Kurumsal değişim ve ekonomik performans
Yavaşlayan, momentumunu yitiren bir dinamiği kendisini sürekli yeniden üreten bir tuzaktan kurtaracak olan nedir? Kurumsal veya yapısal değişim nereden gelecek? Bu soruların Türkiye için önemli olduğuna kuşku yok. Sürekli ‘geçiş döneminde’ olduğu iddia edilen ve sermaye birikiminin tamamlanmadığı, yeterince sermaye birikemediği için sermayenin kıt faktör olarak görülmeye devam edilmesi gerektiğinin iddia edildiği bir ekonomi politik söz konusu. Teknolojik ilerleme ve toplam faktör verimliliği meselelerinin arada bir yüzeye çıkıp sonra gözden kaybolduğu bir iklimden söz ediyoruz. Asla tamamlanamayan “ilk sermaye birikimi” diyebiliriz.
Bildiğim kadarıyla çatışan sınıf ve zümrelerin üzerinde anlaşacakları etkin bir kurumlar kümesinin var olabileceğine işaret eden neoklasik bir ekonomi politik teoremi yoktur. Belki bu durumu Arrow’dan mülhem farklı bir tür genel imkânlılık (veya imkânsızlık) teoremi olarak adlandırabiliriz. Yani baştan etkin kurumların niteliği üzerinde anlaşıp sonradan üretimin paylaşılması noktasında pazarlık etmeye dayalı bir toplum sözleşmesi yazılamamaktadır. Bir bağlanma, inandırıcı olma sorunu var. Bir yorumuyla bölüşümle ilgili bugün alınan kararlara sonradan uyulmayacağı korkusundan çok daha derin bir problem çünkü t zamanında t+1 zamanı için karar alınamayacağını söylüyor. Kolektif eylem sorunu çözülse ve sosyal aktörlerin tek bir kişiymiş gibi, aynı iradeyle hareket edeceklerini varsaysak bile t zamanındaki x aktörü t+1 zamanında aynı x olmayacağı için cari dönemdeki politik güçten geleceğe yönelik bir stratejik hesapla kısmen vazgeçmek söz konusu olmamaktadır. Bu doğruysa etkinlikten uzak kurumların ortaya çıkmasına ve bunların uzun süre kalıcı olmalarına yol açan şey eksik rasyonalite olmayıp, siyasi (ve ekonomik) seçiş probleminin doğasıdır. Aynı tezin uzantısı olarak etkinlik ve bölüşüm konuları birbirlerinden ayrıştırılamaz. Elbette çatışma ve mücadelenin cari olaylar olduğunu, sadece takvim zamanı t içinde çözülebileceklerini, t+1, t+2 zamanlara uzanamayacaklarını, her t’nin kendi içinde çözülen bir çelişki barındırdığını söylersek modelimiz değişir.
Değişim, durum değişkenlerine göre yavaştır ve zaten bu değişkenler yavaş değiştikleri için “durum değişkeni” adını alıyorlar. Sistemin değişim için potansiyeli vardır; fakat bu değişimin ancak ve ancak dışsal “şoklar”, teknolojik ilerleme ve uluslararası sistemdeki ihtiyaçların evrilmesi tarafından tetiklenmesi olasılığı çok güçlüdür. Bu tip dönüşümler eski kurumları istenmez ve yeni ortamda yaşayamaz hale getirebilir. Bir geçiş ekonomisi uluslararası dışsal şokların ekonomik kurumların eski biçimde işleyişini imkânsız hale getirdiği ve iktisadi kurumları belirleyen siyasi güç dengesini değiştirdiği bir ekonomidir. Alternatif olarak, bir geçiş ekonomisi siyasi kurumların içsel olarak değişmeye yüz tuttuğu ve bunun büyük ölçekli bir siyasi ittifak kaymasıyla ortaya çıktığı bir ekonomidir. İki tür nedensellik de mümkün olabilir. Değişim son tahlilde belki politiktir ama ateşleme mekanizması faklı olabilir. Sosyal farklılaşma üstyapıdan yapıya giden bir zincir başlatır. Neoklasik yeni kurumsalcı bakışta eski klasik üstyapı/altyapı mecazına göre önemli olan yenilik değişimin zincirin herhangi bir halkasından başlayabileceğinin iddia edilmesidir.
Ekonomik performans değişmek zorundaysa ekonomik kurumlar değişmelidir. Ancak ekonomik kurumları ve performansı yeni ve daha etkin bir dengede buluşturacak dönüşüm için hukuken ve fiilen siyasi güçlerin el değiştirmesi şart olabilir. Bu durumda hukuk sistemindeki değişiklikler dahi sistemik değişikliği hem ateşleyebilir hem de belirtisi olabilir. Hukuk ve hükümet etme tarzı değiştikçe kaynak-servet-gelir dağılımı etkilenecek ve derindeki siyasi-ekonomik güç bileşiminin dayandığı sosyal farklılaşma yön değiştirecektir. Böylece optimaliteden uzak bir kurumsal çerçevede kilitlenip kalmış ve kimlik açısından da iki arada bir derede gibi görünen bir ülke aniden dinamik bir geçiş dönemi ülkesi görünümüne geçebilir.
Böyle bir durum mevcutsa ülkenin tüm modus operandi’sinin değişeceği derin bir yapısal değişikliğin işaretlerini görüyor olmalıyız. Görüyor muyuz? İç dinamiklerde de dış dinamiklerde de, hatta sosyolojik olarak, böyle kapsamlı bir değişimin işaretleri görünmüyor.