Kur Korumalı Mevduat’tan çıkış
Alaattin Aktaş DÜNYA’da dünkü yazısında, Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) kurda son günlerde yaşanan sakinlik nedeniyle hesap sahipleri açısından cazibesini yitirmesi ihtimalinden söz ediyordu. Hesap sahipleri açısından sevimli değil ama tüm ekonomi açısından baktığınızda hoş bir gelişme olur. Bir koşulla: KKM cazibesini yitirirse dövize yöneliş olmamalı.
Ekonomideki dengeler öyle altüst oldu ki, olumlu sayılabilecek bir gelişme anında başka yerleri bozabiliyor. Nasıl bozmasın? Enflasyon hedefi yüzde 5, enflasyon ise yüzde 20 düzeyindeyken yüzde 19 olan politika faizi Eylül 2021’de indirilmeye başlandı. Aralık ayındaki toplantıdan sonra artık politika faizi Eylül’e göre beş puan daha düşüktü. Kur gökyüzüne sıçrayınca naçar KKM devreye sokuldu. Enflasyon azdı. Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın faiz indirimi kredi faizlerine (yeterince) yansımadı. O zaman neden yapılmıştı faiz indirimi? Üstelik kredi alanların bir kısmının dövize yöneldikleri görülüyordu. Hemen makro ihtiyati tedbirler devreye girdi. Geldiğimiz noktada çok düşük faiz, çok yüksek enflasyon, sakin bir kur, düzgün çalışmayan bir kredi piyasası ve bütçeye gelen aşırı yük var.
Son derece açık ki KKM belasından kurtulmamız gerekiyor. Bunu, şu andaki kur sakinliği sonucu azalmakta olan cazibe kaybı ile sağlayamayız. Çünkü kurdaki sakinlik, çalışmayan kredi piyasası, tasarruf sahibinin ne yapacağını bilememesi, yüksek enflasyon ve altüst olan dengeler pahasına sağlanıyor. Nasıl kurtulacağız bütçeye büyük yük getiren KKM’den?
Şu anda çok yüksek olan risk primini (CDS) normal bir düzeye yaklaştıracak bir süreç gerekiyor. Ancak kapsamlı bir ekonomi programı ile mümkün. Daha önce böyle bir programın ana hatlarının nasıl olması gerektiğini defalarca yazdım. Başka iktisatçılar da benzer önerilerde bulundular. Seçim sonrasında böyle bir program tasarlanıp uygulamaya konulabilirse, riskin giderek azaldığı ve döviz kurunun önce sakinleştiği sonra da liranın bir miktar değerlendiği gözlenecek. Aynı süreçte enflasyonun da düştüğünü göreceğiz. Bu programın bir ayağı, şüphesiz para politikasına dayanacak. Seçim sonrasında ciddi bir ekonomi programı açıklanacağını varsayalım. Program açıklandığında enflasyon yüzde 70 düzeyinde olsun. Nasıl bir faiz politikası izlemeli Merkez Bankası? Faizi illa mevcut enflasyonun üzerine mi çıkarmalı?
Bu sorunun yanıtı programın itibarı ve dolayısıyla bir çırpıda risk primini ve döviz kurunu ne kadar düşürebileceği ile ilgili. Karşılaşılabilecek iki önemli sorun var. Birincisi, program açıklandığında Merkez Bankası da yeni politika faizini açıklamak zorunda. Dolayısıyla, düşen riske ve kura atıf yapamaz; bunların düşeceğini belirtebilir. Bu durumda, politika faizinin mevcut enflasyonun altında bir düzeye çıkarılmasının tüm programın itibarını olumsuz etkileme ihtimali var. Güçlü bir iletişim politikasıyla bu ihtimal azaltılabilir. Ancak itibar kaybı riski yüksekse politika faizinin mevcut enflasyona yakınlaştırılması gerekir. Bu durumda, sonraki toplantılarda faizin daha hızlı aşağıya çekileceğinin mesajı verilebilir. Unutmamak gerekiyor; kredi piyasası şu anda düzgün çalışmıyor. Merkez Bankası faizi rasyonel bir düzeye çıkardı diye, belirsizlikleri azaltan ciddi bir ekonomi programı varken, kredi arzının ve talebinin daha olumsuz bir düzeye düşmesi az ihtimal. İkinci risk ise bankaların mevcut uygulamalar nedeniyle tutmak zorunda oldukları çok düşük faizli Hazine tahvillerinin sıçrayan faizle birlikte değerlerinin düşecek olması. Bankacılık sektörünü zayıflatabilir böyle bir gelişme. Buna karşı da yapılabilecekler var.