Lübnan’ın çöküşü
Lübnan halkı bu yıl çok sayıda travma yaşadı. Korona virüsünün ülkeye verdiği zarar bir yana, salgının ortasında başkent Beyrut’ta gerçekleşen korkunç patlama şehrin en canlı mahallerini yerle bir etti. Patlamadan önce de Lübnan zaten krize sürüklenmişti. Hatta patlamanın altında yatan nedenlerin de krize yol açan siyasi ataletten kaynaklandığı söylenebilir. Bu trajik olaydan sonra, ülkenin çöküşe doğru ilerlemesi geri döndürülemeyen bir ivme kazandı.
Geçtiğimiz hafta içinde ülkede elektrikler 24 saat kesintiye uğradı. Süreklilik kazanan kesintiler Lübnan’ın zaten can çekişen ekonomisini felç ediyor. Yeni kurulan hükümet, protesto gösterileri ve mezhep çatışmalarının başlaması ihtimali karşısında zar zor ayakta duruyor. Lübnan Orta Doğu’da stratejik konuma sahip bir ülkedir. Çöküşü bölge için ne anlama gelmektedir?
Lübnan’da bu aşamaya nasıl gelindi?
Lübnan’da cereyan eden olayları anlamlandırabilmek için Lübnan toplumunun ve siyasetinin parçalanmışlığını tanımak gerekiyor. Parçalanmışlığın kurumsal bir nitelik kazanması 1943’te Lübnan’ın bağımsızlığı şekillenirken söz konusu olmuştur. Bağımsızlık planını yapanlar, siyasi sistemdeki başlıca görevlerin dini cemaat esasına göre dağıtılması üzerinde anlaşmışlardır.
Örneğin, sistemdeki en büyük üç görev cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı sırasıyla Maruni Hristiyanlara, Sünni ve Şii Müslümanlara tahsis edilmiştir. Bu düzen, siyaset sürecinin düzgün işlemesi bakımından sorunlara gebedir. İlkin, sistem toplumun demografik bileşiminde meydana gelebilecek değişimlere karşı duyarsızdır, hâlbuki bazı grupların nüfustaki payı diğerlerine göre daha hızlı artmaktadır.
Örneğin sistem şekillendiği sırada nüfusun en kalabalık kesimi Marunilerden oluşurken, bugün denge değişmiştir. Ayrıca, Lübnan dışardan göç almış ve bu da mezhep dengelerinde değişime yol açmıştır. Bunun yanında, her mezhep iç politikada kendisini destekleyecek dış destek kaynakları bulmuştur. Böylelikle, ülkenin iç siyaseti Orta Doğu’daki uluslararası güç mücadeleleri ile iç içe geçmiştir.
Örneğin, Lübnan’da önde gelen Şii güç Hizbullah’tır, ancak İran’ın güçlü desteği olmasaydı, bu kadar güçlü olup olmayacağı tartışmaya açıktır. Maruniler, Katolik Kilisesine bağlı Hristiyan olmaları hasebiyle her zaman Fransız desteğini arkalarında bulmuşlardır. Sünniler de muhtelif bölgesel güçlerden destek almışlardır.
Gerçek bir ulusal siyasal toplumun oluşması, bu düzenin kurulması uğruna kurban edilmiştir. Başından itibaren herkesin ulusal düzeyin dışında bir siyasal kimliğe sahip olduğu ortamda, partiler de ulusal düzey yerine dini cemaatler çerçevesinde teşekkül etmiş, böylece ülke siyaseti parçalanmış bir görünüm kazanmıştır. Bu durumun tutarsız ve etkili olmaktan uzak bir yönetişimle sonuçlanması ve işin kamu hizmetlerinin çökmesine varması pek şaşırtıcı olmamalıdır.
Lübnan geçmişte çok acımasız bir iç savaş yaşamıştır. Şimdi de benzer bir tehlike var mıdır?
Böyle bir tahminde bulunmaktan uzak durmak isterim ama uluslararası ortama baktığımda şu sıralarda Lübnan’ın ülkeyi yeniden inşa etmekte zorlanacağını söyleyebilirim. ABD Orta Doğu’daki varlığını azaltırken, Lübnan yeniden uluslararası rekabete tamamen açık bir duruma gelmektedir. Öncelikle Lübnan’ın çökmesi karşısında güvenlik endişeleri yoğunlaşan bir İsrail var. İsrail Hizbullah’ı ciddi bir askeri güç olarak değerlendirmektedir ve muhtemelen kendi güvenliğini korumak adına bazı eylemlerde bulunacaktır.
Her ne kadar şu anda gündeminde çok sayıda başka dert olsa da, Suriye rejimi de her zaman Lübnan’da denetimi elinde tutan ve ülkenin siyasetinde son sözü söyleyen bir konumda olmayı istemiştir. Esat Lübnan’a yeniden hakim olmağa ilgi duyacak ve bir ihtimal, bu konuda Rusya’nın da desteğini sağlayabilecektir. Sahnede Fransa gibi nüfuz sahibi olmak isteyen fakat ne derece etkili olabileceği kestirilmesi güç başka ülkeler de vardır. Bu güçlerin rekabetine, çatışmala rına baktığınız zaman, Lübnan’ın normale dönmesinin bir hayli zor olacağı söylenebilir.
Akdeniz’de kıyısı olan bir devlet olduğundan, Lübnan’da cereyan eden olayların etkisi geniş alanlarda hissedilebilir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye Lübnan’ın yakın komşusudur. Krizde Türk hükümetinin aktif bir rol alması gerekir mi, Türkiye’nin ne yapması lazım?
Doğu Akdeniz’e baktığımızda, Lübnan’ın çöküşü başlamadan önce bölgede zaten yeterli sayıda sorun vardı. Lübnan’ın çöküşünün yarattığı boşluk bu denkleme yeni bir bilinmeyen eklemiştir. Biraz önce ifade ettiğim gibi, muhtelif güçler Lübnan’a hakim olmak üzere mücadele edeceklerdir. Lübnan üzerinde üstünlük kurmak Doğu Akdeniz’de de bir güç pozisyonu elde etmektir. Bu gerçeklerin ışığında Türkiye’nin de Lübnan’da cereyan eden olaylara ilgi duyması tabiidir. Türkiye’nin de şu sıralarda bir dizi başka sorunla uğraşmak mecburiyetinde olduğu bilinmektedir. Yine de Lübnan’ın varlığını koruyabilmesi ve zaman içinde toparlanabilmesi için Türkiye’nin yapabilecekleri vardır.
Örneğin, kısa bir süre öncesine kadar Karadeniz Holding isimli bir Türk firması Lübnan’ın enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılıyordu. Ancak bir yıldan fazla süredir kendilerine ödeme yapılmadığı için firma enerji üreten gemisini Lübnan’dan çekmiştir. Türk hükümeti firmaya gerekli ödemeleri yaparak geminin Lübnan’a hizmet vermeye devam etmesini sağlayabilir. Enerji vazgeçilmez bir ihtiyaçtır ve enerji olmadan bir toplum uzun süre yaşamakta zorlanır.
Lübnan halkına yardım etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin üstüne düşen, Lübnan halkının yanında olduğunu göstermesidir. Türkiye ve Lübnan bölgede demokrasi ile yönetilen ve piyasa ekonomisi koşullarının egemen olduğu istikrarlı ülkeler olma gayretini paylaşıyorlar. Türkiye, Lübnan halkının sıkıntılarını hafifl etmek için elinden geleni, sadece insani nedenlere istinaden değil aynı zamanda kendisinin yararına olacak bölgesel istikrarı korumak için de yapmalıdır.