'Kur sorunu, enflasyon ve markalaşma...'
Döviz kurlarının sakinleştiği ve Borsa İstanbul’a da yavaş yavaş alım geldiğini geçen hafta gözlemledik. Enflasyon oranlarının yüksek açıklanmasından sonra, uzmanların Merkez Bankası’nın faizleri düşürmeyeceği konusunda ağız birliği etmesi, piyasanın da buna inanması, siyasetten de ters bir açıklama gelmemesi gerginliği azalttı diyebilirim.
Döviz rezervlerinin artırılması konusunda adımlar atılırsa daha da rahatlayacağız diye düşünüyorum. Mahfi Eğilmez Hoca, ağustos ayında IMF’den rezervlere 6.4 milyar dolar giriş olacağını yazmış geçenlerde. Özetle, SDR tahsislerinden doğan bu meblağ ile net varlıklarda eksiden artıya dönmeye başlayacağımızı ümit ediyorum. Ancak daha önümüzde çok yol var.
Cari açıkla alakalı olumlu gelişmelerin de olması lazım elbette. Ancak petrol fiyatlarının 80 Dolara doğru atak yapması beni biraz düşündürüyor. Diğer taraftan tarım, metal emtiasında da fiyat artışları devam ediyor. İthal ettiğimiz hammadde ve ara mallarındaki fiyat artışları, cari açık-büyüme yapısal sorunu sebebiyle döviz kurları ve nihayetinde enflasyon üzerinde etkili oluyor.
Maalesef, Türkiye’nin döviz kurları ile imtihanı yeni bir durum değil. Yalın Alpay ile yazdığımız “Olaylarla Türkiye Ekonomisi” kitabında döviz krizleri önemli bir yer tutuyor diyebilirim. Ancak meselenin sonuçlarıyla değil sebepleriyle uğraşmak gerekiyor diye düşünüyorum.
"Sorunların çözümü de aynı yerde..."
Peki ithalatımızın çok önemli bir kısmını oluşturan ara mallarını ithal etmek yerine, Türkiye’de üretsek döviz baskısından kurtulabilir miyiz ? Kesinlikle evet. Ancak bu malların Türkiye’deki üreticiler rekabetten hoşlanmıyor. Sayısız defa nihai mal üreticileri ve ara malı üreticileri arasındaki tartışmalara şahit olduğum için bu kanaatim kesinleşmiş durumda diyebilirim. “Sanayicileri korumak” adına atılan adımlar üzülerek söylemem lazım ki, “seçilmiş iş insanlarını iç rekabetten korumak” haline dönüşmüş durumda. Dış rakip istemedikleri belli ama iç rakip yaratmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Böylece kendi bölgelerinde monopol, ülke içinde de oligopol haline gelmiş durumdalar.
Sanayi ve Ticaret Odalarında bu isimler hakim durumda ve sadece ekonomik değil siyasi güce de sahipler. Hükümetler değişiyor ama bu isimler hiç değişmiyor. Türkiye’den marka çıkmamasının sebebi de aslında bu durum. Türkiye'deki ara malı üreticileri dünyadaki rakiplerine göre ölçekte küçükler ve bunun acısını mal sattıklarından çıkarıyorlar.
Nihai malları satanlar hammadde ve ara malını öncelikle bu firmalardan tedarik etmek sonra da kalan kısmı yüksek gümrük vergileriyle ithal etmek mecburiyetinde oldukları çok düşük kar marjlarıyla “günlük” yaşamayı gelenek haline getirmiş haldeler. “Büyük düşünmene gerek yok, biz senin yerine düşünürüz” diyenler sebebiyle alternatif yaratamayan yerli sanayinin yurt dışında fabrikaları taşımalarını ayıplayanlar bence bu durumu benim verdiğim detaylarla bir kere daha düşünsünler.
Türkiye’nin ne dış ticaret rejimi ne de vergi rejimi marka yaratmak için uygun ortamı yaratmıyor. Siyasi iradenin bu durumun farkında olduğunu tahmin ediyorum. Ancak 50 yıldır bu konuda toplum menfaati lehine şahsi menfaatleri sınırlayan bir adım atılmadı desem yanlış olmaz.
Bu anlattığım durum döviz kurları üzerindeki baskının sebeplerinden sadece biri. Daha tarım, hizmetler, bankacılık tarafındaki çarpıklıklar da var. Fırsat oldukça bunları da anlatacağım.