Merkez bankaları ve piyasalar
Mart ayının ikinci yarısından itibaren gerek merkez bankası stratejileri gerekse kamu sağlığı açısından alınan önlemlerin detayları netleşti. Ben görece bildiğim bir konu olan merkez bankası stratejileri üzerinden gitmek istiyorum. Bunu da Fed’in adımlarını değerlendirerek yapmak doğru olacaktır. Global merkez bankası stratejilerini üçe ayırabiliriz. İlki herkesin aklına gelen faiz indirimleri ve varlık alımları. Gerekli adımlar olmasına rağmen etkinliği en düşük adımlar. 2008 krizi finansal sektörde çıktığı için doğru bir reçete olsa da bu defa sadece yaraya merhem olarak değerlendirebiliriz. Tüm iddialara rağmen varlık alımları bankaların bilançosu açısından bir swaptan ötesi olmadı. Yani bonolar Fed’e geçerken banka bilançolarına rezerv eklenmiş oldu. Ve elbette rezervler sistem dışına çıkamayacağı için gerçek anlamda bir para basmadan söz etmek olanaksız. Dahası özel sektörün bilançosunda bir büyüme veya servet etkisi de söz konusu değil. İkinci adım ise gerek ABD finans sektörünün aktörleri gerekse diğer merkez bankaları ile yapılan swap, repo ve benzeri likidite sağlamaya yönelik adımlar. Elbette kısa vadeli fonlama baskılarının azaltılması açısından çok önemli adımlar olsa da bu adımlar da doğrudan reel sektöre yönelik operasyonlar değil. Üçüncü ve önemli adım ise özel sektörün veya belediyeler gibi kredi piyasalarına çıkamayan veya var olan kredilerini yenileyemeyen aktörlere yardımcı olunmasıydı. Yine kamunun da devreye girerek KOBİ’lere kredi vermesi en azından kısa vadede nakit akışı kesilen şirketlerin bir süre daha ayakta durmasını sağlamaya yönelik kritik bir adım oldu. Az önce Fed’in varlık alımlarının banka bilançolarının kompozisyonunu değiştirdiğin söylemiştim, ancak büyütmedi. Öte yandan kamunun haneler doğrudan bir çek göndermesi (bunu yapmanın birkaç yolu var, bütçe fazlası kullanılarak, borçlanarak veya gerçek anlamda para basarak) veya ABD Hazinesi’nin büyük oranda borçlanarak harcamaya başlaması doğrudan bazı kesimlerin bilançolarında büyüme demek. Şayet bu kesimler borçlarını ödeme veya gelirlerini tasarrufa yöneltmeye gitmezlerse (ki bir kısmı mutlaka bu yönde kullanılacaktır) atılan adımların paranın dönüş hızını artıracağını ve bir süre (ama kısa bir süre değil) sonra fiyatlara yansıyacağını da göreceğiz. Tüm krizlerin ardından benzer bir görüntü yaşanır. Borç oranı yüksek hane halkı veya özel sektör bilançolarını tamir etme çabasına girerek ve doğal olarak bir daralma yaşanır. Bu daralmayı engellemenin veya yavaşlatmanın tek yolu kamunun bilançosunu büyütmesi ve harcamalarını artırmasıdır. Şayet ABD 2 trilyon dolarlık bir alt yapı harcama paketi açıklarsa bunun borç oranı üzerindeki etkisi çok kritik olmayacaktır. Zira bu yatırımın getirisi maliyetinden daha yüksek olacağından orta vadede oranın düşmesine şahit olacağız. Ancak sadece tüketime giden adımlar çok daha sorunlu. Öte yandan yukarıda yazdıklarım gelişmiş daha doğrusu kendi para birimi ile borçlanabilen ülkeler için geçerli. Kendi para biriminden borçlanamadığı gibi şu anda döviz girişinde sorun yaşayan ülkelere “para basalım sonrasına bakarız” reçetesi ciddi sorunlar yaratabilir. Piyasaların virüsün yavaşlayan“momentumunu” ve merkez bankası operasyonlarını olumlu fiyatladığını görüyoruz. Zaten gelişmekte olan ülkelerin bazı varlıkları ve euro gibi birkaç kur dışında piyasa koşulları altında oluşan bir fiyatlama da söz konusu değil. Ancak şirket kârları ve ekonomide yaşanacak hasar konusunda hala net bir resim oluşmuş değil. Dünya ekonomisi, ABD’yi de ayrıştıramayız, bu krizi kuvvetli değil zayıf bir ekonomik momentumla girdi. Bu nedenle hasar sanılandan büyük toparlanma ise yavaş gerçekleşebilir.