Mikro/makro yönetim
İnsan yaşlanınca daha bir hassas oluyor. Hele bu COVİD salgını esnasında sırf doğum tarihiniz nedeniyle “büyüklerimizi koruma” gibi izahı zor ve de öyle gözüküyor ki bilimsel bir temeli olmayan gerekçeyle ‘şiddet görme’ uygulaması hariç adeta başka her türlü cezalandırılan ben yaştakilerden olunca iyice hassas oluyorsunuz.
Geçen hafta bu konuda yazdıklarım artık yere diye ‘yolsuzluk’ konusundaki son yazımı yazdığımı söyleyerek konuyu kapatmıştım. Yazılarımda bakanlık müsteşarıyken başbakanla çıktığı bir seyahatte taraftarı olduğu siyasi parti il merkezine “Ben devlet memuruyum bir siyasi parti il merkezine ziyaretim yakışık almaz” diyen kuzenim ile kafamdaki yarığı tamir için vurulan sekiz dikişi örtmek için sarılan, Osmanlı kavuğu gibi sargıya rağmen “Ben görmeden kimseye izin verilmeyecek” emri veren sonrada izne çıkan garnizon komutanı nedeniyle izin alamadığımı, annemin hışmına uğrama bahasına bağlı olduğum ordu komutanım olan sınıf arkadaşına izin için “yakışık almaz” diyerek telefon etmeyen babamı ‘yolsuzluk yapmamak’ örnekleri olarak vermiştim.
O yazılar üzerinden bir hafta geçti geçmedi. Öyle görünüyor ki mesaj yerine ulaşmamış. Hani derler ya “Sevda yelleri esiyor serde, beyim nerede? Ağam nerede? Paşam nerede?” diye ben neden bahsediyorum millet neler yapıyor. Cripto para bankerliği mi istesin? Deterjan ticareti mi istesin? Gri pasaport alışverişi mi istersin? geçen bir hafta içinde haberler yağmur gibi yağdı. Bu basına yansıyanlar. Yansımayanları siz düşünün. Rahmetli babamın hicaz bestesinin güftesinde geçen ‘Ben söyler ben dinlerim ahımı şarkı diye’ mısraı böyle işler için söylenmiş olsa gerek. Neyse bu yaşta bu kadar hassas olmanın bir alemi yok herhalde. Siz yine de ‘yakışıksız’ işler yapmayın.
Neyse bu hafta niyetim ‘yakışıksız’ işler konusunda ağlamak değildi. Bambaşka bir konuda hasbıhal etmek istiyorum. Yazının başlığını da onun için mikro/makro yönetim olarak attım. Geçtiğimiz hafta büyük bir uluslararası işletmenin başkan yardımcısı unvanıyla çalışan biriyle sohbet ederken onun söylediği bir şey aklıma takıldı. Başkan yardımcısı kendisinin bir üstündeki patronundan şikâyet ederken “mikro yönetim uyguluyor” diye bir terim kullanmıştı. Bu terimi duymayanınız yoktur. Duymamışınızdır ama bana bir tanımını yapın dersem çoğumuz bir tanım veremeyiz.
Wikipedia’ya göre mikro yönetim (mikro-management) İngilizceden çevrilmiş bir yöneticinin astlarının veya çalışanlarının çalışmalarını yakından gözlemlediği ve/veya kontrol ettiği ve/veya hatırlattığı bir yönetim tarzıdır. Mikro yönetimin genel olarak olumsuz olduğu düşünülür, çünkü esas olarak işyerinde özgürlük eksikliğini gösterir. Bu tanıma göre astların çalışmalarını yakından gözlemlemek, kontrol etmek ve/veya onlara işlerini hatırlatmak iyi bir yönetim uygulaması değildir. Umarım bana hak verirsiniz ama bu tanımı kim yazmışsa pek de iyi bir iş yapmamış.
Başka ‘tanımlar!’ da var. Söz gelimi ‘Mikro-yönetim bir yöneticinin kişileri ve süreçleri çok detay odaklı olarak yönetmesi demek olan bir yönetim hastalığıdır’ gibi bir sürü tanım olarak sunulan, tanıma benzer ama gerçekte tanım olmayan ifadeler var. Tüm bunların bir tek ortak özelliği var: Mikro yönetim olumlu bir yönetim tarzı değil. Konudaki literatür oldukça zengin. Çoğu aynı şeyi söylüyor. Mikro yönetimin sakıncaları, mikro yöneticilerin neden böyle yaptıkları falan gibi konularda yüzlerce makale, kitap ve konferans notu var. Mikro yönetim yapan yöneticilerin ortak özellikleri arasında psikoloji uzmanları da bulunuyor. Bunlar konuyu örgütsel bir hastalık sınırları dışına taşıyıp kişilik bozukluğuna kadar uzatıyorlar. Her neyse mikro yönetimin ne olduğunun bir tanımı olmamasına karşın ‘kötü’ olduğu konusunda fikir birliği olduğu aşikâr.
Patronunu mikro yönetim yapmakla suçlayan başkan yardımcısı bu konuda oldukça rahatsızdı. Her ne kadar bana şikâyetini örnekler vererek anlatmadıysa da konuyu iyi bildiğim için örnek falan da istemedim. ‘İyi bilirim’ derken boşuna övünmüyorum. Bu konuyla ilgilenmem sanırım çoğu genç okurun yaşıyla denktir.
Ben konuyla ilgili fikirlerimi yazarken açılış paragrafında bakın neler demişim: “Her kuruluşun bir patronu vardır. Eğer babanızdan yüklüce bir miras kalmadıysa veya bir Karadeniz deyimiyle “Şansınız yürük gitmediyse[1]”, sizin de bir patronunuz vardır.
Patronunuz genç, yaşlı, kısa, uzun, ince, kalın, ihtiyar tilki, deli İbrahim, hatta moruk şeklinde isimlendirilebilir. Bazen ‘baba adam’ bazen ‘lanet’ şeklinde de nitelendirilebilir. Örgütteki yerinize bağlı olmak koşulu ile kimi patronu göremezsiniz. Görünmeyen patronlar perde arkası patronları olabilecekleri gibi, sahnede de olabilirler. İleride daha iyi anlaşılabileceği gibi sahnede olup görünmeyen patronlar perde arkası patronlarından daha iyidirler.[2]”
Bu mikro yöneticilik konusunu anlayabilmek için önce yöneticilik nedir onun tanımını bir hatırlayalım. “Yöneticilik bir işletmenin stratejisinin tanımlanması ve bu strateji çerçevesinde işletmenin pazarlarına sunmak istediği ürün/ servislerin üretilebilmesi ve pazarlanması için gereken kaynakların yönetimi kararlarını almaktır” tanımını hatırladığınız umarım.
Hatırlamıyorsanız inanın kalbim kırılır. Vallahi şaka gibi. Gazetenizde yazmaya 19 Ocak 2011 tarihinde başlamışım. Dile kolay on seneyi aşkın bir zaman geçmiş. Her hafta olmasa bile bu tanımı kaç kere verdiğimi hatırlamıyorum. Tanımı hatırlamıyorsanız bile tanımsız kavramların tartışılması konusundaki hassasiyetimi hatırlıyorsunuzdur. Tanımı yeniden bir ‘yönetim matrisi’ şeklinde veriyorum. Elinizin altında bulunsun. Arada sırada bir bakın emin olun çok faydalanacaksınız. Kendi kendinize arada sırada bir sorun. Bu sıralanan işler konusunda işletmenizde kimler yetkili? Bu işler nasıl yapılıyor? Hatta bu işler yapılıyor mu? Bu matrisin üretildiği paradigmanın yayımlandığı yaklaşımın 1985 yılından bu yana Dünya’nın birçok ülkesinde bu egzersizi yapan iş insanlarının ortak tepkileri hep “Hakikaten hiç aklımıza gelmemişti” şeklindeydi.
İyice bakarsanız b u matrisin bize ‘yönetim’ ve ‘yöneticilik’ nedir konularında anlattığı çok şey var. Mikro/ makro yönetim kavramlarına dalmadan önce onlara bir bakalım.
Bir kere ve en başta “her şeyi ben yaparım” düşüncesinin ne kadar yanlış olduğu aşikâr. Bilgisi, becerisi, deneyimi, zekâsı ne olursa olsun kimse 26 işin 5 kaynağına ilişkin 4 kararını (26x5x4) eşzamanlı (simultaneous) olarak veremez. Eş zamanlı diyorum çünkü bu kararları birbirlerinden bağımsız olarak veremezsiniz. Bu kadar varyasyonu olan yöneticilik bunun için zor iştir. Onun için ben yaparım denmez. Eğer her halta aklım erer ve ben bu kararların hepsini veririm diyorsanız ister istemez bazı kararları ya hiç veremezsiniz çünkü ne vaktiniz ve kapasiteniz yeter ya da yüzünüze gözünüze bulaştırırsınız. Bu nedenle bazı kararların yetkisini delege edersiniz. İşte mikro ve makro yönetim kavramları burada devreye giriyor.
Devam edeceğiz, sağlıcakla kalın.
Dipnot
[1] Eskiden Karadeniz’den tütün kaçakçılığı yaparak vurgun vuran ve birden zenginleyen taka kaptanları için hızlı yol alan, çok hızlı giden, çok ve çabuk yürüyen, yüğrük, yürük kelimesi kullanılarak verilen bir açıklama.
[2] Dr. Osman Ata Ataç, “Yukardakiler…Aşağıdakiler…”, Ertem Büro ve Yayınevi, 1981.