Lobiciliği sevmeseniz de, yapmaniz gerekiyor
Gerek Türk kamuoyu gerek çoğu siyaset adamımızın nezdinde lobicilik pek uygun olmayan bir faaliyet olarak görülür. Bu tutum bir bakıma haklı bir endişenin yansımasıdır. Lobicilik yapanlar kendileri için faydalı ama diğerleri için zarar verici nitelikte sonuçlar elde etmek isteyebilirler. Böyle bir endişe ancak lobiciliğin tek taraflı yapıldığı veya bir tarafın lobisinin istediği sonuçları elde etmekte diğerlerini tamamen etkisiz kılacak kadar güçlü olduğu ortamlar için
geçerlidir. Demokrasi ile yönetilen toplumlarda, çoğu zaman farklı hedefler güden lobilerin birbiri ile rekabet ettikleri ve hiçbirinin ezici bir üstünlük kuramayacağı kabul edilir. Sonuç, bir yasa yapımını örnek alırsak, herkesin bazı isteklerinin karşılandığı ama her isteğinin karşılanmadığı bir yasanın çıkması olacaktır.
Türklerin lobiciliğe alerjisinin diğer bazı nedenleri de var gibi gözüküyor. Bu sözcük Türkçede kullanıldığı zaman demokratik rekabet süreci içinde yürütülen meşru bir faaliyeti çağrıştırmaktan ziyade Amerika’ya özgü ve Türkiye ve Türklere karşı kötü niyetli faaliyet yürüten etnik lobileri akla getiriyor. Şu veya bu kökenden gelenlerin hizmet eden etkin lobiler bir Washington gerçeği olmakla beraber, mutlaka etnik temel üzerine kurulu olmayan ve Türkiye karşıtı olmayan faaliyetler yürüten başka lobiler de bulunuyor. Bir örnek vermek gerekirse, daha iyi günlerde, Amerikan savunma sanayii Amerikan siyasal süreçlerinde Türkiye’nin çıkarlarını savunan kuruluşlardı, hem kendileri hem de Türkiyenin lehine sonuçlar elde etmekte başarı sağlıyorlardı.
Lobicilik konusunda Amerika’yı farklı kılan bu faaliyete atfedilen meşruluk ve faaliyetin kanunla düzenlenen bir alan olmasıdır. Buna karşılık, lobiciliği baştan itibaren uygunsuz bir eylem olarak algılayan Türk siyasi liderleri, Amerika’da yürütülen yoğun lobicilik faaliyeti karşısında şaşkınlık yaşıyorlar. Bu da hükümetler açısından bir sorun oluşturuyor. Türk hükümetleri, sık sık arzulamadıkları sonuçlara yol açması nedeniyle, bu olguyu görmezlikten gelemeyeceklerini bilseler de, ne yapmaları gerektiğini kestiremiyorlar. Son yıllarda tipik olarak başvurulan yöntem Türk çıkarlarını savunmak için bazı Amerikan firmalarının görevlendirilmesidir. Örneğin, şu sıralarda, Türkiye’nin F-35 projesinden dışlanmasını sorununun makul bir çözüme bağlanması işini takip bir Amerikan firmasına havale edlmiş bulunuyor.
Bir lobicilik firmasının hizmetlerinden yararlanmanın önemi inkar edilemez. Ancak gayet karmaşık olan Amerikan siyasa yapımı süreçlerinin içinde çok sayıda aktörün yer aldığı, dolayısıyla çok yönlü bir lobicilik stratejisinin benimsenmesi gerektiği de bilinmelidir. Bu strateji belirlenirken, Kongre’nin sadece bir yasama organı olmakla kalmayıp, sık sık siyasa yapan bir organ olduğu unutulmamalıdır. Diğer ülkelere yapılan silah satışlarının çoğu zaman Kongre onayına tabi olması bu rolünün canlı kanıtıdır. Hatırlanması gereken diğer bir husus, Washington’da siyasa yapımına düşünce kuruluşlarındaki “dış politika seçkinlerinin” sağladığı katkıdır. Bu düşünce kuruluşlarını bir kısmı Demokratlara, bir kısmı Cumhuriyetçilere yakındır. Yönetimler değiştiğinde, siyasi seviyedeki atamalar için bu kuruluşlar bir kadro havuzu oluştururlar. Yine unutulmaması gereken bir diğer nokta, örgütlü lobilerin birbiri ile etkileşim içinde oldukları ve birbirine destek verebildikleridir. Dolayısıyla, Türkiye ile doğrudan ilgileri olmayan lobilerle de temas etmek, bunlarla çıkarların örtüştüğü alanlar aramak lazımdır. Son olarak, kamuoyunu şekillendiren, siyasa yapımının bilgisel ve düşünsel ortamını belirleyen basın ve yayın kuruluşları da gözden uzak tutulmamalıdır.
Türkiye’nin de, sınırlı olmakla beraber, Amerika’da lobi yapacak bazı kaynakları vardır. Rum ve Ermeni lobleri kadar büyük olmasalar da, bazı etnik lobilerin bir arada hareket etmesi ve etkili olması sağlanabilir. Türkler yanında Azeri, Arnavut gruplar buna bir örnek teşkil edebilir. Bazı şirketlerin Türkiye ile ilişkilerin iyi olmasında çıkarları olduğu da bilinmektedir. Türk hükümetleri bu kaynakları zaten değerlendirme gayreti içindedir ama bu gayretin etkinliği çok yüksek gözükmemektedir. Özellikle düşünce kuruluşları ile basın-yayın organları ile temaslar çok düşük düzeyde imiş gibi gözükmektedir. Hükümetin lobilerle ilişki kurma ve onları harekete geçirme beceri ve donanımı yetersiz kalmaktadır.
Bütün bu durumun sonucu, Washington’da Türkiye’ye ilgi duyan ve dostane yaklaşan bir camianın artık bulunmamasıdır. Türkiye karşıtı çevrelerin dolaşıma soktuğu, bazen de doğruluğu tartışmalı görüş ve bilgilerin karşısında, resmi diplomatik kaynaklar dışında bilgi verecek ve onlara nazaran daha güvenilir bulunabilecek kaynaklar yoktur. Bu Türkiye’yi olmaması gereken dezavantajlı bir konuma sokmaktadır. İyi tasarlanmış bir lobi stratejisine ve bunun enerjik biçimde hayata geçirilmesine ihtiyaç olduğu kesindir. Türkiye lobiciliği saygın bir faaliyet olarak görmeyeblir ama bunun Amerikan siyasetinde etkili olmak için vazgeçilmez bir faaliyet olduğunu teslim etmek mecburiyetindedir.