Masalın sonu
“Dünya ekonomisi on yıllık bir kriz sürecinden çıkıyor. Kriz, iktisada ilişkin birçok yargıyı, kuralı ters yüz ederken, iktisat teorilerinin bazılarını da Poppercı anlamda çıplak gözle görülecek şekilde yanılsanmasına neden oldu.
Buna rağmen neoklasik iktisatçıların çocukları, torunları teorik olarak da politik olarak da bu gerçeği görmezden geliyorlar. Bu, gerçekten kaçmaktan başka bir şey değil, çünkü ortada bir gerçek var, o da yıllardır övgüler düzülen, dünyayı kasıp kavuran küreselleşmenin, yürütücüsü ülkelerde bile işlemediğidir. Nitekim egemen güç ABD hükümeti, küresel kapitalizmi kurtarmak için bankalara, firmalara para aktarmak zorunda kaldı; bazıları yardımla ayakta kaldı, bazıları ise battı.
Kapitalizm artık eski kapitalizm değil, değişmek zorunda kalacak, bunu yapmaz ise krizlerin sıklığı artacaktır. Bu dönemde egemen küresel güçlerin takipçisi olmaya çalışan, kendi çapında emperyal güç olmayı hayal eden Çin ve Rusya ise, yandaş kapitalizme teslim olmuş durumdalar. Ülke ekonomilerinde ciddi sorun var. Ancak, bu henüz zeytinyağı gibi yüzeye çıkmadı.
Küreselleşme sadece iktisadi bir olgu olarak karşımıza çıkmadı. Ülkelerin kültürel, sosyal ve siyasal yapılarına da doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale etti. Önce Doğu Bloğu ülkelerinde Turuncu Devrim adı altında, sonra Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Arap Baharı adı altında ulus devletleri yıktı. Bu yıkıcı yayılma, nispeten Doğu Bloğu'nda yumuşak bir şekilde gerçekleşirken, diğer ülkelerde ABD’nin Rusya’ya karşı geliştirdiği kuşatma projesi, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) ile ülkeleri adeta kana buladı ve küreselleşme, yarattığı terörün altında kalmaya başladı. Bundan dolayı İslam ve terörü yan yana getirenler, yani İslamofobi propagandası, suçlaması yapanlar, aslında bunun küreselleşmenin -kendilerinin yarattığı- bir eseri olduğunu görmezden gelmektedirler. Yani dünyaya masal okumaktalar.
Küreselleşmeciler ülkelere sermaye ve işgücünde serbest akış (üretim faktörlerinde akışkanlık), gelir dağılımında eşitlik, istikrarlı büyüme, demokrasi vadediyorlardı. Gerçekleşen, sadece sermaye hareketlerinde serbestlik oldu. O da krizle birlikte gelişmekte olan ülkeleri zehirledi. Küreselleşme sadece çevre ülkelerde değil, merkez ülkelerde, yani küreselleşmenin egemen olduğu ülkelerde de sorun yarattı. Kriz de bunun eseridir. Onlar bile finansal serbestliğin kuralsız darbelerine dayanamadı.
İnşaat ve finans sektöründe kar rekorları kırıldı
Dünya ekonomisi krize girdiğinde, Türkiye beş yıllık bir tek parti iktidarı tarafından yönetiliyordu. Küresel likidite bolluğunu kullanarak ekonomide özellikle büyüme ve enflasyon konusunda istikrar sağlanmıştı ancak, yapısal çözümleri üretmede zayıf kalınmıştı. 2007 yılında partinin, siyasal erkin tüm koltuklarını doldurması ile birlikte yapısal sorunların daha da ağırlaşmasına neden olacak olan kurumsuzlaşmaya ve kuralsızlaşmaya doğru gidiş hızlandı. Türkiye'nin kısa süreli yabancı sermaye girişi ile yakaladığı büyümede istikrarsızlaşma başladı. Ekonomi 2009 yılında küçüldü. 2011 yılından sonra enflasyon ve kur riski artmaya başladı ve bu riskler, 2015 yılından sonra realize oldu.
On beş yıllık tek parti iktidarı dönemini istikrar olarak gören sermaye sınıfı, ekonomide, özellikle de işgücü piyasasında hemen hemen istediği ayrıcalıkların tümünü aldı. Burada özellikle inşaat ve finans sektörü öne çıktı. Bu iki sektör kâr rekorları kırdı.
Ekonomide sorunlar ve riskler birikiyordu, yüksek oranlı borçlanma, gizlenmiş mali istikrarsızlık 2017 yılında görünür hale geldi ve sonunda maliye bakanı "Ya yüksek vergi, ya borçlanma" cümlesini kurmak ya da itirafını yapmak zorunda kaldı.
Türkiye'de bu süreçte inanılmaz bir propaganda dönemi yaşadı. Yapılan propaganda adeta Türkiye’nin 2002’den sonra doğduğunu kanıtlama çabası gibi idi. Cumhuriyet'in kurucu liderleri yerden yere vurulurken, kurumsal yapılanma da yıkıldı. 2017 yılı Anayasa oylaması ile güçler ayrılığı sistemi ortadan kaldırıldı. Bu yapılırken geçmişe yönelik yok edici propaganda devam etti; özellikle ekonomide, masalları aratmayacak bir söylem tutturuldu. Örneğin; sorgulama ve düşünme çabasına girmeyen halk, bu arada 70 milyar doları bulan özelleştirmeyi görmedi. 2015-2016 döviz krizi bu anlatıyı bozdu. Midas’ın, kepçe kulaklarının olduğu anlaşıldı.
Türkiye’nin böyle bir süreci yaşaması elbette sadece iç dinamiklerden kaynaklanmamaktadır. Dış dinamikler de belirleyici oldu. 1990’lı yıllarda sosyalist sistemin yıkılması sadece sol düşüncenin değil, sosyal demokrat düşüncenin de ezilmesine neden oldu. Türkiye’de bu zaten on yıl önce 12 Eylül Faşist Darbesi ile yapılmıştı, dolayısıyla ülkenin vahşi küreselleşme sürecine eklenmesi zor olmadı, sermaye sınıfı bilinçli olarak, işçi sınıfı da bilinçsiz olarak buna katkı verdi. Sol olmayınca muhalefet eden de olmadı.
Bu kitabın yazarı ne serbest ticaret ne de küreselleşme karşıtıdır. Ülkelerin evrimi bu yönde gerçekleşirken, direnilmesinin yanlış olduğunun farkındadır, çünkü iktisat teorisi de, politikası da evrimleşmek durumundadır. Ancak hem dünya hem de Türkiye, D. Rodrik’in ifadesi ile “akıllı küreselleşebilirdi”. Bu yapılmayınca tüm dünya finansal küreselleşmenin egemenliği altına girdi, bunun maliyeti de yüksek oldu.
Ülkemizin bu süreçteki en büyük zayıflığı büyük ölçüde kurumsuzlaşma ve kuralsızlaşmadan kaynaklanmaktadır. Bu eğilim Nisan 2017 Anayasa Değişikliği ile daha da güçlenmiştir. Bundan dolayı siyasal ve ekonomik istikrarı yakalamak da zor olacaktır.
Adalet ve özgürlük olmadan ne kapitalizm işler ne de demokrasi. Ne yazık ki bu kavramlar ne iktidarda ne de muhalefetin önemli kısmında kendine yer bulabilmektedir. Bundan dolayı önümüzdeki yıllar ülkemiz için sancılı geçecektir.
Fakat yine de tüm bu olumsuzlukları üzerimizden atabileceğimize inanmaktayım. Çeşitli üniversitelerde verdiğim konferanslarda şunu gördüm; bu ülkenin muhafazakâr gençliği de Atatürkçü gençliği de, sosyalist gençliği de özgürlük istiyor. Özellikle kadınlarımızın özgürlük çığlığı sürekli yükseliyor.
Bu çığlığa güven duymakta yarar var. Unutmayalım Mustafa Kemal ATATÜRK, bu çığlığı yaklaşık yüz yıl önce duymuş ve Cumhuriyet'i onlara emanet etmişti.”
Bu yazı yaklaşık 6 yıl önce “Ekonomide Masallar Gerçekler” kitabıma yazdığım önsözden aynen alındı. Sanırım şunu yazmak hakkım.
Ne dedikse o.