Makroekonomik istikrarın yolu fiyat istikrarından geçer
Türkiye ekonomisi geçen yıl yüzde 1.8 büyüme oranı ile G-20 ülkeleri arasında Çin’in ardından en hızlı büyüyen ikinci ekonomi oldu. Ama aynı Türkiye ekonomisi yüzde 15.61’lik enflasyon oranı ile yine aynı ülkeler arasında Arjantin’in ardından enflasyonun en yüksek olduğu ikinci ekonomiydi. Büyüme sıralamasındaki yerimiz ne kadar gurur vericiyse, enflasyon sıralamasındaki yerimiz de o kadar utanç vericidir.
Dünyadaki 200 dolayında ülke arasında enflasyonun en yüksek olduğu 15’inci ülkeyiz. Bizden öncekilere ve bizden sonraki birkaç ülkeye bakınca canınız sıkılır. “Ne işimiz var bizim bu ülkelerin arasında?” dersiniz. Böyle bir ortamda Merkez Bankası Para Politikası Kurulu bugün yine toplanıyor. Beklentiler oldukça farklı. “Pas geçer” diyen de var, bir puanlık artışa kesin gözüyle bakan da. Ben de son gelen enflasyon rakamlarından sonra yarım ya da bir puanlık bir artış yapılabileceğini düşünenlerdenim. Son açıklanan şubat rakamları enflasyonun hala yüksek seyrettiğini gösterdi. Bundan önceki 11 yılın şubat aylarındaki aylık enflasyon rakamlarının ortalaması 0.59’ken bu şubatta fiyatlar yüzde 0.91 artmış. Önceki aylarda da durum farklı değildi. Yani enflasyon uzun bir süredir trendden kopmuş gidiyor.
Hem yıllık hem de aylık enflasyon rakamları Türkiye ekonomisi için çok yüksek seviyelerdedir. Özellikle enflasyonun dünyada diplerde seyrettiği bir dönemde Türkiye olması gerekenden daha düşük bir ligdedir. Merkez Bankası bu yıl sonunda enflasyonun yüzde 9.4’e gerileyeceğini tahmin ediyor. Hedef ise 2023 sonunda yüzde 5 enflasyona ulaşmak. Türkiye koşullarında 2023’ü tahmin etmek çok zor ancak mevcut eğilim yılsonunda iki haneli enflasyona işaret ediyor. Eğer yılın geri kalan aylarında aylık rakamlar son 11 yılın ortalaması kadar gerçekleşirse 2021 sonunda enflasyon yüzde 11 dolayında kalır. Dolayısıyla yılsonu tahminine ulaşmak için geçmiş 11 yıldakinden daha iyi bir enflasyon performansı gösterilmesi gerekiyor. Bu nedenle Merkez Bankası sıkı parasal duruşunu sürdürür ve “gerekirse” faizi daha da yükseltebilir.
Bu tür bir sıkı duruş, fiyat istikrarının sağlanması için gerek koşuldur, ancak yeter koşul değildir. Daha önce de sıklıkla vurgulandığı gibi aynı zamanda mali disiplin kararlılıkla sürdürülmeli, kamu borçlanma stratejisi para politikası hedefleriyle uyumlu olmalı, kamu kontrolündeki fiyatlar ve vergi ayarlamaları enflasyondaki düşüşü aksatmamalı, gelirler politikası enflasyonla mücadeleyi desteklemeli, güven erozyonunu ve TL değer kaybını tetikleyecek uygulama ve açıklamalardan kaçınılmalıdır. Kalıcı fiyat istikrarı için hukuk ve ekonomi alanında reformlar yapılmalı, enflasyondaki katılık ve oynaklıkları azaltacak yapısal adımlar atılmalıdır. Kısacası, her ne kadar yasal görevi olsa da, fiyat istikrarının sağlanması yükü tamamen Merkez Bankası’nın sırtına bindirilmemelidir. Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın önceki gün Anadolu Ajansı’na dediği gibi “Enflasyonla mücadelede para politikası, maliye politikası ve yapısal politikaların bir arada olduğu bütüncül bir bakışa ihtiyaç var.” Ve daha da önemlisi yönetim kadrolarının en tepeden en aşağıya kadar fiyat istikrarının finansal ve makroekonomik istikrara ulaşılması için bir koşul olduğuna ikna olması gerekiyor.