Mayınlı alan: Toplu iş sözleşmeleri

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Çalıştığım işyerleri arasında, kitaplarda anlatılanlara benzeyen “gerçek kurum” Şişecam’dı. Bütün çalışanların “sahiplendiği”, emeğimizin karşılığının topluma ve kendimize döndüğü, göstereceğimiz çabanın uzun dönemli geleceğimizi güven altına aldığı inancının yarattığı olağanüstü bir “aidiyet duygusunun” motive ettiği şahane bir işyeriydi.

Şişecam’ın bir kurum olarak asıl büyüklüğü bilgiye dayalı fikri olan insanlara “sözünü söyleme özgürlüğü” tanımasıydı.

Şişecam’da çalıştığımız dönemin tanıklarının çoğunluğu hayatta; dilleri söyleyecek, elleri kalem tutarak yazacak, eksiği tamamlayacak ve yanlışı düzeltebilecek güçleri var.

Şişecam’da genel sekreterlik görevimi yürütürken, yöneticimiz elinde bir dosya ile odama girdi, “Bundan sonra toplu iş sözleşmelerinin yürütülmesi görevini sana veriyorum. Bu işin zor olduğunu biliyorum; bu konuyu üstlenenler ortalama iki yıl bile burada çalışamamış” dedi; herhangi bir gerekçe, işin yapılmasıyla ilgili ilke, kural, model ve metot açıklaması da yapmadı.

Önümde iki yol vardı: Görevi kabul etmeyerek işyerinden ayrılmak ya da kendimi güvence alacak iş yapma metotları geliştirerek devam etmek.

Birlikte çalıştığımız arkadaşların çoğunluğu tanıktır; Şişecam’da sendikalarla toplu iş sözleşmeleri konusunda ilgisi ve bilgisi olan çalışan ya da emekli olan herkesle görüşmeler yaptım; deneyimlerinden yararlanmak istedim.

Uzun dönemde Şişecam yatırımları için uygun yer seçimi konusu üzerinde araştırma yapan üç kişilik üst düzey bir ekiple saha incelemesi için Çanakkale yöresindeyken, kaldığımız otelin lokantasında Şişecam’dan emekli olmuş, Dardanel’de danışmanlık yapan Necmi Sürel’e rastladık. Arkadaşlar sofradan kalkınca, fırsatı bulmuşken toplu iş sözleşmesi konusunda deneyim ve birikimlerini öğrenmek için sorular sormaya başladım.

Şaşırtıcı bir hafıza, en ince ayrıntıya hâkim bilgi birikimiyle karşılaştım. Gecenin yarısı çok geçmiş, sabahın erken saatleri olmuştu. Odamıza çıkarken minarelerden ezan sesleri duyuluyordu; elimdeki büyük boy defterin birkaç sayfası kalmıştı; bir de zihnimin derinliklerine perçinlenen bir uyarı: “Şişecam’da toplu iş sözleşmesi görüşmeleri mayınlı bir alandır!”

Üç saat kadar uyumuştum, arkadaşlarım uyandırdı; kahvaltıdan sonra yola koyulduk. İnceleme gezisi tamamlanana kadar arkadaşlarla konuşma yerine defterdeki notları tekrar tekrar okuyor; ilkeler belirliyor, model kurguluyor, metot arıyor strateji oluşturuyor, taktikler geliştiriyordum.

İstanbul’a döndükten sonra birkaç gün başka işe bakmadan, toplu iş sözleşmelerini yürütürken izleyeceğim yol ve yöntemler üzerinde çalıştım. Ulaştığım sonuçları “kişisel anayasaya” dönüştürdüm:

Kişisel anayasalarımız olmalı

Adını “kişisel anayasa” koyduğum ve on iki maddeden oluşan ilkeler bütününü, başta tanıdığım sendikacılar olmak üzere, toplu iş sözleşmesi uzmanları ve yanlışımı söyleyeceğine güvendiğim çok değişik alanlardaki insanlarla tartıştım. Son şeklini verdiğim metinde diyordum ki:

- Sendikalaşma insani özü olan anayasal bir haktır; “sendikasızlaştırma” söz konusu olduğu zaman gücün yettiği kadar engelleyeceksin, seni aşan kararlar olursa, altına imza koymayacaksın; gerekirse işten ayrılmayı göze alacaksın.

- Aynı iş yerinde birden çok sendikanın varlığına ilkesel olarak karşı duracaksın.

- Toplu iş sözleşmesinin ön-hazırlıklarını bütün olanakları zorlayarak yapacaksın; sözleşme sürecine doğrudan ve dolaylı katkı yapan yetkililerin geniş katılımıyla iş yerlerinin “durum değerlendirmesini” olası bütün değişkenleri değerlendirerek yapılmasına özen göstereceksin.

- Erişilebilen verilerle yapılan “durum değerlendirmesi” sonuçlarını üretimin önemli bir parçası olan çalışanların temsilcisi sendika yöneticileriyle paylaşacaksın.

- Üst yönetiminin belirlediği bir “başkanın” koordinasyonunda, bütün birimlerin mali sorumluların katıldıkları ortak toplantılar yapacaksın; kimsenin “Ben bilmiyordum, haberim yoktu” bahanesine sığınmasına fırsat yaratmayacaksın.

- Yapılan durum değerlendirmesi çalışmalarından, kurumun üst yönetimini, o dönemdeki adıyla koordinatörleri, daha sonraki unvanıyla başkanları “yazılı metinlerle” bilgilendireceksin.

- Sendikaların yöneticileriyle yapılan toplantılara “tek başına asla katılmayacak” kurumda sorumluluğu olan yetkili birini yanında bulunduracaksın.

- Özelikle toplu iş sözleşmeleri görüşmeleri başladığında “talepler” ve “gerekçeler” içeren konuşmaların ses kayıtlarını alacaksın, “görüşme tutanaklarını” koruyacak ve geliştireceksin.

- Toplu iş sözleşmelerinde “ücret artışları” gibi maliyet etkileri olan konularda kendini ve kurumu bağlayacak konularda düşünce belirtmeyecek, “ince ayrıntıları bilen uzmanları devrede tutacaksın.

- Toplu iş sözleşmesini yürütmekle görevli ekibi en küçük ayrıntıda bile “yazılı” bilgilendireceksin; toplantı gündemini, gündemle ilgili ön-hazırlıkları net olarak tanımlayacak; bir önceki toplantının “karar özetlerini” okumadan, yapılan “görevlendirmeler” hakkında “geribildirimler yapmadan gündeme geçilmesine fırsat yaratmayacaksın.

- Toplantılarda “profesyonel iş gerekleri” ile “sosyal ilişkiler” dengesini iyi kuracaksın; hiçbir konuyu “düşman yaratmanın kolaycılığına” kurban ettirmeyeceksin.

- Modele göre gerçeklik kuramına, “Gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelinin varsayımlarını değiştirirsin, gerçekliğin de değişir”, titizlikle uyacaksın; “Kaleler sadece savunmak için değil, kaçmak için de yapılır” diyen halkımızın akıl birikimini unutmadan, başkalarının kendini savunmasına yol açan ve kendini de bağlayan kesin anlatımlardan sakınacaksın.

Kişisel anayasama ne kadar sadık kalabildiğimin en yakın tanıkları o dönemde Şişecam’da toplu iş sözleşmeleri görüşmelerinden sorumlu başkanlık görevi yürüten Teoman Yenigün, grupların mali işlerinden sorumlu Mehmet Orhon, Akif Sözen, Aktan Pınar, Hüseyin Özcan, Endüstri İlişkileri Müdürü Av. Ali Nafiz Konuk ve yardımcısı Erden Özokutucu ile çok sayıda orta kademe yöneticisi, Kristal-İş, Petrol-İş, Selülöz-İş, Metal-İş sendikalarının yöneticileri ve uzmanlarıdır.

Gücü kullanmanın ilkeleri

Güç kullanmanın üç temel ilkesi vardır:

1- Gücünün sınırlarını bileceksin,

2- Gücü kullanmanın zamanını iyi seçeceksin,

3- Gücü kullandıktan sonra sana nasıl geri döneceğini iyi hesaplayacaksın.

Bütün bu konularda dengeleri bulabildiğin zaman işini iyi yapmayı sürdürebilirsin.

Şişecam’da toplu iş sözleşmeleri sürecini yaklaşık on iki yıl yürüttüm. Hangi gerekçelere dayalı olduğunu bilmediğim “iki yıl dayanabilme” saptamasının sınırlarını çok aşan bir süreyi kapsadı.

Emekli olduktan sonra yaklaşık yirmi yıllık zaman geçti. En çok didiştiğim sendika başkanları ile iletişimimiz sürüyor.

Toplu iş sözleşmesi tamamlandıktan sonra, birlikte çalıştığımız arkadaşlara yazmayı ihmal etmediğim ve arşivlerimizde duran “Arkadaş olan ekibe mektupların” kitaba dönüştürülmesini talep edenler çoğunluktaydı.

Anlattıklarınızla ilgili ayrıntı bilgisine sahip olmayan, yaptığınız işin dinamiklerinden habersiz insanlara yemek masaları sohbetlerinin mezesi yaptığınız hikâyelerle algı yaratabilirsiniz, ama değer üretemezsiniz. Değer üretmek istiyorsanız, muhataplarının bulunduğu, karşı görüş söyleyebilecek olanların yer aldığı ortamlarda “ürettiğiniz değerlerin” arka plan hikâyelerini paylaşmalısınız. Daha da önemlisi, hikâyenizi kaleme alarak yazılı belge halinde herkesin sorgulamasına açık hale getirirseniz; eksiklerinizi tamamlayacak, yanlışlarınızı düzeltecek olanlara da fırsat kapısını açar “hayatın öz gerçeğinin netleşmesine” katkı yaparsınız.

Hiç kimse eksik ya da yanlıştan kendini arındıramaz. Toplumsal kalkınmanın temel ilkelerinden biri olan “ bilgili ve temas halindeki halkın” varlığı, eksiklerimizi ve yanlışlarımızı sorguladığımızda güç kazanır; tersi kasaba kültüründen gıdasını alan şark kurnazlarının işidir.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar