Maliye politikası sıkılaştırılmalı mı?
Son bütçe verileri açıklandıktan sonra maliye politikasının yeteri kadar sıkılaştırılamadığı ve bu yüzden enflasyonun planlanan takvimde istenilen seviyeye çekilemediğine dair yorumlar yer almaya başladı. Merkez Bankası’nın (6 ay gecikmeli de olsa) gerekli sıkılaştırmayı yaptığı ve bu noktadan sonra maliye politikasının devreye girmesi gerekliliği vurgulanmakta. Böylece bir anlamda top Sn. Mehmet Şimşek’in sahasına atılmış oldu. Bilindiği gibi kendisi bundan 3 ay kadar önce çok radikal olmasa da önemli vergi reformlarını yasalaştırmaya çalışmış, ama bunlardan özellikle yüksek gelir gruplarını etkileyecek olanlar Meclis komisyonu tarafından geri çevrilmişti. Bu bağlamda şöyle bir soru sorulabilir: Herhangi bir iktidar kendi mensuplarını da mali açıdan zorlayacak bir vergi reformuna imza atar mı?
Bilindiği gibi geçen senenin son ayında bütçe nakit dengesi 197 milyar TL açık verirken, Merkezi Yönetim Konsolide Bütçe dengesi 842 milyar TL açık vermişti. Bunun anlamı şuydu: Geçen sene deprem nedeniyle çok yüksek olarak belirlenen gider ödeneklerinin önemli bir kısmı sene içinde kullanılamayınca, sene sonunda bu ödenekler “emanet” olarak 2024’e taşınmıştı. Diğer bir ifadeyle geçen sene yapılamayan harcamalar bu sene bu ödeneklerin de ilave edilmesi ile bu seneye aktarılmıştı. Sonuçta ilk 9 ayda yapılan “fiili” nakit harcama 7.2 trilyon TL değil, 7.8 trilyon oldu. Bu nedenle salt Konsolide Bütçe rakamları bu seneki fiili harcama miktarını ve dolayısıyla da bu durumun ekonomik aktivite üzerindeki etkisini doğru olarak vermeyecektir.
Esasında ilk 9 ayın bütçe gelirleri beklenilenden daha iyi geldi. Bunda ekonomik aktivitenin hedeflenenden daha canlı kalmasının etkisi de var. Nitekim ilk 9 ayda toplam gelirler geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 77 artarak 6.1 trilyon TL oldu. Enflasyonun oldukça üzerinde bir artış. Bu dönemde doğrudan vergilerdeki artış yüzde 78 iken, dolaylı vergilerdeki artış yüzde 72.
Problem gider artışında. İlk 9 ayda (nakit) giderlerdeki artış %94! Eğer aynı artış temposu devam ederse yıl sonunda toplam giderler 11.5 trilyon civarında gerçekleşecektir. Bu OVP’de hedeflenenin yaklaşık 300 milyar TL üzerinde bir rakam. Ayrıca son çeyrekte ekonomik aktivitede görülen yavaşlama ile birlikte gelir tarafı da azalacağı için toplam bütçe açığındaki sapma 500 milyar TL’ye kadar çıkabilir. OVP’de bu sene için verilen Merkezi Yönetim Bütçe açığı tahmini 2.15 trilyon TL ile GSYH’nin yüzde 4,9’uydu. Her zaman söylediğimiz gibi yüzde 4,9 açık zaten dezenflasyonist bir program için oldukça yüksek bir açık hedefiydi. Bir de bu açığın yüzde 25 kadar daha fazla olması hedefleri iyice zora sokabilir.
Sonuçta maliye politikasında bir miktar sıkılaştırma hem bütçedeki sapmayı önleyecek, hem de enflasyon beklentilerini geriletecektir. “Dezenflasyonist bir program izlenirken nerelerden vergi alınabilir?” sorusunun cevabı ise doğrudan vergiler (kurumlar, gelir ve servet vergileri) olmalı. Dolaylı vergiler ise hem zaten bozulmuş olan gelir dağılımını daha da bozucu etkileri, hem de enflasyon oranını ilk anda yükseltmesi nedeniyle tercih edilmemeli. Gelir vergisinde ise vergi oranlarının yüksek kademeler için artırılması düşünülmeli. Keza, kurumlar vergisindeki istisna ve teşviklerin azaltılması (ki bu bir ölçüde yapılıyor) diğer bir yöntem olabilir. Ancak asıl etki Emlak Vergisi’nde yapılacak düzenlemeler olmalı. Türkiye’de emlaktan alınan vergilerin oranı gelişmiş ülkelere göre zaten çok düşük. Sadece vergi hesaplaması için kullanılan rayiç bedellerin piyasa değerlerine getirilmesi bile bu kalemdeki tahsilatı oldukça yukarı çekecektir. Bunun dışında özellikle birden fazla konutu olanlara daha yüksek vergi oranı uygulanması düşünülmeli. Bu aynı zamanda son yıllarda çok bozulmuş olan emlak piyasasını dengeye getirecektir. Fazla ve özellikle atıl gayrimenkulu olanlar bunları elden çıkarmak zorunda kalacak, ve böylece de gayrimenkul fiyatları gerileyecektir. Ancak bu tedbirin ilk paragrafta sorduğum soruya takılma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu da belirtmeliyim!