı Rusların gündelik yaşamını doğrudan etkilemeye başladı bundan böyle. Daha önce Rusya-Ukrayna savaşı değil, Batı’nın yaptırımları gündelik yaşamı etkiliyordu, Ankara ve İstanbul’da dolaşarak, Türk firmalarının Rus e-ticaret platformu OZON’da pazar açmasını isteyenler ve Türk e-ticaret platformlarının Rusların ruble ile ödeme yapmasına imkan veren MIR kredi kartını kullanmasını isteyenler sürekli Rusların yaptırımların negatif etkisi nedeniyle tüketim mallarına ulaşmakta güçlük çektiğini söylüyorlardı zaten. Türk firmalarına imkân alanı açıldı diyenler hep yaptırımların günlük yaşamı nasıl olumsuz etkilediğini vurguluyorlardı.
145 milyon nüfuslu bir ülkede 300 bin kişilik devasa seferberlik görev emri ile birlikte savaş Rus ailelerinin yaşamına girdi doğrudan. Anlatı aynı kalamaz değişir. Nedir? Putin başlattığı “özel operasyon”u eline yüzüne bulaştırıp kendi ifadesiyle savaşa çevirmiş oldu bir nevi sonuç itibariyle.
Bu arada Şangay İşbirliği Teşkilatı toplantısına Semerkand’da ev sahipliği yapan Özbekistan Rusların MIR kredi kartının bundan öyle Özbek topraklarında geçerli olmayacağını da açıkladı yenilerde. Darısı başımıza doğrusu. Biz daha hala açıklayamadık. Şimdi Türkler Türk merkez bankasını BOTAŞ’ın arkasına saklayıp, Rus merkez bankası ile işlem yapmaya devam ederler mi? Rusya’ya yönelik Batı yaptırımlarına katılmamak ayrı, Rusya’nın Batı yaptırımlarını savuşturmasına yardımcı olmak apayrı. Bilmem anlatabildim mi? Rusya-Ukrayna savaşı sonrası başlayan “denge politikası”nın artık sonuna geldik. Şimdi burada da bir anlatı değişikliği beklemek lazım sanki.
Geçen yüzyılda “viral olmak” diye bir şey yoktu artık var
Şimdi önce bir tespitle başlayalım. Anlatı tek başına yeterli değil somut iktisadi sonuçlar doğurmak açısından. Anlatının etkisini artıran onun genel kabul görmesi, “viral olması”. Ne demek, bir nevi, salgın gibi ağızdan ağıza, sosyal medya hesabından sosyal medya hesabına, gazetelerden TV programlarına hızla yayılması. Google Ngrams’tan bakarsanız, bu manada, viral olmak terimini 2009’dan beri filan kullanıyoruz. Ne zamandır? İnternet teknolojileri bireyi güçlendirdiğinden beri aslında.
Ne demek? Her tür fikrin hızla viral olabildiği, iddiaların bir salgın hızıyla yayılabildiği bu çağda öncelikle iktisat politikasından başlayarak, her tür politika tasarımında bu faktörü dikkate almak önem taşıyor. “Millet şimdi ne düşünür?” meselesi 2000’li yıllarda bundan önce olmadığı kadar önem taşıyor politika tasarımında, benim gördüğüm. İşte “anlatı”nın önemi de buradan çıkıyor. İyi bir hikâyenin “politika etkinliği”ni (policy effectiveness) artırabileceği bir yeni çağdayız. Yanlış anlaşılmasın. Bu her zaman böyleydi aslında ama bu dönemde açıklayıcı ve belirleyici gücü daha da arttı diye bakmakta fayda var.
Peter Andre liderliğinde yapılan çalışma hanehalkından 10,000 kişi ve 100 uzman ile yapılmış. (Andre, P, I. Haaland, C. Roth ve J. Wohlfart (2022) “Narratives and the Macroeconomy” July mimeo) Hanehalkından katılımcılara millet dersem sanırım daha iyi anlayabiliriz. Buna göre işin uzmanları enflasyon artışını daha çok talepteki dönemsel kaymalara bağlarken, milletin daha çok arz yönlü etkilere ve özellikle hükümetin beceriksizliğine bağladığını görmek mümkün. Bu algı aslında enflasyon bekleyişlerini de belirliyor. Hükümetin zaman içinde daha becerikli olması için bir neden olmadığına göre gelecekteki enflasyonun daha da çok yükselmesinden başka ne beklenebilir ki? Neden? Her dönemin etken anlatısı önemli ve millet her yeni gelen malumat kırıntısını eski anlatıya ilave ederek değerlendiriyor. Yapılan çalışma öyle diyor.
Tamam, bu dönemin fiyatları artıran bir dizi özelliği var. Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte ortalığı saran enerji krizi var, gıda krizi var. Ama yapılan çalışmaya göre Rusya-Ukrayna savaşı kaynaklı enerji krizi doğrudan yüksek enflasyonun nedeni olarak görülmüyor hâkim anlatıda. Enerji ya da gıda krizi bir dizi arz zinciri meselesi vasıtasıyla, arz zinciri kaynaklı problemlerle enflasyon artışına neden oluyor. Aynı Türkiye söz konusu olduğunda, liranın yabancı paralar karşısında ezilmesi, hızlı değer kaybı nedeniyle fiyat artışlarının ivmelenmesi argümanı gibi. Sonuçta yurt dışı kaynaklı enerji ya da gıda krizi, biz, memleketin kendi arz zincirlerini yönetirken yaptığı vahim hatalar sonucu yüksek enflasyonla karşılaşıyoruz. Hem de öyle böyle değil, Türkiye’nin ki geçenlerde Avrupa’nın enflasyon haritasını çıkartmışlardı. Bakın Türkiye kimselere benzemiyor hakikaten.
Şimdi böyle bir ortamda neden merkez bankasının itibar açığı neden büyüyor diye baktığınızda ne demek lazım? Merkez Bankamızın içinde bulunduğumuz dönemi açıklamak, attığı adımları izah etmek için ortaya attığı anlatının çöp olduğunu görmek lazım öncelikle. Millet bankanın söylediklerini ciddiye almıyor sonuçta. Merkez Bankası politika faizi düştükçe, enflasyon bekleyişleri artıyorsa nasıl düşünmek lazım? “Faiz sebep, enflasyon netice”ye dayalı anlatının “düşük faiz sebep, yüksek enflasyon netice” olarak okunduğunu görmek lazım sanırım. Viral olan anlatı bu yönde. Bankanın Piyasa Katılımcıları Anketine katılımı yeniden düzenleme girişimine rağmen itibar açığı tam da bu nedenle berdevam. İsterseniz bakın.
Şimdi viral olma çağında politika nasıl tasarlanır diye bir düşünün isterseniz. Güçlü bir karşı anlatı inşa etmeden başarılı olmak çok zor. Karşı anlatının inşası tek başına yeterli değil. Aynı zamanda onun viral olmasını da temin etmek gerekiyor. Ne demek? Ben doğrusu bu anlatı inşa etme meselesinin son derece siyasi olduğunu düşünme eğilimindeyim. Özellikle başarısız bir anlatı döneminden sonra, herkesin kendisini dünden farklılaştırması gereken bir yeni döneme geçildiğinin altını kalın kalın çizmek lazım. Yeni dönemi tanımlamak çok mu zor? Çok kolay. Bu aralar çok kolay.
İklim değişikliği bu yüzyılın Aya Seyahat projesidir
Güçlü bir karşı anlatı inşa ederken, iklim değişikliği gündeminin getirdiği imkânları hiç göz ardı etmemek lazım diye düşünüyorum ben. Bugünlerde Amerika’da ülkenin rekabet gücünü artırmak için yapılması gerekenler tartışılıyor. Geçen yüzyıl Amerika’nın rekabet gücünü “Aya seyahat” projesi inşa etmişti. O dönemde, inovasyon harcamalarının kaynağı Pentagon bütçesiydi. Yapılan çalışmaların sonuçları işin doğası gereği şeffaf değildi.
Sonra 1990’lı yıllarda Amerikan savunma bütçesi küçültüldü. İnovasyon çalışmaları, teknolojik sıçrama odağı savunmadan, askeri projelerden, tüketici odaklı projelere doğru kaymaya başladı. Start-uplar fikirleri sivil teknolojilere uyarladılar, sivil tüketime yöneldiler. Her şey şeffaflaştı ve kolay kopyalanabilir hale geldi.
Şimdi Amerikalılar yeni bir Moonshot “Aya Seyahat” projesi olarak iklim değişikliğine odaklanmış gibi duruyorlar. Yine aynı içe kapanma, dışlayıcı projeler tasarlama, teknolojik yeniliği belli bir alana saklama eğilimi görüyorum ben tartışmalarda. Hem artan Çin rekabeti hem de Pandemi tecrübesi bizi bu noktaya getirmiş gibi görünüyor. Oralarda bir anlatı şekilleniyor.
Bizim gibi ülkelerde üç noktanın altını çizmek gerekiyor zannederim. Birincisi, iklim değişikliği gündemi ve buradan gelecek dijital dönüşüm ve teknolojik yenilenme bildiğimiz dünyanın yeni “Aya Seyahat” projesidir. Bitmez ve tükenmez.
İkincisi, Türkiye gibi bir ülkenin bu kadar kapsamlı bir yeniden yapılanma sürecinin dışında kalabilme şansı yoktur.
Üçüncüsü, iklim değişikliği gündemi için tarafını belirlemek önemlidir. Amerika ve Çin rekabetinin güçlendiği bir yeni dünyada Rusya gibi bir ezik ülke ile vakit kaybetmemekte fayda vardır. Amerika ile Çin rekabeti yeni anlatının temelidir. Rusya ise geçen yüzyıldadır, aynı zaman diliminde değildir.
COP27’de Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefiyle uyumlu mutlak azaltıma dayalı bir niyet beyanı ile ortaya çıkması, sünepeliği nihayet bırakıp, iddialı olması, hem tarafını doğru seçmek, bu yüzyılda olduğunu, gündemi takip edebildiğini beyan etmektir, hem de kısa vadede yeşil finansman imkânları aramak için olmazsa olmazdır.
İşte size çağdaş anlatı… Bunun dışındakiler nedir? Eziktir.