Lacan CEO olsaydı, inovasyonu nasıl başarırdı?
Jacques Lacan, Uluslararası Psikanalistler Dernekleri’nin XIV. Kongresi’nde meşhur ayna evresine dair bir konferans vererek bilim camiasına bir metafor gibi düştü. Kuşkusuz 20. yüz yılın en büyük entelektüellerinden ve tartışmalı figürlerinden birisi. En iddialı post-yapısalcılardan bu renkli kişiliğin Parisli elit entelektüellere, Dadaizm ve Sürrealizm gibi sarsıcı akımlara, kendisine has dikilen kıyafetlere ve nadir bulunan gıdalara zaafı var. Fazlasıyla çapkın birisi ve annesine hiç benzemeyen soğuk kadınlardan hoşlanır. Lacan’ın dersleri hep kapalı gişe oynar, amfiler çakılı dolar, kendisi de bu durumdan büyük bir haz alırdı. Soluksuz 2 saati aşan seanslarda Lacan sınıfı adeta tiyatro sahnesi gibi kullanıyor, ders değil baştan sona tam bir performans sergiliyordu. Freud gibi Darwinci’ydi. Mesela Darwin’in anlatırken hayvan taklitleri, enteresan sesler ve gösteriler yapardı. Lacan sürekli yeni sözcükler uydurdu. Dile ve sözcüklere takıntısını şu cümlesinden anlayabiliriz: “Aile insan toplulukların merkezinde yer alıyorsa nedeni ailenin dilin egemenliğinde olmasıdır. Ad verme bir öznenin kimlik kazanmasını sağlar”.
Lacan’ın materyal toplama takıntısı vardı. Nadide objeleri sever, dünyanın her yerinden getirtirdi. Hatta kitap fetişi olduğu söylenir. Kitaplar basılmadan yazarlarından isterdi. Amacı ilk baskının hatta taslağın onda olmasıydı. Özel partilere ve maskeli balolara düşkündü. Tuhaf giyinirdi. Çocukluğundan hiç bahsetmedi. Lacan; düşüncelerin çalınmasından korkar, kimseyle paylaşmazdı. Kitaplarının tutmayacağı kaygısını hep taşıyan Lacan; yaşlanmaktan, çapkınlık yapamamaktan ve ölmekten çok korkuyordu. Hem akademide dersler hem de sahada bizzat terapileri ile büyük etki yarattı. Öyle ki, zamanında bir Fransız gazeteci kendisi Ayetullah’a benzetince Fransa ayağa kalkmıştı. Gazeteye giden protesto mektuplarının çoğu kliniğinde tedavi ettiği hastalar, birlikte çalıştığı hemşireler ve meslektaşlarıydı. Toplumsal karşılığı olan özel bir aydından bahsediyoruz. 40 yıl böyle geçti ve en sonunda korktuğu başına geldi. Belki de teorilerini destekleyen bir şekilde sürekli bilinçaltında tuttuğu için bu kaderden kaçamadı. 1978 sonbahar döneminin ilk dersinde dili tutuldu. Sonra salonda çekti gitti. Bir daha da dönemedi. 1981 yılında sahte bir isimle yatırıldığı hastanede bağırsak kanserinden hayatını kaybetti.
Kuramlarını ve çalışmalarını dil bilimi üzerine inşa eden bir düşünürün dilinin tutularak veda etmesi çok trajik bir son. Üstelik bu düşünür inanılmaz bir hitabet yeteneğine sahip kendi sözcüklerini türeten biri ise. Elisabeth Roudinesco’ya göre Freud’un takipçileri arasında bir tek Lacan, psikanalize felsefi bir zırh giydirmiş, biyolojiye saplanmaktan kurtarmış ve maneviyatçılığa yönelmemiştir. Lacan, psikanalize ölüm döşeğindeyken hayat öpücüğü kondurdu. Freud’un fikirlerini yeniden canlandırarak psikanalizi tekrar diriltmiştir. Sadece bu dahi, Lacan’a saygı için yeterli bir gerekçedir. Lacan, Freud’a dönüşü savunmuştur ama temel bir fark vardır aralarında: Freud, psikanalizin merkezine cinselliği yerleştirmişken; Lacan dili yerleştirmiştir. En önemli iddiası; bilinçaltının bir lisan gibi yapılandırılmış olmasıdır. Dil sadece iletişim aracı değildir Lacan için. Gerçek’i dönüştürmeye çabalayan ve bunu yapma kudreti olan bir işleve sahiptir. Dil bizi şekillendiren başat unsurdur. Dil, özneden bağımsız olarak, özne dünyaya gelmeden önce var olan yapıları mevcuttur ve özne bu dil dizgesi içerisinde doğarak düzen içinde yapılanır. Lacanyen anlamda bizim tahayyül sınırlarımız bu evreni ve relativiteyi algılayamamaktadır. Dolayısı ile Lacan’a göre dış dünyaya yani gerçek’e ulaşamayız. Çünkü gerçek; dil ile birlikte koptuğumuz şeydir. Dil insanı sadece doğadan değil gerçekten de koparmıştır. Bu bir zorunluluktur; çünkü dil yoksa özne de yoktur. Öznenin oluşumu sürecinde dil temel işlevi görür.
Peki, tüm bunların inovasyonla ilgisi ne? Onu da haftaya tartışalım…