Lenin ve emperyalizm

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Lenin 1897’de Tugan vs. Luxemburg çerçevesinde Tugan’vari pozisyon alır: Doğal üreticiler meta üreticilerine dönüştükten sonra piyasanın artık büyüyemeyeceği tezinin yanlış olduğunu, uzmanlaşmanın teknik ilerleme gibi sonsuza kadar devam edeceğini iletir. Lenin nispi artı değer kavramına bir kere gönderme yapar; doğrudan doğruya kapitalizmin teknolojik gelişiminden bahsettiği halde bu böyledir. Marx ise teknik ilerlemeyle piyasa yaratımını birbirine bağlamaz. Teknolojik gelişmenin realizasyon (pazar) sorununu çözeceğini iddia etmek fazla ileri gitmek olabilir çünkü piyasanın genişlemesi uzmanlaşmayı teşvik eder ancak uzmanlaşma ve teknik ilerleme ad infinitum sürerek realizasyon sorununu çözmez.

Bakalım bu girizgâh anlamlı mı? Lenin 1893 tarihli Sözde Pazar Sorunu ile gençlik dönemi ekonomi yazılarına başlar. Ne bu çalışma ne de Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi –ki Althusser “dünyadaki yegâne bilimsel sosyoloji eseri” demişti- zamanında ilgi çekmişe benziyor. Luxemburg, Bukharin, Kautsky, Grossman gibi dönemin önde gelen kuramcılarında Lenin’in bu dönemine atıf veya tartışma bulunmuyor. Lenin’in ilk çalışması zaten basılmadı ve sonraki basılan gençlik eserleri de sadece Rusça basılmıştı. 1937 yılında ilk defa (Rusçada bile ilk defa) yayınlanan 1893 çalışmasında Lenin Kapital II’deki yeniden üretim şemalarına bakarak herhangi bir sektörün önceliğinin olmadığını, sabit sermaye ve tüketim malı üreten departmanların paralel geliştiğini söyler. Organik bileşimde zamanla bir artış olduğundan –Lenin Marx’ın bu eğilimi ispatladığını savunur –ki Marx organik bileşimin arttığını iddia ederken değer cinsi artışın fiziki artıştan çok daha küçük olduğunu yazmıştı- üretim malı üreten departmanın tüketim araçları üreten departmandan daha hızlı büyüdüğünü ve bunun adeta doğal olduğunu bildirir. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, aynı teze dayanarak, Marx’ın şemalarının herhangi bir şartına referans vermeden üretim araçları üreten departmanın hâkimiyetini ilan eder. Lenin kapitalizmin doğuşunu soyut düzeyde (a) piyasanın doğal ekonominin doğrudan üreticilerini iş bölümü-uzmanlaşma yoluyla meta üreticilerine dönüştürmesi (b) sonrasında işgücünün de emtialaşmasıyla meta üretiminin kapitalizme dönüşmesi olarak resmeder. Demek ki sosyal işbölümü esastır; piyasayı da işbölümünün derinleşmesi büyütür ve meta üretiminin tetiklediği rekabet kapitalizme geçişi hızlandırır. Burada ekonomi dışı zor yoktur. Burada realizasyon (pazar) sorunu da yoktur. “İlk birikim” de yoktur.

Gençlik çalışmalarında Lenin’in asıl derdi Narodniklere karşı Rusya’da kapitalizmin kök saldığını göstermekti. Bu polemik tavır içinde piyasa oluşumu için gereken zor öğesini silikleştirdiği ve teknik ilerlemenin rolünü öne çıkardığı söylenebilir. Aynı şekilde realizasyon sorununun hiçbir veçhesine önem vermez görünür. İlginçtir çünkü yaklaşık 20 sene sonra emperyalizm üzerine yazacak olan da odur. Önemlidir çünkü sonuçta emperyalizm terimini dünya ölçeğinde bu kadar yaygın hale getiren Lenin’in –alt başlığında popüler bir özet/vülgarizasyon çalışması nitelemesini kullandığı- eseriydi. Teoriden çok, mevcut yaklaşım ve çalışmaların net bir siyasi doğrultuda politikleştirilmesi amacını taşıyan bu kitap güncel göndermelere ve yer yer polemik tonuna rağmen tümüyle siyasi bir broşür değildi. Bu nedenle ve kolay okunurluğunun da katkısıyla emperyalizmi tam olarak açıkladığı varsayılıp pek çok ortamda tek başına yeterli bir okuma olarak değerlendirildi. Oysa iç gerilimleri açık ve günümüzün akademik standartlarına pek de uygun olmayan bir metindir. Ama güncel siyasete müdahale dışında Marksizm’in o dönemdeki bazı sinir uçlarını birleştirmeye çalışmış olmak gibi bir özelliği var.

Konu mühimdir çünkü bir Marksist için realizasyon sorunu önemsizse emperyalizmin varlık nedenini açıklamak zorlaşır. Belki emperyalizm kuramının başlangıcındaki iç gerilimlerin bir nedeni burada bulunabilir. Muhtemelen Sovyetlerdeki tartışmalarda 1920’lerde ve 1929 bunalımı sırasında öne çıkan Hilferding vs. Luxemburg ayrımının kökeni de buradadır. Bu nedenle yazının başında 1893 yılına kadar geri gittim.   

Daha önemli olan emperyalizm kitabının asıl ve anlık amacının ne olduğudur. Savaş ilerliyordu ve II. Enternasyonal savaş kredilerinin karşılıklı onaylanmasıyla fiilen dağılmıştı. Savaşa karşı çıkan ve Enternasyonal’den kopan çeşitli sollara yön göstermek gerekiyordu. Bir zamanlar “Marksizm’in Papa’sı” denilen Kautsky finans kapitalin tekelleşme hızının yüksek olduğunu ve yakında tek bir dünya karteline dönüşeceğini, böylece yeni savaşlara gerek kalmayacağını söylüyordu: Ultra-emperyalizm kuramı. Yani kapitalizmin emperyalist aşamaya geçerek banka ve sanayi sermayelerinin finans kapital olarak birleşmesi sonucu tekelleşmesi saptaması Lenin’e özgü değildi. Fark şuradaydı: Lenin gözlemlenen eğilimden bambaşka sonuçlar çıkarıyordu. Ne piyasanın “anarşisi” ortadan kalkacak ne de tek bir dünya tekeli –oligopolün kartel çözümü- emperyalist savaşlara son verecekti. Ultra-emperyalizm tezi yanlıştı. Kautsky de dönekti. Kanımca dönmemiş yerinde durmuştur ancak dünya değişmiştir; fakat bu ayrı bir konu. Kautsky ancak ve ancak savaşın ve devrimin olmadığı bir dünyada reformcu bir lider olabilirdi. Tabii o an işler bugünden bakıldığı gibi net görülmüyordu; polemik şarttı. Emperyalizm kuramı polemik, siyasal ve teorik yüklerle fazla yüklendi.

Klasik dönemin Marksist emperyalizm kuramını Hobson-Lenin üzerinden ağırlıklı olarak siyasi analize ve bir politikalar demeti olarak emperyalist devletlerarası ilişkilere odaklanan bir okuma olarak görebiliriz. Ayrıca Hilferding üzerinden mali sermaye odaklı bambaşka bir okuma mümkündür. Tugan-Baranovsky/Luxemburg/Bukharin hattında sermaye birikimi ve krizler ile emperyalizmi bağlayan bir okuma olarak bir üçüncü izlek de vardır. İki ve üç numaraların Sovyet tartışmalarına yansıdığını not etmiştik. Bu sonuncu izleğin, özellikle Tugan’ın modern iktisat kuramının diline çevrilebilirliği ve aşikâr eksik tüketim eleştirisi sayesinde daha verimli olacağını düşünüyorum. Kautksy’nin 1902 Die Neue Zeit makalesiyle cevap vermesine yol açan, Rosa Luxemburg’un reddiyede sınır tanımadığı, Tugan’ın Kautsky’nin eleştirisi üzerine cevaben Marx’ın genişleyen yeniden üretim şemasını basit yeniden üretimden başlatmayıp genişleyen yeniden üretimden başlatacak şekilde nümerik tabloları “ayarladığı”, ama matematiksel olarak genelleştirilebilir bir Tugan-Baranovsky patikasından bahsediyoruz. Analitik olarak limitte von Neumann maksimal büyüme oranına yakınsayacağını düşünebiliriz. Bütün karların yatırıma dönüştüğü, maksimal büyüme oranını kar haddine eşit olarak veren, tüm sektörlerin orantılı büyüdüğü von Neumann 1937 büyüme modeli bir köle ekonomisinin büyüme modelidir. Buradan ilerleyelim: Emperyalizm kuramı ancak ve ancak bir ekonomi politik kuram olarak inceltilir ve formelleştirilirse, sermaye birikimi ve pazar (realizasyon) sorunuyla iç içe düşünülürse günümüz için daha faydalı bir araç/kuram bütünlüğü sağlanabilir.

1902 tarihli Hobson (Emperyalizm) –tam da genç Churchill’in tarihte ilk defa boy gösterdiği son Boer savaşının ertesine denk geliyor- ve 1910 tarihli Hilferding (Finans Kapital) kitapları Kautsky, Luxemburg, Lenin ve Buharin’in çalışmalarıyla –ve birbirleriyle tartışmalarıyla- birleşerek 1917 Rus Devrimi sonrası çok büyük önem kazandı. Bu sadece Lenin bu iki –bağdaştırılması zor- kaynağı kullandığı için değil, Hobson da Hilferding de gerçek eğilimlere işaret ettikleri için böyledir. Sonuçta ilk küreselleşme dalgasının sonu hem pratikte hem sosyal bilimlerin önemli bir bölümünde 50-60 yıl boyunca evrensel bir geçerlilik kazanan emperyalizm terimine, teorilerine ve bu terimin çeşitli milliyetçiliklerle eklemlenerek bir tür sol milliyetçi damarın oluşumunda rol oynamasına yol açtı. Kabaca üçüncü dünyacılığın oluşumu 1960’larda flu ve pek de iyi belirlenmemiş halde duran bir emperyalizm kuramına ve dolayısıyla eşit derecede bulanık ve fazla geniş bir anti-emperyalizm ortak paydasına dayanıyordu.

Bugün de emperyalizm terimi çok yaygın kullanıma sahip ama tam olarak ne kastedildiği pek bilinmiyor. Belki bu belirsizliktir ki siyasi yelpazenin her bölmesinde yer bulabilmesini sağlıyor. Yüz seneden fazla zaman geçti. O zaman da alt-belirlenmiş bir kavramdı ama en azından Marksizm içi üç önemli bakışın veya damarın odak noktasındaydı. 21. Yüzyılda kuramsal düzeyde, ekonomist ve siyasal düşünür olarak bakarak, netleştirilmiş bir emperyalizm teorisi ortaya konulabilecekse bundan çok daha fazlası gerekiyor. Elbette kuram belirsiz, flu kaldığı için emperyalizm bir olgu olarak ortadan kaybolmayacak; o ayrı konu. Ancak en azından her yere çekilebilecek bir sözcüğe indirgenmemesi için bile netlik gerekli. Lenin’den hareketle, diyelim ki üç damar var ve Lenin gençlik yazılarındaki pozisyonuna bir ölçüde uyan biçimde en az önemi pazar (realizasyon) sorununa verdi. O zaman sorabiliriz: Emperyalizm kuramında Hobson, Hilferding ve Tugan-Luxemburg bakışlarından hangisini/hangilerini geliştirmek gerekiyor? Veya yepyeni veriler birikti ve haliyle yepyeni şeyler mi söylenmeli?      

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Cumhuriyet ve özgürlük 19 Kasım 2024
Trump 12 Kasım 2024
Geçmişe bir yolculuk 29 Ekim 2024
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024
Georges Sorel ve ötesi 17 Eylül 2024