Küresel gündem ve Türkiye
Aylardır tanımlamaya ve irdelemeye çalıştığımız ülkenin ekonomik ve mali gündeminde dişe dokunur bir değişme olmadığı için bu defa farklı bir açıdan, dünyada olup bitenler açısından yaklaşıp küresel gündem ile bizimki arasında bağlantı kurarak benzeşme ve ayrışmalara dikkat çekmekte yarar var diye düşünüyorum. Gerçi bizim toplumun dışımızdaki dünya ile ilgilenme alışkanlığı pek yok ve genellikle küresel gelişmeleri işimize geldiği gibi algılamaya ve öyle aktarmaya meyilliyiz ama mümkün mertebe objektif bir perspektifin işimize daha fazla yarayacağı açık. Hele bizim gibi hem enerji ve hammadde/ara mal ithalatı, hem de ihracat ve turizm ve belki daha önemlisi finansman açısından yurt dışına fazlasıyla bağımlı bir ekonomide bunu yapmak ekonomi yönetimi ve piyasa oyuncuları için bir zorunluluk. Üstelik bir yandan ekonomiyi canlı tutmaya, diğer yandan enflasyondaki rekor yükselişi ve TL değerindeki aşınmayı kontrol altına almaya çalışan kamu yönetiminin bu hedeflerine ne ölçüde ve hangi vade uzunluklarında ulaşabileceği ya da bunu ne kadar sürdürebileceği de büyük ölçüde bu küresel gelişmelerden etkilenecek.
IMF karamsar ama kararlı
Geçen hafta, G-7 ve G-20 ülkelerinin maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının da katıldığı ABD’deki İMF toplantıları, küresel ekonomiye ilişkin risklerin bugünkü düzeyleri ve bu çerçevede halen ve öngörülebilir gelecekte temel makroekonomik göstergelerin başta büyüme ve enflasyon olmak üzere dünya çapında ve ülke bazında beklenen değerleri açısından önemli tespitlerin ve değerlendirmelerin açıklandığı bir platform. Başkan Georgieva, başta Rusya-Ukrayna olmak üzere jeopolitik riskler, Covid-19 salgınının artçı şokları ve yeni varyant tehlikesi, dünyadaki iklim felaketleri nedeniyle küresel ekonomide görünümün kötüye gittiğini ve daha da kötüleşebileceğini, resesyon riskinin arttığını ve bu nedenle küresel büyüme beklentilerinin düşeceğini belirtti. İMF’nin birinci öncelik olarak altını çizdiği yapışkan enflasyon ile birlikte enflasyonu önlemek için arttırılan faiz artırımlarını da desteklediği, ancak bunun da enerji krizinde ağırlaşma, Çin emlak sektöründeki sıkıntıların bir finansal krize dönüşme ihtimali, ABD enflasyonunun yüksek faizlere rağmen artmaya devam etmesi, tedarik zinciri aksamalarının emtia ve gıda krizini tetikleme riski, hisse senetleri piyasasında gerileme gibi faktörlerle birlikte uzunca sürebilecek resesyon ve stagflasyon konjonktürünü de kaçınılmaz kılabileceği vurgulandı.
Gelişmiş ülkelerdeki merkez bankalarının faiz oranlarını arttırması, genel olarak küresel yatırımlar özel olarak da bizim gibi gelişmekte olan ülkeler üzerinde olumsuz etki yaratmaya devam edecek. İMF, faiz artışlarını desteklemekle kalmıyor; maliye politikalarının da sıkı para politikasıyla çelişmeyecek şekilde uygulanmasını tavsiye ediyor. Toplantılara katılan TCMB Başkanı Kavcıoğlu, ekonomide durgunluğun konuşulmadığı tek ülkenin Türkiye olduğunu ifade etti; yani bir bakıma IMF’nin bu görüşünü “challenge” etti, ona uygun düşmeyen kendi politikalarının başarılı olduğunu ileri sürdü. Ancak tahmin edileceği gibi bunun yüksek maliyetinden, yani rekor enflasyondan, KKM önlemine ve rezerv satışlarına rağmen TL’deki değer düşüşünden, bütçe açığından, net dış kaynak girişinin yerine net sermaye çıkışının ortaya çıktığından, kırılganlığın artışından ve finansa erişimin zorlaştığından, en önemlisi de bu politikanın ne kadar sürdürülebileceğinden söz etmedi. Ayrıca tümüyle dışa açık olan Türkiye ekonomisi, küresel durgunluk konjonktüründen mutlaka etkilenecektir; nitekim ithalatın ihracattan hızlı artması nedeniyle son aylarda sürekli artan dış ticaret açığının ana nedenlerinden biri olan dış ticaret hadlerindeki aleyhimizdeki trend, yine geçen hafta açıklanan verilere göre Ağustos’ta geçen yılın aynı ayına oranla yaklaşık 14 puan azalarak %73’e düştü. İthalat birim fiyat endeksi, ihracatın yaklaşık iki katı. Sanayi üretimi de Ağustos’ta durakladı, yıllık artış ta % 1’e düştü. Üçüncü çeyrek sonuçlarında keskin bir yavaşlama ile karşılaşma ihtimalimiz yüksek. Dış pazarlardaki daralma düşünülürse, son çeyrekte negatif büyüme kuvvetle muhtemel. Merkez Bankası’nın 2022 sonu için %60, 2023 sonu için %19 olarak öngördüğü TÜFE’de IMF’nin son beklentileri 2022 için %73.5, 2023 için %37. Dikkat çekici bir veri de ilk sekiz ayda oluşan 40 milyar dolarlık cari açığın 28 milyar dolarının net hata noksan ile dengelenmiş olması. Portföy yatırımları yani sıcak parada ise net bir çıkış söz konusu. Bu da sürdürülebilirlik bağlamındaki tereddütleri destekleyen bir gelişme.
Küresel arayışlar ve biz
Başta ABD olmak üzere batılı ekonomilerde yüksek faiz konjonktürünün muhtemelen %5 ve üzerine çıkıncaya kadar devam edeceği beklentisi yaygın kanaat. Bu da hem borsalar, hem de gelişmekte olan ülke paraları için kötü haber. Küresel finansman maliyetleri de yükselecek. Baltık endeksi, resesyon ve Çin’de yavaşlama beklentisiyle, büyük düşüş göstererek hammadde ticaretinde daralmaya işaret ediyor. İşgücü piyasalarında da özellikle sağlık ve ulaşım sektörlerinde sıkıntı var.
Ekonomistler, ABD para politikasının kök sebebinin verimsizlik ve işgücüne katılımın azalması nedeniyle potansiyel büyüme oranının düşmesi olduğunu, bu nedenle enflasyonun yapışkanlaştığını, faiz artışlarının da piyasalarda dengeleri bozduğunu öne sürüyor. Resesyon ve enflasyonun eş anlı birlikteliği, dünya ekonomisinde yeni bir sistem arayışını da gündeme getirebilir. Kamunun ağırlığının artması, sanayileşmenin öne çıkması gerektiği savunuluyor. Gelişmekte olan ülkelerin hem emtia fiyatları hem de paralarındaki değer kaybı dolayısıyla çifte enflasyon yaşamaları büyük tahribat yaratabilir. Son 30-40 yılda küresel politikaların yatırımları ve üretim kapasitesini kısıtlamış olması, küresel dengesizliklerin temel nedeni; bu nedenle belki de varlık balonlarını patlatmayı göze almak gerekecek. Bu açıdan bakılırsa Türkiye’nin sorunları, küresel sorunlara oranla, en azından niteliksel olarak daha hafif; politika tasarımında inatlaşmalardan vazgeçilmesi bile risk düzeyini ciddi ölçüde düşürebilir. Gelirin ve refahın arttırılması ise hep söylediğimiz bütüncül yapısal tedbirlere kalır.