"Mevduat faizi koşar adım yükseliyor…"
Hafta sonu cep telefonlarına gelen mesajlar gösteriyor ki, düzenleyici otoritelerin istediği TL mevduat rasyosunu tutturamayan bankalar 32-35 gün arası %30 faiz teklif edecek duruma gelmiş. Söz konusu bankaların cep telefonlarında uygulamalarına girdiğimde benzer şekilde "size özel" diyerek aynı oranı belirttiklerini görüyorum. Aslına bakılırsa kimseye özel değil, mecburiyetten dolayı yapılıyor.
Ancak yine de bankalar dikkatliler. Bu faizleri uzun vadeli olarak vermek istemiyorlar. Enflasyon hem baz etkisi hem de TÜİK formülasyonu sayesinde düşerken, kredi faizlerine görünmez bir tavan konmuş iken bu derece yüksek mevduat faizini uzun süre teklif etmek mümkün değil. Ancak her şartta 2022 yılındaki astronomik karları bir daha tecrübe etmeleri imkan dahilinde olmayacak. Belki de bu sebeple KKM'nin faizi serbest bırakıldı. Yoksa mevduat-kredi arasındaki vade uyuşmazlığı bankaları zorlayacak hale gelebilirdi. Bu şekilde dövize endeksli kazançtan vazgeçmeyenlerin TL'de kalmasını sağlamak mümkün olabilir diye düşünüyorum.
"Sürekli kriz durumu toplumu yorar…"
Diğer taraftan Dolar/TL'nin seçimlere kadar bu seviyede kalabilmesi konusunda tereddüttün devam ettiğini görüyoruz. Bunu fark eden Merkez Bankası ve BDDK firmaların ve bireylerin döviz varlıkları konusunda yeni adımlar atması kaçınılmaz oldu. Adeta dolarını bankaya yatırana prim veriliyor. Zorlama bir "ters dolarizasyon süreci" yaratılmaya çalışılıyor desem yanlış olmaz. Daha önceki yazılarımda belirttiği gibi, bu işleri sakin zamanlarda yapmak daha mantıklı olurdu. Bugünkü gibi zor zamanlarda yapıldığında kaynakların sistem dışına kaçması beklenebilir.
İşin gerçeği şu; Sürekli kriz veya "acil durum" şartları yaşanan süreçlerde, yetkililerin her şeyi kontrol etme gibi bir davranış tarzı geliştirmeleri sonucu oluşuyor. Ancak, dışardan bakan için bu aşırı kontrolcü hal, bazen "panikleme" bazen de "gizli ajanda uygulaması" gibi yorumlanıyor. Hal böyleyken, tasarruf yetersizliği çekilen bir ülkede sistem dışına kaymalar olabileceği gibi, yabancı sermaye de gelmek istemiyor.
Günlük rutinleri sürekli böyle mücadelelerle geçen ve mesai bitiminde "bunu da başardık" diye arkaya yaslanan yorgun insanları başardıkları işlerin yan etkileri konusunda uyarmak, maalesef kalplerinin kırılmasına yol açıyor. Gücü elinde tutmaya hiç hevesli olmayan kişilerin bile güç ellerine geçince "kimin için neyi niye yaptıkları" konusunda açmaza düştüklerine şahit olduğum için, fırtına dinene kadar beklemek zorunda olduğumuzu görüyorum. Nihayetinde "teyakkuz durumu" yıllarca süremez. Herkesi yorar, sonunda isyan ettirir.