Küresel gelişmeler ve Türkiye’ye etkileri
Sonbahara girdiğimiz bu dönemde öncü gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomi, politika ve jeopolitik süreçlere ilişkin birçok önemli haberi art arda alıyoruz. Bugünkü yazımda bu gelişmeleri ve bunların Türkiye ekonomisine olan etkilerini değerlendireceğim.
İlk önce küresel ekonomik aktiviteye bakalım.
Küresel ekonomik aktiviteye ilişkin son dönemde gelen haberler gerek Amerika gerek Avrupa gerekse Asya’nın lideri Çin’e dair olumsuz bir gidişatı işaret ediyor. Bu gelişmeler ışığında eylül ayında Amerikan Merkez Bankası Fed’in politika faizini, daha önceki yönlendirmelerinin aksine, 50 baz puan ile daha yüksek bir oranda düşürdüğünü gördük.
Ekonomik aktiviteye ilişkin benzer sorunlar Avrupa tarafında da geçerli. Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı ve İtalya eski Başbakanı Mario Dragi’nin Avrupa ekonomisinin uluslararası rekabet gücüne dair hazırladığı yapısal sorunlara dair rapor da, Avrupa ekonomisindeki sorunların geçici değil önümüzdeki dönemde daha da artacağını gösteriyor.
Son olarak Çin ekonomisinde, özellikle inşaat sektörünün yaratmış olduğu finansal sorunlarla iç talepteki zayıf seyir, küresel ekonomik talebi aşağı çeken bir diğer önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm bu sorunlar, Türkiye’nin ihracat potansiyeli ve özellikle sanayi sektörü adına önümüzdeki yıl daha olumsuz bir tablo sunuyor. Sanayi sektörünün son yıllarda değerli kur kaynaklı rekabet gücündeki azalış ile yurt içinde yüksek faiz kaynaklı finansman sorunlarını da dış talepteki düşüşe eklersek, genel resmin yurt içinde ekonomik aktivite ve istihdama dair daha olumsuz olduğunu görmüş oluyoruz.
Bardağın dolu tarafındaysa, küresel piyasalarda iç talebe ilişkin artan sorunların, başta Fed ve Avrupa Merkez Bankasının ekonomilerini destekleme amacıyla faiz oranlarını daha hızlı aşağı çekme, Çin tarafında ekonomiyi destekleyici ek düzenlemelerin gelme ihtimallerini artırdığını söyleyebiliriz. Bu da küresel finansal piyasalar ve Türkiye’ye gelecek fon miktarını olumlu yönde destekleyecektir.
Bardağın dolu tarafını oluşturan bir başka faktör de küresel ekonomik aktivitedeki zayıf seyir sebebiyle başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarının düşüş trendini korumasıdır. Bu durum, özellikle Merkez Bankası’nın enflasyondaki düşüş sürecini destekleyecek, ya da en azından, son dönemde kamu fiyat artışları kaynaklı artan aylık enflasyon trendini dengeleyecek bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
İkinci olarak olarak uluslararası siyasetteki gelişmelere bakalım.
2010 sonrası dönemde milliyetçilik ve popülizm akımlarının iç siyasette giderek arttığını görüyoruz. Örnek vermek gerekirse son 10 yılda Avrupa’da seçilen birçok siyasetçinin aşırı sağ akımdan geldiğini görüyoruz. Bu dönemde İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrıldığına şahit olduk. Ayrıca, 2024 yılı ABD Başkan adayı Trump‘ın Kasım ayında yeniden başkan seçilmesi halinde, ekonomi politikasının, daha önce de uygulamış olduğu üzere, gümrük vergilerini arttırmaya yönelik olduğunu belirtmekte fayda var. Amerika’nın gümrük vergilerini artırması ve bu adımın karşılığında, daha önce yaşandığı üzere, diğer ülkelerin karşılık vermesi halinde, gerek uluslararası ticaret gerekse küresel enflasyon konusunda olumsuz bir denkleme evrilmiş olacağız. Uluslararası vergilerin artması ekonomik aktivite aktivite ve enflasyon üzerinde olumsuz etki yaratacaktır. Bunların yansımaları, istihdam ve toplumsal refah kaybı ile bunun karşılığında ulusal siyasette içedönük politikaların daha da artması ve dolayısıyla kısır döngüye saplanmamız olarak karşımıza çıkıyor. Bu döngü, sadece ekonomik değil, aynı zamanda önümüzde bekleyen iklim değişikliği ile mücadele ve artan jeopolitik gerginlikler gibi önemli sorunların daha da büyümesi anlamını taşıyor.
Son olarak yakın coğrafyamızdaki gelişmelere bakalım.
Kuzeyde uzunca bir süredir devam eden Rusya-Ukrayna çatışmaları, güneyimizde İsrail’in Filistin‘i işgali ve sonrasında Lübnan’a askeri müdahaleleri ile küresel güvenliğe ilişkin artan sorunlarla karşı karşıyayız. Öte yanda Asya’ya gittiğimizde, Çin ve Tayvan arasındaki gerginliğin arkasında yatan, Çin-Rusya ile NATO bloğu arkasındaki güç dengesi savaşlarını görüyoruz. Bu gelişmelerin uluslararası diyalog içinde çözümlenememesi halinde maalesef tek yansıması ekonomik olmayacak, uluslararası barış ve güvenlik üzerinde de önemli riskler taşımaktadır.
Özetle, uluslararası gelişmelere baktığımızda, bardağın doğu tarafında faiz indirimleri ve emtia fiyatlarının ekonomik aktivite ve enflasyon üzerinde olumlu etkiler yaratacağını; ancak buna karşılık boş tarafta da artan popülizm ve siyasi gerginliklerin küresel ekonomik aktivite, istihdam, toplumsal refah ve güvenlik gibi olumsuz riskler barındırdığını görüyoruz.