Kurum olmak kolay değildir
Amerika örneği
Geçen günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde, Çalışma Bakanlığı bir duyuru yayınladı. Profesörlerin ücretlerindeki uyumsuzluğu çözmek için Çalışma Bakanlığı ile Princeton Üniversitesi arasında bir anlaşmaya varıldığı belirtiliyordu. Varılan anlaşmaya göre Üniversite, 106 kadın profesöre geçmişteki eksik ödemeler için toplam 925.000 dolar; gelecekteki ücret ayarlamaları için de 250.000 dolar ödeme yapmayı kabul ettiğini duyurdu. Bakanlık, Üniversite hakkında kadınlara karşı ayırımcılık yapılıyor, erkeklere göre daha düşük ücret ödeniyor diye soruşturma açmıştı. Bakanlığın duyurusuna göre, yapılan ön incelemelerde 2014-2017 yıllarını kapsayan yıllarda kadın profesörlerin ücretleri, erkeklerden düşük çıkmış. Üniversite de mahkeme aşamasından önce konuyu çözmek için anlaşma yoluna gitmiş.
Princeton Üniversitesi, özel bir üniversite. Devletin Çalışma Bakanlığı niye profesörlerin ücretleri ile uğraşıyor diyebilirsiniz. Ancak vaktiyle çıkmış bir Başkanlık Kararnamesi (Executive Order 11246) var. Bu kararnameye göre Federal Hükümet ile yılda 10 bin dolar üstü iş yapan kuruluşlarda ırk, renk, din, cinsiyet, cinsi tercihler, cinsel kimlik veya ulusal kökene dayalı ayırımcılık yapmak yasaklanmış. Princeton Üniversitesi söz konusu kararname kapsamına girmiş.
Üniversite, bu ödemelerin yanı sıra ayrıca bütün ücretlendirme uygulamalarının yasal gereklere uygunluğu için gerekli adımları atacağını belirtmiş. Kadın profesörler aleyhine kayda değer bir ücret ayırımcılığının olup olmadığını anlamak için istatistiksel analiz yapmaya da söz vermiş. Profesörlerin ücret kararlarında söz sahibi tüm çalışanlara ücret eşitliği eğitimi vereceğiz de demiş.
Türkiye örneği
Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez.
Yukardaki ifade benim değil; 15/4/2020 tarihinde kabul edilen 7243 nolu Kanun’un bir maddesi. Çünkü Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) 2019 yılında yayınladığı bir rapora göre piyasadaki asgari ücretin bile altında ücret alan öğretim elemanları varmış. Böylece Devlet, vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanları için bir minimum ücret uygulaması getirmiş oldu.
“Bunlar vakıf değil mi? Kâr amacı gütmüyorlar. Peki, neden çalışanlarından düzgün bir ücreti esirgiyorlar? İşin içinde başka iş mi var? Neyse kanun çıktı. Öğretim elemanlarının ücretleri artmıştır.” diyebilirsiniz. Ama rahmetli Güngör Uras’ın deyimi ile “Burası Türkiye Abicim”; hiç de öyle olmadı. Kurum niteliği taşıyan bir grup vakıf üniversitesinde ücretler zaten devlet üniversitelerindeki emsallerden daha yüksekmiş. Ama çalışanlarına düşük ücret veren ikinci gruptaki ucuzcu üniversitelerden klasik esnaf tipi yakınmalar yükselmiş. Sanırım “Bütçemiz yok, ücret zamları yapıldığında bu düzeltmeleri yaparız, valla bu ücretlerle batarız” türü kıvırmalar olmuş. Bunun üzerine YÖK konuyla ilgili bir dizi karar aldı.
YÖK “emsal ücret” konusuna bir esneklik (!) getirdi. Emsal ücret için, “Devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücretin net veya brüt miktarından birisini esas alınabileceği” kararını aldı. “Net veya brüt fark eder mi” diyen olabilir. Fark ediyor. Çünkü devlet üniversitesindeki bir öğretim elemanının ücret kalemlerinden bazıları vergiden muaf. Bu durumda brüt ücretler aynı da olsa vakıf yükseköğretim kurumundaki birisinin net maaşı, devlet kurumundakinden daha düşük oluyor. Böylece aynı pozisyon için brüt maaş eşitlemesinden ortaya çıkan bir rakam, bir de netten yola çıkılarak bulunan bir brüt maaş rakamı olacak. Böylece YÖK, iki tane “minimum” ücret belirleyerek yeni bir matematik yaratmış oldu. YÖK bir de bu ücret iyileştirilmesinin uygulanma tarihi için de 2020 yılı içinde sonuçlanması kaydıyla da bir esneklik getirdi.
Bu sağlanan esneklikler ile bazı “merdiven-altı” tipi yükseköğretim kurumları, kurum sözcüğü ile bağdaşmayacak, güven yok edici “ucuz” çözümler ürettiler. Örneğin, kurumlarında çalışan emekli öğretim üyelerini ücretsiz izine ayırdılar. Araştırma görevlilerini, yabancı dil okutmanlarını kadrolarını değiştirmeye zorladılar. Ücret durumu boş bırakılmış, içinde aybaşına belli “ücretsiz izin” süreleri olan sözleşmeler imzalattılar. Bunu da Covid-19 salgının ortasında yaptılar.
Sonuç
Öğretim elemanlarının ücretleri ile ilgili iki örnek verdim, birisi dışarıdan, birisi bizden. Birisinde devlet işi sonuna kadar izliyor ve muhatap kurum hemen gereğini yerine getiriyor. Bizde ise bir yasa çıkıyor, yasanın muhatapları bunu takmıyor, hülle yollarına başvuruyor. Uzaydan tarafsız bir hukukçu getirsek ve bu durumu anlatsak herhalde “Bu ne biçim hukuk devleti, kardeşim? Uzaydan geldik diye bizle dalga geçmeyin” derdi.
Olay, yasanın çıkma biçiminden başlıyor. Eğer bir yasayı etraflıca düşünmeden, gerekli çalışmaları yapmadan, kapı aralığında, “Ben yaptım, oldu” anlayışı ile çıkarırsanız sonuçları böyle olur. Eğer böyle yapılırsa “Sen yaptın, ama olmadı” durumu ortaya çıkar.
Olan ne idi? Serbest işgücü pazarına devlet müdahale etti ve minimum maaş koşulu getirdi. Hem de çifte minimum yaratarak. Bu, kurumlarda çalışanların beklentilerini de yükseltti. Ama yapılan yasanın uygulama takibi yapılmayınca ortaya böyle ucube durum çıktı. Sonuç olarak işsizlik ve mutsuzluk yaratıldı.
Bakalım YÖK, yasaya sahip çıkacak, atılan adımın arkasında duracak ve vakıf yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elamanlarının hakkını koruyabilecek mi?
Kurum olmak kolay iş değildir. Bu gerçek, vakıf yükseköğretim kurumları için de geçerlidir, Yüksek Öğretim Kurumu için de.