MB pozitif bir sürprize imza atar mı?
Son yıllarda izlenen politikalar sonucunda Türkiye ekonomisi bir enflasyon-ücret-devaluasyon sarmalı ve buna bağlı olarak kalıcı bir yüksek enflasyon tehlikesi ile karşı karşıya. Bu durumdan kurtulmak için öncelikle Türkiye’nin kaç zaman sonra yeniden içine düştüğü ikiz açık problemini yenmesi gerekecektir. Birinci açık tabii ki cari işlemler açığı. Bunu yenmenin temel yolu kurları serbest bırakarak TL’yi daha rekabetçi bir konuma ulaştırmak. Nitekim bugün itibarıyle son 2 aylık devaluasyon oranı yüzde 40’a gelmiş bulunuyor. Evet, bu gelişmenin kısa vadede enflasyon üzerinde olumsuz bir etkisi olacaktır. Ancak cari denge pozisyonunun orta vadede iyileşecek olması da ileriye dönük kur üzerindeki baskı olasılığını azalttığı için beklentilerin olumluya dönmesini sağlayacaktır.
İkinci açık ise bütçe açığı. (Esasında sadece bütçe değil, kamu sektörünün tüm açıklarının bu hesaba dahil edilmesi gerekir.) Bütçenin bu sene rekor açık vereceği herkesin bildiği bir gerçek. HMB’nin başına geçen Sn. Şimşek ise açığı limitlemek için özellikle gelirler (=vergiler) tarafını güçlendirici paketler açıkladı. (Bu vergilerin gene dolaylı vergiler olması hoş değil, ancak bu Türkiye’nin çok uzun zamandır süren bir sorunu, ve acil kaynak bulma noktasında da en etkili çözüm.) Kaçınılmaz olarak zamlar da peşi sıra gelmeye başladı. Hiç biri sürpriz değil.
Özellikle akaryakıt ile ilgili ÖTV artışı çok çok geç kalınmış bir düzenlemeydi. (2 hafta önceki yazımda da belirtmiş olduğum üzere Türkiye’de akaryakıt fiyatları son 4-5 seneye kadar Avrupa ülkelerinin üzerinde belirlenirdi. Eğer aynı fiyatlama politikasına geri dönülecekse benzinin litre fiyatının en az 45 TL civarında olması gerekiyor!) Sn. Şimşek’in konuyla ilgili açıklamasında belirttiği gibi akaryakıt ve doğalgaz ÖTV’lerindeki artış 2 yönden etkili oluyor: Birincisi çok büyük çoğunluğu ithal olan bu ürünlere olan talebi azaltmak. İkincisi ise en hızlı şekilde bütçeye gelir temin etmek.
Hazine ve Maliye tarafında önemli kararlar alınırken, MB geçen ayki ilk faiz artış kararı ile beklentileri pek de karşılamamıştı. Bugün gene bir PPK günü ve MB’nin politika faizini artırmaya devam etmesi bekleniyor. Ancak piyasa beklentileri “artış ne kadar olmalı?” sorusunun cevabı yerine “ne kadar artışa izin var?” sorusuyla şekillendiği için 5 puan olan beklentiler olması gerekenin altında kalıyor. Buna bakarak MB yetkililerinin piyasanın beklediği bu oranın yeterli olacağı şeklinde bir intibaya kapılmaları da yanlış olur. Şunu defaatle vurgulamak da yarar var: MB piyasaları ne kadar pozitif yönde şaşırtırsa, ileriye dönük faiz ve enflasyon beklentileri o kadar pozitife dönecektir. Programın başarısı tamamen göreve gelen bu yeni kadroların ne kadar “bağımsız” hareket edebileceğine bağlı. Bu konuda şüpheler ne kadar artarsa programın başarı şansı da o kadar azalacak.
Bu haftaki ilginç ama çok da beklenmedik olmayan bir gelişme ise döviz kurlarındaki hızlı yükselişle birlikte KKM’lerin kur farkı ödemelerinin çok artması sonucunda piyasaya bir anda yüksek miktarda TL likidite girmesi oldu. Böylece 3 yıldan sonra Merkez Bankası APİ’de (swaplar hariç) borç alıcı konuma geçti. MB’nin halihazırdaki borç alma faizi ise yüzde 13.5. Bugüne kadar 300 milyar TL kadar KKM kur farkı ödemesi yapılmıştı. Önümüzdeki aylarda 500 milyar TL’ye yakın ödeme daha yapılacak. Bu ödemelerin enflasyonist etki yaratmaması ve mevduat sahiplerinin dövize dönmemesi için MB faizlerinin önemli ölçüde artırılması gerekiyor. Ümit ederim bugünkü kararda bu etkiler de dikkate alınır.