Mekân oluşturma
(Mekân: Bir şeyin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal)
Neredeyse her şehirde caddeler, park ve bahçeler, meydanlar gibi kamusal alanlar tüm şehrin ortalama üçte birini oluşturmaktaymış. Bu önemli payına rağmen yerel yönetimlerin sahip olduğu ve yönettiği bu alanların şehir yaşamını dönüştürme ve işlevsellik kazandırma potansiyelinden diğer ağır basan öncelikler – hızlı şehirleşme, yetersiz planlama, finansal darboğazlar – nedeniyle yeterince yararlanılamıyormuş. Bu öteleme ve önemsizleşme sonucu oluşan araç yoğunluğu, çevre kirliliği kaynak israfına yol açmakta ve kısır bir döngünün içerisine girilmekte. Tam tersine, insan odaklı, çevreci, canlı, hayat dolu mekânlar geliştiren şehirler ise daha başarılı olmakta. Üstelik bu mekânlar için yapılan yatırımlar geri dönmekte, şehir bütçesine doğrudan ya da dolaylı katkı sağlamakta.
“Mekân Oluşturma” kavramının geçmişi 1960 yılına dayanmaktadır. Jane Jacobs ve William H. Whyte gibi yazarlar şehirlerin sadece araçları ve dükkanları değil insanları esas alacak şekilde tasarlanması gerektiğini dile getirdiler. Caddelerin, sokakların gerçek sahiplerinin insan olduğunu savundular. Kamusal alanlarda sosyal yaşamın nasıl hayata geçirileceğini anlattılar. 1970 yılında kavram mimarlar, şehir plancılar, yerel yöneticiler tarafından benimsenmeye; meydanlar, parklar, caddeler ve su kenarları bu anlayışla ele alınmaya başlandı. Önce yaşamın, sonra mekânın en sonda da binaların ele alınması gerektiği vurgulandı. Hatta, o güne kadar bina inşa etmekte başarılı fakat mekân oluşturmakta başarısız kalındığı kabul edildi.
Kişiye özel konutlar, otomobiller, kişisel bilgisayarlar, ofisler nedeniyle toplumun daha içine dönük, daha “bireysel” olması sonucu ortak yaşamın giderek azalması yerel yönetimleri harekete geçirdi. Şehirlerde davetkâr, bireyleri bir araya getirecek mekânlar oluşturmanın önemi anlaşıldı.
Bir şehirde cazip mekânlar oluşturmanın o şehri çok yönlü yücelttiği biliniyor. Ancak, şehirleri yüceltecek mekânlar geliştirmenin boş alanları çimlendirip üzerine banklar ve egzersiz aletleri yerleştirmekten ibaret olmadığı da belirtiliyor. Önemli olan, şehrin kimliğini güçlendirecek, kültürel mirasını yansıtacak biçimde sahip olunanları yaratıcı çözümlerle hayata geçirmek. Yaratıcı mekânlar sanat, kültür ve tasarım kabiliyet ve çabalarının harmanından ibaret olacak. Böyle mekânlar şehre anlam kazandıracak, şehrin gelişmesine katkıda bulunacak.
Bu alanda faaliyet gösteren bir şirketin web sitesinde bir soru-cevap bölümü yer alıyor. Mekân geliştirme işine girişmeden önce yerel yönetimlerin bu soruları kendilerine yöneltmesi ve cevaplaması bekleniyor:
- İnsanları bu mekâna çeken ve burada zaman geçirmesini sağlayan şey ne olacaktır?
- Yabancı ziyaretçiler buraya gelir mi? Tekrar ziyaret eder mi?
- Gelecek kuşaklar bu projeye bakıp bizim doğru karar verdiğimizi düşünür mü?
- Bu mekân, şehri herkes için daha iyi bir yer yapar mı?
Şehirlerimizde yukarıda sıralanan sorulara cevap veren mekânlar görmek dileğiyle.
Haftanın Mekânı: MILLENIUM PARK, CHICAGO, ABD
1852 yılından 1997 yılına kadar, neredeyse 150 yıl, demiryolları tarafından kullanılan 100 dönüm (100,000 m2) alan 1998 yılında şehir yönetiminin kararı ile şehrin sanatsal canlılığı ve kültürel çoşkusunun yansıtılacağı bir mekân olarak tasarlandı. Yapım süresi tahminleri aştı ve park 2004 yılında tamamlandı. Bir vakıf tarafından yönetilen park ABD’nin en çok ziyaret edilen ilk 10 yeri arasında olup yılda 25 milyon kişi tarafından ziyaret edilmekte.
Parkın en ilgi çekici yapıtı “Cloud Gate – Bulut Geçidi” sanatçı Anish Kapoor tarafından tasarlanmıştır. 168 paslanmaz çelik levhanın iz bırakmayacak şekilde bir araya getirilmesi ile oluşturulan 100 ton ağırlığındaki yapıt gökyüzünü, çevreyi hatta onu görmeye gelenleri bile yansıtmaktadır. “Cloud Gate – Bulut Geçidi” dünyanın en büyük dış mekân yapıtları arasında yer almaktadır.