Merkez’i ciddiye alan kaldı mı?
Şu bizim Merkez Bankası… Daha açık ifadesiyle; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası… Hani, fiyat istikrarını sağlamanın banisi, para politikasının mimarı ve uygulayıcısı… Piyasaların pusulası, hükümetin kalkınma politikalarının destekçisi, reeskont muktediri, banknot matbaası sahibi…
Her ayın bir perşembesinde Merkez Bankası’ndaki büyüklerim, bir araya gelir, faiz kararı verir. Bununla da yetinmez, bir metin hazırlar. Piyasa politika faizi ilanından PPK metni ifadelerine bakar ve buradan kendine yakın gelecek için yol haritası çizmeye gayret eder. En azından teori böyle diyor.
Sözünü neden dinletemiyorsun?
Üstelik bu yaptıkları, merkez bankacılığı tanımı içindedir ve dünyanın diğer ülkelerinden aşağı kalır yanı yoktur. Misal piyasalar Fed’in faiz kararını bekler, biz de Merkez’in faiz kararını bekleriz. Ama temel bir fark vardır; Fed’i biz dâhil tüm dünya dikkate alır da Merkez’i ciddiye alan pek kalmamıştır.
Zira enflasyon tahmini tutmaz, faiz kararını veriye değil siyasete dayandırır. PPK üyesi 5 kişi kendi çalar kendi söyler. Para politikası önerir ama ekonomi yönetimi ile uyumu olmadığı gibi, kendini Fed sanmasının getirdiği “kurumsal kibir” ile ekonominin aktörlerinden, halktan, finanstan uzak tutar.
İKİ SORU İKİ CEVAP / Stratejiye dair…
Raporları güvenilir mi?
Aslında en sağlam veriler Merkez’in elindedir. Üstelik rafine uzmanları vardır. Fakat siyasetin o meşum gölgesi, saf gerçekleri karanlıkta bıraktığından raporları da temenni metinlerine dönmüştür. Tıpkı enflasyonu doğru hesaplayıp yanlış açıklayan TÜİK gibi, Merkez’in ipleri siyasetin elindedir.
Ciddiye alalım mı?
Elbette… TÜİK’i sen ciddiye almasan dahi yasalar, devletin resmi fakat gayriciddi bu istatistik kurumunu ciddiye alıyor, zam açıklıyor, deflatör hesaplıyor. Merkez’in politika faizi de bankaları fonluyor, hangi kesime kaynak aktaracağını tayin ediyor, halka ATM’erden çil çil banknot saçıyor.
not/ Seçimden önce yabancı sermaye gelmez, bekleme
“Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar / Ne de şeytan bir günahı / Seni beklediğim kadar.” Bu, bekleme kavramını en iyi anlatan Necip Fazıl’ın şiiri… Beklenen ister sevgili olsun ister yabancı sermaye, intizarın (gözü yolda olma) şiddetini aktarıyor bize. Sahi nedir böylesine derin bekleyiş?
Yabancı sermaye bekliyoruz zira büyümemiz buna bağlı. Sermaye birikimimiz eksik. Patronları zengin şirketleri fakir bir ülkeyiz. Çok az üniversitemizde bilim var, gerisi diploma matbaası… Yabancı sermaye sayesinde teknoloji gelsin istiyoruz, istihdam artsın istiyoruz, ihracat rekor kırsın diyoruz.
İyi de gelmiyor, bu gidişle geleceği yok. Bırak yabancı sermaye gelişini, bizdeki sermaye de bize yabancılaşıyor, beyinlerimiz gibi sermayemiz de göç ediyor. Yabancı sermaye gelmiyor ama yalancı sermaye kapımızda… Onun geliş sebebi çok basit; “yüksek faiz veriyormuşsunuz, işittik ve geldik.”
Ancak yabancı sermaye mezara kadar gelirken, yalancı sermaye pazara kadar kalıyor. Üstelik kuru baskıla bana yüksek faiz ver diyor. Carry Trade (fırsat kazancı) olmasa onun da geleceği yok. Allah Japon ev kadınlarından razı olsun ki onlara faiz ödeyip, yandaşa candaşa dış kaynak bulabiliyoruz.
Herkes yabancı yatırımcı bekliyor da dış analistler; kredi notu yatırım yapılabilir düzeyine çıkmadan, hukuki güven oluşmadan, kısaca seçimden önce heterodoks hasarı sarılmadan gelmeyeceklerini savunuyor.