Mavi koyunun hikâyesi
Sanıyorum 15 yıl kadar önceydi; bugün gazetenizle birlikte aldığınız Dünya Kitap’ın yine Kasım sayısındaki yazımda çocukluğumda okuduğum bir masalda anlatılan mavi koyundan bahsetmiş, ancak hikâyesini anlatmamıştım. O yazı, geçtiğimiz ay yayınlanan 30. yıl özel sayısı için Dünya Kitap ciltlerini karıştırırken önüme çıktı. Bugün, sizi o mavi koyunla masal dünyasında ağırlamak istiyorum:
Hepsi beyaz koyunlardan oluşan bir sürüde bir kuzu varmış. Daha dünyaya geldiği gün tüylerinde mavi mürekkep dökülmüş gibi mavi dalgalar varmış. Yavruyken öbür koyunlar, çoban ve köpeği onun bu haline çok gülmüşler, ama büyüdükçe mavilik daha da artmış, masmavi olmuş.
Diğer hayvanlar “hadi git başımızdan maskara!” diyerek onu aralarına almamaya başlamışlar. Çoban köpeği de her karşılaştıklarında onu ısırmaya başlamış. Mavi koyun, buna çok üzülüyormuş, ama ne yapsın? Mavi olup olmaması onun elinde değilmiş; ki?
Bir gün çobana dert yanmış, o da köpeğini ve öbür koyunları iyice azarlayarak “ne yapsın, renginin böyle olmasında onun bir suçu yok” demiş. Öbür koyunlar, “o bize benzemiyor, ondan hoşlanmıyoruz” diye cevap vermişler. Fakat çobana saygı duydukları için, o günden sonra mavi koyunu rahat bırakmışlar, yani hiç değilse çobanın yanında ona sataşmamışlar. Ama çoban yanlarından uzaklaştığında alay etmeyi sürdürmüşler.
Çoban, mavi koyunun derdine bir çare bulmak için uzun uzun düşünmüş ve günün birinde aklına bir çözüm gelmiş. Kocaman makasını alarak mavi koyunun yünlerini kırkmış, annesinin sararmış koyun yünlerini beyazlatmak için kullandığı ilaçtan kullanarak tüylerinin rengini açmayı planlıyormuş.
Çoban, kırktığı mavi yünlerin bir kısmını alıp koyunlarını köpeğe emanet ettikten sonra evinin yolunu tutmuş. Annesi, oğlunun elindeki mavi yünleri görünce “Aa, bu güzel yünü nereden buldun, rengi gök mavisi. Keşke bundan çok olsa da bir sürü güzel şeyler örebilsem” demiş.
Çoban, bu sözler karşısında önce ne diyeceğini şaşırmış; çünkü, annesine doğruyu söylerse, mavi koyunun renginin açılmasına izin vermeyecek ve zavallı hayvancağız, bütün ömrünce derdinden kurtulamayacakmış. Çoban, Hindistan’dan gelen bir yün tüccarından aldığını uydurmuş. Tüccarından da karşılık olarak yünlerin rengini ağartacak sudan istediğini söylemiş. Annesi, “al sana şişeyi veriyorum, sen de Hintliden daha çok mavi tüy almaya bak” deyince çoban, teşekkür ederek otlağa dönmüş.
Hemen mavi koyunun yanına gidip yünü ağartan suyu bir fırça ile onun tüylerine sürmüş, mavi koyun da tıpkı diğer koyunlara benzemiş. Hayvancağız çok memnunmuş hayatından. Çoban, o günden sonra mavi koyunun tüyleri ne zaman eski rengine dönüşmeye başlasa, her defasında tüylerini o ilaçla ağartıyormuş.
Günün birinde şişedeki suyun bitmek üzere olduğunu fark etmiş. Bu sefer annesine nasıl bir yalan uyduracağını düşünürken onun çıkageldiğini görmüş. Annesi, sevinç içinde mavi yünü eğirip ördüğünü ve evin önünden geçen kibar bir bayın, pencereden yaptığı mavi atkı ile eldivenleri görünce çok para vererek onları satın aldığını anlatmış. “Bu yünden daha çok bulabilirsek pek yakında ikimiz de zengin oluruz” demiş.
Çoban, bunun üzerine annesine mavi yünün sahici hikâyesini anlatmış, ona mavi koyunu göstermek istemiş… Fakat ne kadar aramışsa da onu bulamamış. Koyunların hepsi aynı imiş… Hatta, belki kaybolmuştur diye onları saymış, hepsi tamammış. Demek ki mavi koyun da onların arasında imiş… Bu sefer çoban, “her şeye rağmen Tanrı’ya şükür” demiş “mavi koyun, her zaman için beyaz oldu, rahata kavuştu.”
Gökten üç elma düştü; biri bana, biri siz okuyucularıma, diğeri de dünyadaki bütün iyi insanlara…