Küratörü olmayan medya
Yıl biterken ya da başlarken etrafa bakmakta fayda var, bakalım gözünüze neler ilişecek... Ben yaptım; mesleki deformasyon olsa gerek biten ama küllerinden de doğacak olan gazetecilikle burun buruna geldim. Biten gazetecilik dinamiklerini yalnızca gazete sahipliği üzerinden değil gazeteciler ve okur üzerinden okumaya ve size aktarmaya gayret edecegim. Yeni medyaya gelince, içindeyiz yeterince farkında değiliz, yalpalıyoruz.
Türkiye geleneksel siyasi dinamiklerle günü yaşayan, hatta ömrünü tüketen bir ülke. Belki de bundan dolayı büyük yaygara koparıyormuş gibi duran geleneksel medya, yaygın, güçlü ve görünür duruyor. Oysa sınırlı bir gruba yayın yapıyor. Tiraj rakamlarını söylemeye dilim varmıyor. Tarafsız bir gözlemle sağı solu, üstü altı hepsi aynı. Geleneksel medyayı tüketenler kendi yankı odalarında, tuttukları tarafın arkasında ya da onu arkasına alarak hoyrat bir diyalog içindeler.
Türkiye’de gazete tirajları birkaç yüz bini bile bulmuyor. Buna karşın televizyon ucuz ve çok maksatlı kullanım sunduğu için üzerine pandemide eve sıkışmışlık da eklenince durumu görece iyi ancak bu kalite vaadiyle uzun erimli durmuyor.
Yeni medyanın sosyal medyadan oluştuğunu düşünenler sınıfta kalmaya mahkum. Sosyal medya şimdilik acil ünlü olmak ve acil satış yapmak isteyenlerin er meydanı gibi görünüyor. Aklı selim ahali durumdan bunalmış vaziyette.
Yeni medyayı tarif etmek kolay değil maalesef. Ama şu bir gerçek; geleneksel + sosyal medya = yeni medya olmuyor. Her yer, her an, her platform, herkes medyanın parçası. Anlamak zaman alacak ama bir gayret. Küresel medyada gelişmeler baş döndürecek kadar hızlı.
Ahmet Sabancı’nın iletişim çalışmalarından yararlanıyorum. Haftada bir ulaşan NewsLabTurkey bültenini hazırlıyor. Bu bülten medya ve teknoloji alanından takip edemediğim kadar hızla ilerleyen gelişmeleri taşıyor. Aslına bakarsanız NewsLabTurkey de dönüşümün bir işareti.
Sabancı’ya yalın bir kurguda dünyada ve Türkiye’de iletişim ve medya alanında neler oluyor – olacak bağlamında sorduğum sorular ile yanıtlarını sunuyorum:
Yaprak Özer: Ne iş yaptığınızı ve kim olduğunuzu lütfen anlatın… Felsefe okuduğunuzu, şu anda akademik olarak iletişim çalışmaları yaptığınızı biliyorum, söz sizde, buyrun…
Ahmet Sabancı: NewsLabTurkey’e başlarken amacımız değişen medya ekosisteminde ve Türkiye’de neredeyse sıfırdan tekrar kurmaya başladığımız yeni medya ve gazetecilik alanına insanların daha iyi hazırlanarak, kendilerini geliştirerek girebilecekleri imkanlar sağlamak oldu. Bülteni ve sitedeki içerikleri hazırlarken, eğitimlerle kuluçka süreçlerimizi tasarlarken amacımız, yeni, özellikle yeni yeni başlayan işlerin yapmak istediklerini bir üst seviyeye taşıyabilmelerine imkan sağlamak…
Bültende benim amacım biraz da bu… Sadece burada olan bitenle o perspektifin sınırlı kalmasını kırmak amacıyla, özellikle dünyanın geri kalanında neler olup bittiğini paylaşabileceğim bir alan olarak düşünüp 2018’in Ekim ayında başladım, aralıksız bir şekilde devam ediyoruz.
Yaprak Özer: Türkiye’de yeni bir medya doğuyor mu? Nasıl bir medya doğuyor?
Ahmet Sabancı: 2010’ların ilk yarısından itibaren yavaş yavaş geleneksel medyanın üretim araçlarının televizyon haberciliği- basılı gazetecilik yetersiz kaldığını ve bunların kendilerini internete aktarma konusunda tam olarak ne yapacaklarını bilemediklerinden dolayı sıkıntıya düştüklerini ve insanların ihtiyaç duydukları bilgiyi sunamadıklarını gördük. Diğer yandan ekonomik - politik baskılar devreye girdikçe, geleneksel ya da eski dediğimiz medya kurumları çok da işe yarar bir şey olarak görünmemeye başladı. Farklı perspektiften yeni yeni girişimleri beraberinde getirdi. 2010’ların sonuna geldiğimizde artık ana akım tabirinin anlamı kalmadı. Medya kurumlarının dijitalden doğduğunu ya da dijitalde doğanların o eksiği kapatabilecek potansiyele sahip olmaya başladığını görüyoruz… İşte örneğin hiç beklemediğimiz bir şekilde podcast’in büyük bir yükseliş yaşaması…
Yaprak Özer: Bu çok önemli… Beş duyumuzun ciddi yükselişi…
Ahmet Sabancı: Sürpriz bir şekilde bültenler giderek yaygın bir hale gelmeye başladı. Şu an sadece e-bülten üzerinden kendisini kurmuş ve çok çeşitli haber içeriklerini ya da farklı türde içerikleri sunan ve bunun karşılığını, okur anlamında alabilen kurumları görüyoruz…
Yaprak Özer: Kurumlar mı isimler değil mi? Türkiye’den mi söz ediyorsunuz?
Ahmet Sabancı: Evet Türkiye… Kurumsal olarak bunu yapmayı başaranlar da var. Ve işte diğer yandan insanlar dijital odaklı, daha cesur girişimlerde bulunabiliyorlar; tamamen dijital gazete kurmak gibi... Ya da işte farklı yapmak istedikleri şeylere önce dijitalde başlamak gibi… Eksiklik ve boşluk artık dolmaya başlıyor, bunu genelde daha genç bir kesim yapıyor. Bu da belki de en büyük avantajlarımızdan birisi, çünkü ihtiyacı duyan insanlar bunu yapıyor şu an…
Yaprak Özer: Bir dönemin gazeteleri ile gazetecileri tarihe mi karışıyor.
Ahmet Sabancı: Muhtemelen öyle olacak. Tabii özellikle orada belki de ekonomik nedenler büyük bir rol oynuyor, çünkü ne olursa olsun eğer bir şekilde habere ya da medyaya ulaşmak istiyorsanız, televizyon yine en ucuzu ve en erişilebilir olanı…
İnternetle bunu kıyasladığımız zaman, burada ekonominin ya da gelir seviyesinin ciddi bir rol oynadığı ortada… Özellikle mobil internetle, akıllı telefonlarla birlikte kolaylaştı. Türkiye mobil internetin yaygınlığı açısından dünya ortalamasının bir seviye üstünde olsa da belli alışkanlıklar, işin içine ekonomik faktörleri de devreye koyduğunuzda kırılması zor bir şey haline geliyor. Ne olursa olsun, biliyorsunuz ki, hemen her evde bir televizyon var, açtığınızda kötü, içi boş, tamamen birilerinin bağırıp çağırdığı bir şey de olsa habere doğrudan ulaşabileceğiniz bir şeyler orada var. Bu ucuz ve kolay olma hali ne olursa olsun var olmaya devam edecek… Bunu gazeteler için söyleyemiyorum. Gazete para verilmesi gereken bir şey ve gazeteler bunun etkisini ciddi bir şekilde yaşıyorlar.
Basılı gazete Türkiye’de medya açısından en büyük ekonomik krizin en net şekilde hissedildiği alan… Ama televizyon bu noktada kesinlikle sağlam bir temele sahip… Onun kolay kolay kaybedeceğini şu aşamada en azından zannetmiyorum.
Yaprak Özer: Medyayı tanımlar mısınız? Dün ne anlıyorduk, bugün medya deyince ne anlıyoruz? Ve hatta ilavem şu: Yarın medya deyince sizce ne anlayacağız?
Ahmet Sabancı: Belki aradaki en net fark üzerinden gidecek olursam, kesinlikle bir editoryal - küratör faktör net bir şekilde devrede… Dünün medyası dediğimiz zaman aklımıza gelenler radyo, televizyon, gazete, dergi… Bunlar, doğrudan birilerinin başında oturup içine belli kurallar dahilinde neyin girip, neyin girmeyeceğine net karar verdiği alanlardı. Editörün ya da o editoryal yaklaşımın bizim hoşumuza gidip gitmemesi ya da bizim ihtiyacımızı karşılayıp karşılamaması üzerinden yapıyordu. İnternet bu noktada bireysel kullanıcılara ya da bireysel medya okurlarına büyük bir sorumluluk verdi. Çünkü bilgi kaynağı, üretme imkanları sınırsız… Herkes aynı zamanda hem üreten hem tüketen olabilme imkanına sahip oldu. Bu noktada tüm o editoryal ya da o küratöryel sorumluluk da kullanıcının kendisine kaldı… Dijitalde benzer üretim formatlarını izleyenler var, internet üzerinden… Ama neyin önümüze gelip neyin gelmeyeceğinde son kararı verecek olan ya da içeriğin kalitesine bakıp da bunun ayrımını tek tek yapacak olan sizsiniz. Bu da açıkçası, şu anda belki internet ve medya üzerine sorunlar diyerek tartıştığımız birçok konunun temelinde yatan şey… Çünkü normalde başkalarının o yetkinliğine, o düzenleme ve derleme yetkinliğine güvenirken, bir anda hepimizin o yetkinliği geliştirmemiz gerekti. Açıkçası kendimizi bir anda dev bir okyanusun içinde bulduk, ne yapacağımızı bilemedik. Bunun üzerine bir de aynı ortam içerisinde hem medyayı tüketmek hem bir şeyler öğrenme hem de bir sosyalleşme devreye girince, daha önce hiç tecrübe etmediğimiz türde bir şey… Örneğin Facebook’a girip, hem haberleri okuyor hem arkadaşlarınızla o haberler üzerine tartışabiliyorsunuz… Ya da Twitter’da haberin kendisini yazabiliyorsunuz, aynı zamanda bunu bir diyalog olarak da sürdürmeniz gerekiyor. Bu da açıkçası en büyük farkı ve bizim yeni bir şeyler öğrenmemizi mecbur kılan nokta. Çünkü daha öncesinde derleme yetkisi bu işin uzmanı olan ya da bunu kendisine meslek edinmiş insanlardaydı… Gelecekte ne olacak; şu anda gözlemlediğim tartışmalar üzerinden, bu derlemenin internette nasıl kurulabileceği üzerine tartışmalar artmaya başladı…
Yaprak Özer: Biraz daha açar mısınız anlaşılır hale gelmesi için…
Ahmet Sabancı: Örneğin bültenler e-bültenler, bu anlamda yükselişinin sebebini açıklamak için güzel bir örnek olabilir. Belli bir gündem başlığına odaklanan bültenler, bu derleme - küratörlük görevini üstleniyorlar bir noktada. Örneğin benim yazdığım “NewsLabTurkey Ne Okuyor”u takip eden kişiler, medya, gazetecilik, internet dünyasında o alanda neler olup bittiğini takip etmek istiyorlar. Ama bu konuda gidip tek tek kaynakları bulup kendileri için bir derleme yapabilecek zamanları, teknik yeterlilikleri yok… Ama diyorlar ki, bu insan bu işi hakkıyla yapabiliyor gibi görünüyor, o zaman ben bu küratörlük görevini ona yükleyeyim…
Yaprak Özer: Şimdi diyorsunuz ki, üçüncü evre entegratörlerin! Teknolojiye değinmediniz. Herhangi bir basın bülteninden ne farkınız var?
Ahmet Sabancı: Benim zaten kendi çalışma, araştırma ve bir şeyler üzerine düşünme mantığım, daima olabildiğince farklı perspektifleri derlemek ve bunları aktif bir şekilde sentezleyip tek bir başlıktansa, buna bir sistem olarak bakabilmek, işleyen ve sürekli devinen bir organizma gibi düşünüp üzerinden yorumlamak şeklindedir.
Ve bu noktada tek tek başlıkları ele almanın yetersiz olacağını düşündüğümden, bu derlemelerimi yaparken ya da gündemi takip edip işte şu oluyor ya da işte böyle bir trend yükselmeye başladı ama şu var ya da bu var diye anlatırken, o sistem perspektifinden düşünüp okurlara da bu alışkanlığı kazandırmaya çalışıyorum.
Yaprak Özer: Cımbızlıyorum: “Sentez” – “Yorum” – “Derleme” dediniz. Bunlar kilit kelimelerdi… Buradan hareketle şunu sormak istiyorum. Sayılarınız hızla artıyor… Para kazanmanız gerek, bir okur olarak kaç kişiye abone olabilirim? Seçicilik(!) başlıyor. Yorumlarınızı paylaşın lütfen…
Ahmet Sabancı: Bir yandan abonelik fazlasıyla cazip… reklamlara muhtaç kalmıyorsunuz. Okurdan alıyorsunuz ama dediğiniz gibi insanın belli bir bütçesi var ve abonelik artık hayatımızda sadece işte gazeteler dergiler ya da işte gazetecilerden ibaret de değil… Müzik dinlemek için de abone oluyoruz. Film dizi izlemek için de abone oluyoruz. Bilgisayarımızda kullanmak istediğimiz yazılımlar için de abone oluyoruz. Derken bir bakıyoruz ki, onlarca farklı abonelik küçük küçük ama birikmeye başladığı zaman neye uğradığımızı şaşırıyoruz.
İşte burada aslında benim de kafamdaki en büyük soru işaretlerinden birisi, bu bağımsızlaşmanın ne zaman tekrar bir, bir araya gelmeye dönüşeceği meselesi… Çünkü tek tek gazeteciler… Evet belki çok ünlüsünüzdür. Hatta internet tabiriyle “rock star” gazetecisinizdir ama insanlar bir noktaya kadar size her ay para vermeyi değerli bulacaklar. Pandemiden bu yana hala ekonominin nasıl bir seyir izleyeceğini bilemiyoruz.
Dönüp şunu düşünmeye başlayabilirler. Ben tek tek bu kadar kişiye abone olmaktansa, şu gazetede zaten 20 kişi yazıyor. Az çok benzer perspektiflerden benim istediğim şeyleri bana veriyorlar. E bu 5 tanesine abone olacağıma bir tanesinin parasıyla ben bu gazeteye abone olabilirim de diyebilirler… Hızlı bir şekilde olabilir bu…
Yaprak Özer: “Dün”den kalan New York Times müthiş bir atak içerisinde… Dijital ve geleneksel aboneliği ve karlılığı yüksek… Önemli bir yönetim dehası. Hala önemli isimleri kadroya alma çabasında. Yine “Dün”den Financial Times… O da Avrupa ölçeğinde önemli bir başarı … Yorumunuza dönelim; gazeteciler tekrar böyle şemsiyelerin altına girecekler mi?
Ahmet Sabancı: New York Times, Washington Post ve Financial Times, The Guardian çok güzel kıyaslamalar… Orada mesela en büyük fark, New York Times tüm dünyaya hitap edebilme potansiyeline sahipken, Washington Post her ne kadar ölçek anlamında yakın olsa da daha Amerikalı okura hitap ettiği için örneğin, kendisini o anlamda sınırlamış durumda… Guardian aynı şekilde… Evet belki Avusturya ofisi var, Amerika ofisi var ama Guardian, o anlamda belki en fazla bir Avrupa gazetesi olabilir. Ya da Avrupalı perspektife sahiplere hitap edebilirken, Financial Times’ı Türkiye’de de okuyabilirsiniz Japonya’da da okuyabilirsiniz, Amerika’da da okuyabilirsiniz ama bir İngiliz gazetesi…
Şemsiye altına girme ve içeriğe etki konusunda konuşacak olursam, aslında aboneliklerin ve özellikle gazetecilerin bireysel çalışmalarının yavaş yavaş geri çekileceğini düşünmemdeki en büyük sebeplerden birisi de bu… Çünkü bir kez bağımsız olduğunuz zaman, bir kurumun size sağlayacağı tüm imkanlardan muaf kalıyorsunuz. Örneğin bir araştırma yapmak istiyorsanız, onu tek başınıza yapmanız gerekiyor. O kurumun size sağlayacağı asistanlar, teknik imkanlar, belki farklı kaynaklara erişim gibi şeylerin hepsini arkanızda bırakıyorsunuz. Aynı şekilde ekonomik anlamda sadece bir gazeteci gibi değil, artık aynı zamanda bir muhasebeci gibi de düşünmeniz gerekiyor. Bunları da sizin yapmanız gerekiyor. Hukuki boyutta tamamen tek başınasınız. Çünkü gazeteciler için sendika vs. gibi şeyler çok kısıtlı… Serbestseniz çok çok çok daha kısıtlı… Ve tüm bunlar üreteceğiniz içeriğin miktarını, kalitesini ve ne kadar derinleşebileceğini de ciddi bir şekilde etkileyecek faktörler ve özellikle sözünü ettiğim “rock star” gazetecilerin bir noktada geri dönmek zorunda kalacağını ya da kepenk indirmek zorunda kalacağını düşünmemin sebebi de bu…
Yaprak Özer: Fareed Zakaria, Christiane Amanpour… dijital görüntüyü, sesi, texti kullanıyor… yarın ne olacak? Türkiye’de az örneği var, nasıl olacak bu?
Ahmet Sabancı: Burada aslında en büyük sorunumuz en baştan bu yana, genel olarak Türkiye’de gazeteciliğe medyaya para verme konusunda bir alışkanlığımızın olmaması. Bu yüzden serbest gazetecilik ya da birilerinin serbest girişimlerde bulunması çok çok nadir gördüğümüz bir şeydi. Yeni girişimler kendilerini daha kurumsal bir temele oturtmak istiyorlar. Bunun örnekleri Teyit gibi, ileriye daha rahat bir şekilde bakıp plan yapabilen kurumların sayısı artacak… Ve bahsettiğim o yeni medya yavaş yavaş sağlam bir temelle kendisine bir yer edinecek. Bir ihtimal yavaş yavaş dijital medyaya olan güvenin de artmasıyla birlikte, bireysel olanlara ya da yeni girişimlere, bireysel isimlere de insanların destek vermeye başlamasını beraberinde getirebilir.
Yaprak Özer: Haber bültenlerinin yükselişi dediniz. Sizce Türkiye gibi bir ülkede haber bülteni ve/veya sizinki ya da başkalarınınki gibi bültenler KVKK gibi bir sorunun karşısında nasıl yükselebilir?
Ahmet Sabancı: Orada yapılacak en mantıklı ve belki de sağlıklı hareket bu bülteni yapmak için hangi altyapıyı, teknolojiyi seçtiklerine dikkat etmeleri…
Yani örneğin daha profesyonel olan bülten teknolojileri bu anlamda daha ciddi bir kontrol sağlıyor size ve çok rahat bir şekilde hani Avrupa’nın GDPR’ını, Türkiye’nin KVKK’sını uyumlu bir şekilde bu işi götürmenize imkân veriyor.
Yaprak Özer: Ulaştığınız kitlenin ne kadar olduğunu sorabilir miyim?
Ahmet Sabancı: Bültenin site üzerinden de çok ciddi bir kitlesi olduğunu biliyorum, özellikle Twitter ve LinkedIn üzerinden paylaşımlardan görebildiğim kadarıyla… Yaklaşık olarak da şu an bültenin aktif takipçi sayısı, doğrudan e-posta olarak takipçi sayısı da 2000 sınırına gelmiş durumda… diğer bültenlerle kıyasladığımızda, görece düşük gelse de sektör spesifik olduğundan verimli bir sayı çünkü okuma oranları çok yüksek…
Doğrudan gelen kutularındaki e-postayı açma ve oradan bir linke tıklayıp tıklamama…
Yaprak Özer: Gazeteler iflas etmiş bir sistemi temsil ediyorlar. Siz ise, niş bir alanda ve giderek derinleşen bir şey yapıyorsunuz. Nereye doğru gidiyor yarının medyasında?
Ahmet Sabancı: En büyük sorunlarımızdan birisi belki, konuya dair kaliteli içeriği nereden bulacağımızı bilememek. Financial Times’ın hala sağlam bir şekilde büyüyor olabilmesinin temel sebeplerinden birisi bu… Çünkü çok net bir perspektifleri var. İnsanlar Financial Times’ı açtıkları zaman ne okuyacaklarını ne bulabileceklerini net bir şekilde biliyorlar ve bu yüzden oradalar… Kimse, bizim büyük gazetelerimizin internet sitesine girdiğinde karşımıza ne çıkacağını bilemediği için o haber sitesini okumuyor ya da işte o yayınları okumuyor.
Çünkü istediği şeyi almak için oraya gidiyor. Bunu sağladığınız zaman da zaten hani belki milyonlara ulaşmayacaksınız ama gerçekten sırtınızı yaslayabileceğiniz sağlam bir okur kitleniz olacak ki, dijitalde edinilmesi gereken asıl şey de bu…
Yaprak Özer: New York Times’a baktığınızda, delice yerel New York haberleri ile dünyayı kapsayan haberleri olan bir pozisyonlanmaya kaydı. Haberciliğin niteliği ve iş yapma şekli de değişiyor değil mi?
Ahmet Sabancı: Tabii ki de… Çünkü şeyi de yavaş yavaş fark ediyor… Özellikle büyük yayınlar için bunu söyleyecek olursam, küresel bir yayın olduklarının da farkına varıyorlar ve buna göre ne yapabileceklerini düşünmeye başlıyorlar. Çünkü ne olursa olsun eğer böyle, atıyorum, bir şehir gazetesi ya da tamamen yerel odaklı bir gazete ya da bir yayın değilseniz, İngilizce yayın yaptığınız zaman, kendinizi otomatik olarak ben muhtemelen tüm dünyaya hitap ediyorum diye düşünmeye başlıyorsunuz ve acaba işte bu insanlar bir anda, 7-8 milyar… Hadi internete erişebilenleri düşünün, 3 milyar insanın içerisinde İngilizce bilenlerin ne ilgisini çekebilir, onlara nasıl hitap edebilirimi düşünmeye başlıyorsunuz.
Diğer yandan işte Financial Times, geçtiğimiz sene içerisinde büyük bir yayın politikasına dev bir başlık ekleyip; “kapitalizmi tartışmamız gerekiyor” dedi. Bunu dünyanın en büyük ekonomi gazetesi diyor çünkü bunun bir ihtiyaç olduğunu biliyor, okurlarının böyle bir şey istediğini görüyor ve aynı zamanda potansiyel yeni okurlarına da bununla hitap edebileceğini biliyor. Tüm bunları görebilmek gibi bir imkana sahip oldular, internet sayesinde…
İşte New York Times’ın ilginç bir şekilde abonelik gelirlerinin önemli bir kısmı dijitaldeki yemek tarifleri ve bulmaca köşesinin abonelikleri… Çünkü neden? İnsanlar normal gazetede de onu seviyorlardı ama fark ettiler ki, internette bunun için ekstra para ödemeye hazırlar.
Yaprak Özer: Taraf olmak konusunu konuşmak istiyorum. Dün bugün yarını ayıran önemli noktalardan bir tanesi olacak, yorumunuzu alayım.
Ahmet Sabancı: Başından bu yana objektif gazeteciliğin bir masal olduğunu düşünen insanlardanım. İnsan olarak zaten biz hiçbir şekilde objektif bakmıyoruz. İlla ki öğrendiklerimiz tecrübelerimiz onu şekillendiriyor. Ve bu aslında gazetecilik için bir zarar değil ama sıkıntı şurada başlıyor. Taraf olmakla taraftar olmak arasındaki çizgiyi koyabilmek gerekiyor. Örneğin Evrensel Gazetesi dediğimiz zaman, emekçi gazetesi diye kendini konumlar ve her şeye işçi perspektifinden bakar… Bir konuyu ele aldıklarında, ona hangi sorunlar üzerinden bakacağını bilirsiniz. Bunda açık olmaları ve bunu belli gazeteciliğin temel çerçeveleriyle birlikte sürdürmeleri, okuduğunuzda neyle karşılaşacağınız anlamına gelir.
Örneğin Dünya Gazetesi… Bir ekonomi gazetesidir. Dünya Gazetesi’nde yazılan bir haberin odağında neyin olacağını bilirsiniz. Bizim sorunumuz aslında burada başlıyor… Objektiflik ya da tarafsızlık meselesinde… Belli bir kesim, özellikle de ülkemizdeki artık ana akım diye dilimize yapıştığı için o şekilde kullandığımız kesim, tarafsız olduğunu iddia ederek taraftarlık yapıyor. Kendilerini objektifmiş gibi sunmaya çalışırken, bunun olmadığını herkes net bir şekilde görebiliyor. Sıkıntı da burada zaten… Tarafsan bu konuda dürüst ol, yine ne yapmak istiyorsan yap… İnsanlar da seni ona göre okusun… Kimse göz göre göre yaptığın halde, sen tarafsızım dediğinde, zaten inanmıyor.
Yaprak Özer: Fakat yapay zeka ve haber bileşkesinde taraf olmak tarafsız olmak, farklı bir özgürlük yaratabiliyor mu yapay zeka?
Ahmet Sabancı: Yapay zeka şu aşamada büyük tartışma… ne verirsen onu geri aldığın bir sistem gibi işliyor… Hangi veri ve dünya görüşüyle beslersen onu geri aldığın bir sistem olduğundan dolayı, burada otomatik olarak o kadar da verimli bir şey elde edemiyoruz…
Şu an ilerisi için kesin bir şey söylemek, çok da ciddiye alınacak bir şey olmaz. Ancak gördüğüm işte yapay zekayla ilgilenen kurumların hepsinin etik değerler konusuna daha fazla önem vermesi.
Medya açısından yapay zekayla ilgili tartışmaların belkemiğini oluşturan şey, haber yaptırmak ya da haber sundurmaktansa, onları nasıl bizim asistanımız yapabiliriz konusu… Yani özellikle internet üzerinden veri üzerinden bir araştırmacı gazetecilik işine giriştiğiniz zaman, yapay zekadan faydalanmak avantaj… Ayak işinizi yapmasını sağlamak, inanılmaz bir kolaylık sağlıyor birçok araştırma da deneysel çalışma da buna yönelmiş durumda. Yapay zekanın kendi kendisine öğrendiği ya da ürettiği noktalarda çok korkunç hikayelere denk geldiğimizden dolayı (Microsoft’un Twitter’daki yapay zeka botunun neredeyse 48 saat içerisinde bir “nazi”ye dönüşmesi gibi) geri adım atarak sadece asistan olarak nasıl kullanabilirize yönelmeye başladılar… STS adını verdiğimiz Science and Technology Studies alanında etik konusunun söz sahibi olmasına izin vermek… Çünkü teknolojiyi geliştirirken göremeyeceğimiz birçok şeyi sosyal bilimciler, etikçiler hatta filozoflar gösterip, daha iyisinin olması için yardım edebilecek insanlar… gazeteciler, sosyal bilimciler de işin içine girmeli.
Yaprak Özer: Dünya üzerinde en fazla Facebook girişleri olan ülkelerden biriyiz. Bu firmaların Türkiye’yle ilişkisi bitebilir mi?
Ahmet Sabancı: En kötü senaryo maalesef öyle. Facebook’un bu konuda çok net bir tavrının olmasının en büyük sebebi, benzer bir izni verdiği Tayland ya da Filipinler’deki ekibi içerik silme, sansür kararını uygulamadıkları için, devlet tüm çalışanlarını tutukladı. Facebook dünyanın başka hiçbir yerinde böyle bir şeyi kabul etmemek gibi net bir karar almış durumda… Hepsinin Çin’e yaptıkları gibi gitmesi mümkün…
Yaprak Özer: Facebook bölünebilir mi, bölünmeli mi? WhatsApp ile Instagram modülü tartışma konusu…
Ahmet Sabancı: Dava açıldı, en az bir iki yıl falan sürer, zorlu bir süreç olacak… Uzun süre tartışılacak, buna eminim… Çünkü açıkçası özellikle Amerika ekseninden bakacak olursak, dijital platformlar için tekelin ne olduğu tam olarak tanımlanmamış… Aslında bu dava aynı zamanda bu dijital şirketler, Silikon Vadisi için tekelleşme-rekabet ne demek? Bunların da tanımlanacağı bir süreç olacak… Bu da Facebook’la başlayıp Youtube’un Google’dan koparılması… Periscope’un Twitter’dan koparılması… Amazon’un Kindle’dan koparılması ya da Amazon Web Services’in ayrı bir şirkete dönüştürülmesi gibi, birçok şeyi beraberinde getirebilir. Çünkü aslında baktığımızda evet çok net bir şekilde, bu şirketlerin hepsi birer tekel haline geldi ve belki ekonomik anlamda etik rekabeti tamamen ihlal edecek şeyler yaptılar. Dürüst olmak gerekirse, bunun internet açısından, bizim açımızdan olumlu olacağını düşünenlerden birisiyim. Çünkü bu devleşme, aynı zamanda aşırı umursamaz olmalarına ve bize zarar verecek birçok şeyi hasıraltı etmelerine sebep oldu.
Yaprak Özer: Araştırmalarda sosyal medyada emoji ya da kısaltmalar yerine full içeriğin, samimiyetin, şeffaflığın, bir de pandemiden sonra dokunma ihtiyacında yükselişi gözleniyor… yorumlayabilir misiniz?
Ahmet Sabancı: Kaçınılmaz olarak oldu bu… İnternet üzerinden iletişim kurmaya bir anda mecbur kalınca, işimizi yapmak için, ailemizle arkadaşlarımızla görüşmek için, oradaki iletişime orada kurduğumuz sosyal ilişkilere bakışımız da değişmeye başladı.
Farkındalık oturmaya başladı ve yavaş yavaş tavrımız, iletişim kurma şeklimiz, diyalog kurma şeklimiz de buna uyum sağlamaya başladı. Bir yandan da belli bir kesim için kimle iletişim kurduğumuz konusunda daha seçici olmaya karar verdik. Buraya bakışımız değişti. Burada kurduğumuz ilişkilere bakışımız değişiyor, çünkü mecbur kaldık.
Yaprak Özer: Hep aynı insanlarla oturup kalkmayacak mıyız eskiden olduğu gibi kendi dar çevremizle… büyük açılım yerini kapanmaya mı bırakıyor…
Ahmet Sabancı: Yok aslında… O kapanma çok da böyle zaten açık olan yerlerde olmuyor. Kapanmak için seçtiğimiz başka yerler var. Gerçekten yani sadece yakın çevremizle ya da kendi arkadaşlarımızla konuşmak istediğimizde, WhatsApp grupları kuruyoruz; işte iMessage, Telegram grupları kuruyoruz kapalı iletişimi orada yapıyoruz. Ama public olanda herkese açık olanda da nasıl davranacağımız konusunda kimlere zaman ayıracağımız konusunda daha seçici olmaya başlıyoruz. Belki bu sayede yavaş yavaş trollerin etkisi azalmaya başlayabilir.
Yaprak Özer: Yerel gazeteciliğe yer var mı?
Ahmet Sabancı: Bence yerden de öte, ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum çünkü Türkiye’de gözlemlediğim sıkıntılarımızdan birisi, gazeteciliğin haberciliğin büyük haberlere odaklı olmasından dolayı, yaşadığı şehirde ne olup bittiğini insanlar okuyacak mecra bulmakta zorlanıyorlar. Bu sefer de her şeyi sadece ülkedeki büyük gündem üzerinden düşünmeye başlıyoruz. Yerel gazetecilik biraz daha ön plana çıkarsa, hayatımızı büyük siyasete büyük gündeme endeksli olmasından koparabiliriz ve kendi yaşadığımız yere dönüp bakıp, belki oraya daha fazla faydalı olabiliriz.
Yaprak Özer: Dijital aktivizme bakalım biraz da…
Ahmet Sabancı: Dijital aktivist çok eskiden kalma sıfatlardan bir tanesi çünkü özellikle 2010 ve sonrası dönemde, Alternatif Bilişim Derneği’nin içerisinde internet yönetişimi, sansür, gözetim ve internetteki özgürlükler üzerine aktif bir şekilde çalışıyor, kafa yoruyor, bu konuda yazıyordum. Uluslararası konferanslara katıldım. Bu konuda bir şeyler üretmişliğim var. Hala takip ediyorum. Açıkçası aktivizmim şu anda genellikle önemli bulduğum şeyleri paylaşmakla sınırlı kalmış durumda…
Yaprak Özer: Aktivist olunca mutlaka reaksiyoner mi olmak lazım?
Ahmet Sabancı: Reaksiyonerden de çok, o konunun üzerine daha fazla üretebilmek… Örneğin teknik mevzularda daha fazla kafa yorup, bu konuda belki bir teklif de sunabilmek… Aktivizme sadece bir olana tepki vermekten öte, daha iyisinin nasıl olabileceğine dair düşünmek şeklinde yaklaşmayı tercih ediyorum. Birilerine tepki vermektense o tepkide kalmayıp, daha iyisi ne olabiliri söyleyebilmek…
Yaprak Özer: Söylemler çok değişiyor; pozitif iletişim, olumlama konusunda ciddi bir çaba gözlesem de bizde hala negatiften beslenme söz konusu. Siz de görüyor musunuz pozitif kavramının prim yaptığını?
Ahmet Sabancı: İnsanların buna ihtiyaç duyduğunu gözlemliyorum. Bir şeyleri salt eleştirmenin ötesinde, bunu çözmek için ne yapabileceklerini de duymak istiyorlar. Bunu çözmek için neyin mümkün olduğunu da duymak istiyorlar bir noktada… Bu ihtiyaç beraberinde bir primi getirir mi getirmez mi? Şu an yeterince prim yapıp yapmayacağını söylemek için henüz erken…