Maharetin yerine mazereti ikame
Kısa bir zaman önce, suizan (kötücül varsayımlar) ve su-i tefehhüm (eksik, kötü biçimde anlama) ile “mandacı zihniyet”te olmakla eleştirdikleri ekonomistler karşısında, Plevne müdafaası kararlılığıyla, şimdilerde “akıldışı” olduğu teyit edilmiş bulunan ekonomi politikasını savunanların, o günlerden bu günlere hala tekrarladıkları bir terane kaldı; o da enflasyonun yerine hayat pahalılığı kavramını ikame etme zorlaması. Bir de bu hevese eşlik eden, “herkesin enflasyonu farklıdır” söyleminin arkasına saklanılarak, TÜİK’in şeffaflık eksikliğinden mâlûl enflasyon hesabıyla milletin deneyimlediği pahalılık arasındaki farkı, “hissedilen enflasyon” kavramına sığıştırıp meşrulaştırma çabası var.
Tüm bu lâfügüzaf bir yana, Ocak 2024 itibariyle memlekette açlık sınırı 15.033 lira.
Geçen ay 14.431 liraydı.
Ocak ayı enflasyonu TÜİK’e göre % 6,70; ENAG’a göre % 9,38; İTO’ya göre % 6,72.
Ortalamasını aldığınızda % 7,6.
Açlık sınırıysa bir önceki aya göre % 4,1 artmış.
Açlık sınırı hesabı, kabaca, gıda enflasyonunu takip ediyor; o da Ocak’ta % 5,19.
Asgari ücret 17.002 lira.
Asgari ücret ile Açlık Sınırı arasında fark 1.969 lira, ya da % 13.
Bu hesapla asgari ücret arifeyi görür, bayramı da çıkarır ama, Emek ve Dayanışma günü civarı açlık sınırının altında kalması mukadder görünüyor.
Sonra?
Sonrası, uygulamalı iktisat mucizesi yaratmanın sorumluluğu ekonomiyi yönetenlerden asgari ücretliye geçecek.
Turgut Özal zamanında, köyünden erzak desteği alarak geçinen memurları kastederek ne demişti? “Benim memurum işini bilir.” Bu zamanda işini bilmek gerek! Ya işini bileceksin ya işin bitecek zira… Mucize yaratmak şart anlayacağınız!
Bu masalsı şartlarda Haziran’da asgari ücret artar mı artmaz mı tartışması yine gündeme gelir.
Gelecek gelmesine de, o artış yapılırsa “iddialı” enflasyon hedefine ne olacak? Tersine, artış olmazsa bu defa da sabit gelirli vatandaş yedi ay boyunca rızkına hangi taklayı attıracak?
O işe de varsın “Rifâiler” karışsın.
1929’dan 1946’ya kadar Ankara Valiliği, yetmedi Belediye Başkanlığı, o da yetmedi 1936’dan sonra bir de CHP İl Başkanlığı yapan Nevzat Tandoğan’ın ne dediğini hatırlayınız: “Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz.”
Şimdi diyeceksiniz ki “işte tek parti zihniyeti”.
Doğrudur.
Fakat şu tarafı da var; tek parti sadece siyasi bir dönemin adı değil güzel ülkemizde.
Herhangi bir dönemde belli bir siyasi partiye ait bir felsefe-i sakime (hastalıklı felsefe) de değil maalesef.
Tek parti bir zihniyettir Türkiye’de.
İktidarda olma haliyle kaimdir.
Aslında, dünya siyasi tarihi boyunca İngiliz tarihçi, siyasetçi, yazar Lord Acton’ın şu sözleri sıklıkla doğrulanmıştır: “Güç yozlaştırır; Mutlak güç, mutlaka yozlaştırır”. Buna bir de iktidarın süresi eklenmeli. İktidarda geçirilen süre uzadıkça, hem tercihlerle gerçekler arasındaki bağlantı kopuyor hem de benlik algısı bozuluyor. Bu eğilimlerin üzerine çıkmak nadir bulunan bir karakter gücü. Sorunu da tam bu; “nadir” olması. O sebeple demokrasilerde hem iktidar süreleri hem güç temerküzü kısıtlanır.
Zira, sıradan vatandaşın mucizevi liderlere yetecek ömrü yok!
Bizde maalesef durum iyice vahim. O sebeple bu topraklarda tek parti bir zihniyettir, diyorum. İktidara gelip koltukla uzun süre aşk yaşayan iktidarlar kendilerince ulvî bir sarhoşluğa kapılır; kendini “devlet” sanma eğilimine girer.
Elbette böyle bir iktidarın her yaptığı doğrudur(!)
Yanlış diyen, bu teşhisinde haklı da olsa, “siyaset” yapmaktadır.
Öyle olunca da bilimsel bilgi siyasi tercihlerinizle çelişiyorsa ya o bilgi yanlıştır ya da söyleyen “iktidarımıza göz koymuştur.”
O da asli günah tabii!
Yaptıklarınızın doğru olmadığını düşünenler, yukarıdaki cümleyi okumuş olabilirler ama anlamamışlar demektir.
Size verdiklerimizle yetinmeyi reddediyorsanız ya durumu takdir edemiyorsunuz ya “kronik” muhalifsiniz, ya “nankör”! İcraatımızı beğenmiyorsanız kuşku yok “kökünüz dışarıda”, değerlerimizi paylaşmıyorsanız “dışlanmanız evla”! Mesela 21 milyon insanın devlet yardımıyla geçinmesinde ve “bağımlı oy veren”e dönüştürülmesinde utanılacak bir şey yok! Aksine sosyal yardım başarısı var!
Öyledir muhakkak!
Bir de tabii; “Herkes bizle uğraşıyor, bizi kıskanıyor…”, diye yürüdük mü, tamam! Uygun müzikle ve görüntüyle, değmeyin keyfimize.
Siyasette kuraldır; maharet eksikliği mazeret ile ikame edilir!
Şimdi; ne demişti Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay? “Hedeflerimizde iddialıyız”. Enflasyonda hedef ne? İlk Orta Vadeli Programa sorarsan % 33. Merkez Bankasının tahmini üst bandı % 42 olmak üzere % 36. Demek ki, Ocak enflasyonundan sonra bu meret aylık ortalamada % 2 civarı olmalı. Cidden iddialı! Zaten ortalama, maazallah, % 3 olsa senenin sonunda bakmışsın pat diye neredeyse 50’ye gelmişsin. Bu arada hedef bant aralığı olan 6 da enteresan. Dünyada yıllık enflasyonu bu orandan küçük 135 ülke var. Bir anlamda elin enflasyonu Türkiye’nin hata payından küçük. Bant aralığımız Avrupa Birliği ortalamasının iki katı, Almanya’nın iki katından biraz fazla. Yıllık TÜİK enflasyonumuz bile kıymetli dostum Tunç Şatıroğlu sağolsun bu aralar hususi ilgi alanıma giren Zambia’nın 4,9 katı.
Bu arada programın inandırıcılığına laf söyleyen de “mandacı” oluyor, öyle mi?
Yersen!
Bunlar hep birer uyarı. Ama uyarıda bulunmak da katiyen memnu (kesinlikle yasak) tabii. Laf ebeleri hazır; yapıştırıverirler: “Siz de sevinirsiniz öyle olursa!” “Kardeşim, sevinecek olsam susar, bekler, olunca sevinirim; yapmayın, öyle olmasın, haksız çıkalım diye uyarıyoruz”, diyecekken birden titreyip kendine geliveriyor, vazgeçiyorsun.
Sonrası mı?
Sonra şöyle bir haber geliyor: TCMB faizi sabit tuttu.
Negatif faize devam!
Bu negatif dediğim faiz bugünlerde yaklaşık % 15 nispetinde. Merak ediyorsanız, Ocak 2024 itibariyle bu 157 ülkede yıllık enflasyon oranına tekabül ediyor.
Peki bunun hiç mi iyi tarafı yok?
Var. Kredi kartı ile, borç çevirerek, geçinenler açısından maliyetler şimdilik sabit. Öte yandan onlar da enflasyonla artan fiyatlara kaybediyor.
Bu ortamda kur, enflasyon, tasarruf mafiş. Bugün yapmadığınız faiz artışını ileride, ya daha yüksek faizle ya finansal baskılama ile ya da “başkaca” cebri yöntemlerle “telafi”, korkarım milleti de telef, edeceksiniz muhtemel. Bu açık. Eninde sonunda bir “Dornbusch anı” gelecek.
O ne mi?
Paul Krugman, Kenneth Rogoff gibi zamanımızın namlı iktisatçılarının Massachusetts Institute of Technology’den hocası olan Rudiger Dornbusch zamanında şöyle demiş: "Ekonomide bazı şeylerin gerçekleşmesi düşündüğünüzden daha uzun sürer ve sonra [gerçekleştiklerinde de bu defa] düşündüğünüzden daha süratli gerçekleşir." İşte “Dornbusch anı” dediğim o sürat anı.
Dilerseniz siz ona “telef anı” da diyebilirsiniz…