Kurtuluş yok potansiyelden
Dün 2021 yılında %11 oranında büyüdüğümüzü öğrendik. Çok yüksek bir büyüme oranı bu. Sevinmeli miyiz? Sürdürülebilir olsaydı elbette sevinmeliydik. Oysa değil. Çünkü, birincisi, potansiyelimiz bu değil ve ikincisi, hiçbir ülke ama hiçbir ülke potansiyelinin üzerinde birkaç yıl üst üste büyüyemez. Maraton koşucusunun ilk 100 metreyi 100 metreci gibi, sonraki 400 metreyi ve bir sonrakini de 400 metreci gibi koştuğunu düşünün. Mümkün değil; sürdüremez o hızla maratonu. Eninde sonunda yürümeye başlayacaktır.
Sermaye hareketlerini 1989 ve 1990’da alınan iki kararla serbest bıraktık. O tarihten bu yana (1990-2021 dönemi) ortalama büyüme oranımız %4,7. Bunu potansiyel büyüme oranımız olarak alabiliriz. Daha geriye gitsek de çok fazla değişmiyor. Mesela 1950’den bu yana hesaplarsak yüzde 5 gibi bir ortalamaya ulaşıyoruz. Hangisini alırsanız alın, 2021’de potansiyelimizin iki katından fazla büyüdüğümüz ortaya çıkıyor. Elbette, “ya potansiyelimiz arttıysa” diyenler çıkabilir. Lütfen demesinler: Hukuk sistemine güvenin bu denli azaldığı, kutuplaşmanın bu denli arttığı, kurumsal yapının bu denli erozyona uğradığı bir ülkede bırakın artmasını, potansiyel büyüme oranının düşmesi beklenir. Ben yine bir iyilik yapıp, potansiyel büyüme oranının düşmediğini kabul ediyorum.
Tabloda 2008-2021 döneminde her yıl gerçekleşen büyüme oranı ve bu oranın %4,7 olarak aldığım potansiyel büyüme oranımızdan sapması var. Bu dönem oldukça karışık bir dönem. 2008’de küresel kriz tam anlamıyla patlak verdi. Mayıs 2013’te zamanın FED Başkanı, artık parasal genişlemeyi sonlandırmayı düşünmeye başladıklarını açıkladı. Yetmedi, FED ABD Kongre’sine bir rapor sundu ve bu raporda yükselen piyasa ekonomilerinin bu olası karardan nasıl etkileneceklerini inceledi. Özellikle beş ülkenin oldukça olumsuz etkilenebileceğine dikkat çekilen raporda o beş ülke arasında Türkiye de vardı. Temmuz 2016’da darbe girişimi oldu. Temmuz ve Ağustos 2018’de zamanın ABD Başkanı Trump’un Türkiye’yi tehdit eden teweetleri ve hemen arkasından gelen ekonomik daralma var. 2019 sonuna doğru ekonomi tam toparlanırken COVID-19 pandemisi patlıyor ve 2020’de Türkiye ekonomisini derinden etkiliyor.
Tamam, bunların hepsi beklenmedik şoklar. Ama ekonomimizi kırılganlaştırmasaydık bu şoklardan daha az etkilenecektik. Misal, Trump tweet attı diye ekonomimiz küçülmeyecekti. İki temel kırılganlık yarattık kendi ellerimizle. Birincisi, döviz geliri olmayan şirketlerin 2009’da alınan bir kararla döviz cinsinden borçlanmalarına izin verdik. Küresel kriz ortamında kabul edilebilir bu uygulamayı birkaç yıl sonra yürürlükten kaldırmamız gerekirdi. Yapmadık; 2018’e kadar sürdürdük. Şirketlerimiz dış borçlanma olanaklarının azalmasına ve dolayısıyla kur sıçramalarına karşı son derece hassaslaştılar. İkincisi, özellikle son beş-altı yılda TCMB’nin bağımsızlığı açısından olumsuz gelişmeler yaşandı. Mesela, Nisan 2016’da atanan Başkan 2019’da, Temmuz 2019’da atanan Başkan Kasım 2020’de, Kasım 2020’de atanan Başkan Mart 2021’de görevinden alındı. 2021 ortalarından itibaren TCMB enflasyonu arka plana attığı izlenimi vererek cari işlemlere giderek daha fazla vurgu yapmaya başladı.
Tabloda tüm bu dönemde büyümenin ne kadar oynak olduğu açık biçimde görülüyor. On dört yılın altı yılında potansiyel büyümenin altında gerçekleşti büyüme oranı. 2009’da ise keskin bir daralma var. Buna karşılık yüksek oranda büyüdüğümüz yıllar da var. Mesela 2011’de yüzde 11,2 ve 2021’de yüzde 11 oranında büyüdük. Sürpriz! Tüm bu dönemin ortalama büyüme oranı %4,7. Kurtuluş yok potansiyelden. Dönüp dolaşıp ona ulaşılıyor.
Çarşamba günü gazetemizin 42. kuruluş günü. Nice yıllara DÜNYA.