Mali kural 13 yıl önce kaçırılan bir fırsattı

Servet YILDIRIM
Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Altılı masayı oluşturan partilerin hazırladığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni Türkiye’ye yine eski bir tartışmayı, “Mali Kural”ı hatırlattı.

Geçen hafta açıklanan metinde mali disiplin ve öngörülebilirlik için “Mali Kural” uygulaması başlatılacağı belirtiliyordu. Aslında mali kural yeni duyduğumuz bir şey değildi. Türkiye mali kural ile bundan 13-14 yıl önce tanışmıştı. Ama bu tanışma bir birlikteliğe dönüşemeden mali kural yok oldu gitti.

Projenin sahibi o dönemde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Ali Babacan’dı. 2009 yılında başlayan çalışmalar 2010 yılı Mayıs ayı itibariyle yasalaşması için TBMM'ye gönderilmeye hazır hale gelmişti.

Kanun taslağına birçok paydaş ile yapılan görüşmeler sonrası Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda son şekli verilmiş ve önce Başbakanlık sonra da Meclis’e sevk edilmesi için düğmeye basılmıştı. Ancak bir anda beklenmeyen bir gelişme oldu; “Meclis takvimi çok sıkışık. Gündem yoğun. Tasarı yeni yasama dönemine kalsın” denildi ve bir daha ses soluk çıkmadı. Biz o zamanlar mali kuralın rafa kaldırıldığını düşünmüştük ama sonradan anladık ki; bir daha gündeme gelmesin diye gömülmüş. Ak Parti hükümetinin 13 yıl önce getirmekten vazgeçtiği mali kuralı şimdi eğer yönetme gücünü elde ederse Millet İttifakı yasalaştıracak.

 Mali kural neydi? En basit haliyle bir formüldü. Diyordu ki: sa = - 0.33 (a (t-1) - 1) - 0.33 (b - 5). Bu haliyle ürkütücü. Anlaşılması zor. Hatta bu haliyle adama seçim bile kaybettirir. Ama detaylara girince görülüyor ki; bu formül o kadar karmaşık değil. Mantığı basit: İşlerin iyi gittiği yıllarda tasarruf edilecek; kötü gittiğinde bu tasarruflar sayesinde harcamalar artırılabilecek. Mali politikalara uzun vadede öngörülebilirlik kazandırmayı ve mali disiplini kalıcı hale getirmeyi amaçlıyor.

Formüldeki sa genel yönetim açığının gayri safi yurt içi hasılaya oranında yapılacak uyarlama; a (t-1) bir önceki yılın genel yönetim açığı/gayri safi yurt içi hasıla oranı, b ise reel gayri safi yurt içi hasıla artış hızı. Üç tane ana oran belirlenmişti. Bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 1 olacak ve büyüme hızı yüzde 5 olarak öngörülecekti. Bir de yüzde 0.33’lük yani 1/3’lük bir katsayı vardı. Düşünsenize; bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 1’de tutulduğu ve GSYH’nın ise yüzde 5 arttığı bir ekonomi konuşuluyordu. Böyle bir ekonomi Türkiye için ideal değil mi? Amaç bu ideale yaklaşmak ve bunu sürdürebilir kılmaktı. Eğer sapma varsa ertesi yıl üçte bir oranında uyarlama yapılacaktı. Yani kendi içinde esnekliği olan bir kuraldı.

Hatırlıyorum; o zaman iş dünyasının, akademisyenlerin, ekonomistlerin, sendikaların, medyanın ve daha birçok kesimin görüşü ve desteği alınmıştı. Ama sonradan fark edildi ki; iktidar partisindeki siyasetçilerin desteği alınamamış.

Kısacası; geniş çevrelerin desteğine rağmen o zaman siyasetçi bakışı hakim geldi. Mali kuralın hükümetlerin seçim ekonomisi uygulamasını oldukça zorlaştıracağı görüldü. Siyaset ürktü ve mali kuraldan vazgeçildi. Her zaman söylüyorum; eğer mali kural o zaman rafa kaldırılmayıp Meclis’ten geçirilmiş olsaydı, Türkiye ekonomisi bugün çok daha farklı ve güçlü bir noktada olabilirdi. Mali kural ekonomi için önemli bir çıpa olacaktı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar