Kuşaklar arası bağı sahaflar kurar
Öğlen tatilleri Beyazıt’a Sahaflar Çarşısı’na yolculuk demekti. O yıllarda Cağaloğlu Narlıbahçe Sokak’taki gazeteden çıkar, Cağaloğlu Meydanı’na tırmandıktan sonra Nuruosmaniye Camii’ne dönüp Kapalıçarşı’nın içinden geçerek Sahaflar’a ulaşırdım.
Sahaflar Çarşısı’nın geçmişi 15. yüzyıla kadar uzanıyordu. 1460 yılında Kapalıçarşı inşaatı tamamlandıktan sonra, medrese öğrencilerine kitap sağlayan dükkânlar Kapalıçarşı içinde bir araya toplanmıştı. Burada 1894 yılındaki İstanbul depremine kadar faaliyet göstermişler, daha sonra o zamanki adıyla Hakkaklar Çarşısı olarak bilinen bugünkü yerlerine taşınmışlardı. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkân sayısının 50 olduğunu yazmaktaydı. 1950 yılında çıkan yangından sonra çarşı tamamen yanmış ve içinde bulunan binlerce yazma eser kül olmuştu. İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp ahşap dükkânları da betonarmeye çevirerek, çarşıyı bugünkü mimarî durumuna getirmiş, ortadaki meydana da ilk Türk matbaacı olan İbrahim Müteferrika’nın büstünü yerleştirmişti.
Bugün o eski fonksiyonunu ifa etmekten çok uzak, yardımcı ders kitapları satan dükkânların ağırlıklı olduğu çarşıda o senelerde çıraklıktan gelen bilgili, gerçek sahafların işlettiği dükkânlar vardı. Önce, dayım Orhan Okay’ın çocukluğumda götürdüğü dükkânlara uğrardım. Bugün, Turgut Uyar’ın şiirinde kalan sahipleriyle konuşur, çaylarını içer, anlattıklarını anlamaya, feyz almaya çalışırdım. Benim sayfalarca anlatabileceğim o dünyayı Uyar, Yasin Efendi şiirinde ne güzel özetlemişti:
“İstanbul'da bir Yasin efendi vardır. / Sahaflarda bir dükkâncağızda. / Allah ne verirse ama üç ama beş, / Şükreder oturur...
Sabah erken gelir Sultan Selim'den / Dükkânının önünü sular süpürür. / Sahafların en güzel vaktidir, /Karşıdan karşıya yârenlik olur.
Bir çay ısmarlayınca acem çaycıdan, / Minderli sandalyesine kurulur / Bilinmez hayalleriyle saatlerce / Oyalanır durur...
Tarçın tarçın kokar elbiseleri, / Tesbih çekerek akşama kadar / Güvercinler için mısır, darı / Ve Mızraklı İlmihal satar.
Akşam oldu muydu Yasin Efendi / Paltosunu giyer, dükkânını kitler, / Beyazıt fırınından bir ekmek alıp, / Evine döner...
İstanbul'da bir Yasin Efendi vardır. / Sahaflarda bir küçük dükkânda, / Asma çardaklarının yeşilliği altında / Allahına şükreder oturur...”
Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak'ın Beyazıt Sahaflar Çarşısındaki 7 numaralı dükkânı, dostluğundan büyük keyif aldığım Aslan Kaynardağ’ın mekânı, İbrahim Manav’ın yeri, sahaf olmasa da çok sevdiğim İbrahim Derbeder’in 1 kapı numaralı kitapçısı sık uğradığım yerlerdi. Bu mekânlarda ustalarla karşılaşmaktan onların sohbetlerini dinlemekten çok mutlu olurdum, çok şey öğrenirdim.
O güzel sahafların o güzel mekânları artık yaşamıyor, Sahaflar Çarşısı da söylediğim gibi bir başka âlem.
Sahaflar Çarşısı ve oranın insanları ile birlikte birçok anı çok gerilerde kaldı… Asırlık kitaplar, tarihe tanıklık eden dergiler, eskiye ait yazılar, eski fotoğraflar, film, tiyatro afişleri, nadide levhalar, mektuplar, kartpostallar ve özel koleksiyonlar arasında dolaşmanın keyfi bir nostalji oldu.
Oysa eski kitaplardaki yaşanmışlıkları onların üzerindeki izlerden anlamaya çalışmak, içinden çıkan bir kâğıttan, üzerine alınan bir nottan ipuçları yakalamaya çalışmak ise harika bir detektiflik oyunuydu...
Salı günü çıkan KİTAP dergimizde Erol Üyepazarcı’nın Kadıköy’de sahaf sevgili Lütfü Seymen’in 31 yıldır yayınını sürdüren kitabiyat dergisi Müteferrika için yazdığı yazı anımsattı bana bunları. Lütfü, bugün çok az sayıda olan bizim için çok değerli gerçek sahaflardan birisi… Unutmamak gerekiyor ki kuşaklar arası bağı sahaflar kurar. Ve içinde biraz olsun merak taşıyan herkesi ilgilendirecek bir şeyler vardır onların tezgâhlarında…