Kültürlerin yozlaşması ve örgüt kültürü soruları

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Geçen hafta karmaşık bir konuya girdim: Kültür. Okurlarım bilirler tanımı olmayan şeyleri tartışmam. Veyahut önden bir tanım verir o tanım çerçevesinde tartışırım. O zaman kültür konusuna niye bulaştım?

Globalleşmeyle beraber işletmeler dünya sathına yayıldıkça değişik milletlere, coğrafyalara mensup kişilerle çalışma durumunda kaldılar. Yani ‘değişik kültürlere mensup’ ortaklar, personel ve işbirlikçilerle çalışır oldular. O tarihlerden başlayarak uluslararası işletmecilik gibi eğitim programlarında kültürler arası iş birlikleri konuları popüler oldu. Ortaya yarım milyondan fazla kaynak bulunduran bir yazın ve konuya özel ‘Cross Cultural Management’ dergileri çıktı.

Sanki neden bahsedildiği herkes tarafından biliniyormuşçasına, özellikle son zamanlarda, birçok yerde “bize ne oldu?” veya “kültürümüz yozlaşıyor” şeklinde yakınmalara ve çeşitli vesilelerle yöneticiler hakkında “kültürümüze uymuyor” şeklinde olumsuz veya “kültürümüzü yansıtıyor” şeklinde olumlu değerlendirmeler yapıldığına şahit oluyorum.

Çağımız iletişim çağı diyoruz ya evvel Allah iletişimden içimiz şişiyor. Hele akıllı telefonunuz varsa memişhane dahil her yerde iletişim halindeyiz. Öyle haberler alıyorsunuz ki çoğu kez “Yok artık” demekten başka çareniz kalmıyor. Tarafgir veya bitaraf hangi basın-yayın kuruluşunu elinize alırsanız alın haberlerin çoğunluğu “Bu ülkenin kültürüne ne oldu? Nasıl değiştik?” sorusunu sorduruyor. Bizden sıkıldınız veya ümidinizi kestinizse sizde tüm Dünya gibi ABD’nin demokratik cumhuriyet kültürüne ne oldu? Nasıl değişti?” diye soranlara katılabilirsiniz. Bu iki sorunun cevabı ve de cevabın pratik sonuçları işletmeciler için önemli. Yoksa bu geniş konuya fazla girmeye niyetim yok.

Kültüre ne olduğunu merak edenlerin yanı sıra ‘örgüt kültürünün önemini anlatan yazı ve söylemler de var. Kaybettiğimiz kıymetli dostum ODTÜ eski rektörü Ahmet Acar hakkında yazdığım yazıda kendisinin ODTÜ kültürüne sahip biri olarak “Kıymetli dostum, meslektaşım Ahmet Acar’ı kaybettik. Bizler kendisini bir arkadaşımız olmanın ötesinde ODTÜ’lüler olarak her zaman hatırlayacağız. ODTÜ’yü ODTÜ yapan kişilerden biriydi. Yani duyduğumuz gururun yaratıcılarındandı” demişim.

ODTÜ’lülerin çoğunluğu Üniversitenin, benim de birinci elden şahit olduğum 1964 yılından başına gelen birçok sıkıntıdan ‘ODTÜ ruhu’ veya ‘ODTÜ kültürü’ denilen örgüt kültürü sayesinde kurtulduğuna inanır. Yani, ‘örgüt kültürü’ denilen şeyin bir örgütü koruyabileceğine, problemlerin halline katkıda bulunacağına dair bir tez vardır.

Gelgelelim ben ne bir toplumdaki başat kültürün ne de bir örgütteki ‘örgüt kültürünün’ tatmin edici bir tanımını bilmiyorum. Aslında kültür kavramının tanımı yok doğru değil. Tam tersine birçok tanımı var. Vaktinizin bol olduğu bir sıra ‘kültürün’ tanımlarına bir bakın. Geçen hafta verdiğim, tanım sayılmayacak basitlikteki,

1) Batı kültürü,

2) Doğu kültürü;

3) Latin kültürü;

4). Ortadoğu kültürü;

5) Afrika kültürü,

gibi listelemelerin yanı sıra daha ‘bilimsel’ ve geniş tanımları da var.

Söz gelimi birçok kaynakta kültür denince toplumlardaki sosyal davranış biçimleri, uyulması beklenen kurallar (normlar), bilgi, sanat, yasalar, adetler, beceriler ve bu toplumun mensubu kişilerin beceri ve huylarını da kapsayan şeylerin tümü anlatılmak isteniyor.

Bazı tanımlar daha da geniş. Sanat, müzik, dans, ritüeller, din, dil gibi ifadeler kullanılan aletler, yemek tercihleri, barınma biçimleri ve giyim tercihleri gibi teknik şeyleri de kültür tanımına dahil edenler var. Kültürü maddi ve manevi öğeler olarak iki ayrı açıdan tanımlayanlar da var. Bu tanımlarda maddi kültür öğeleri kültürün fiziksel tanımını yapan teknoloji, mimari ve sanat manevi kültür öğeleri ise sosyal örgütlenme ilkeleri, sosyal ve siyasi kuruluşlar, mitoloji, felsefe, yazılı ve sözlü edebiyat ve ilim olarak sıralanıyor. Sizin anlayacağınız akla gelen (hatta gelmeyen) her şey kültür kavramının şu veya bu tanımına giriyor.

Bu tanımların dışında benim en azından ilginç bulduğum bazı sınıflandırma/tanımlar da var. Bunlardan bir tanesi kültürü bir öğeler listesi olarak tanımlamak yerine bir toplumdaki insanların neyi yapıp neyi yapmamaya karar verirken kullandıkları normlar cinsinden sınıflandırma. İlgili yazın araştırmacıları iki türlü̈ kültürden bahsederler: Utanç̧ Kültürü̈ ve Suç̧ Kültürü̈.[1]  Bakın bu konuda 2017 yılında neler demişim: “Ellili yıllarda Judeo-Christian yani Musevi-Hristiyan kültürler denilen çoğu endüstri devrimini çoktan tamamlamış̧ batılı ülkeler suç̧ kültürlü̈, genellikle doğulu daha endüstri devrimini bir türlü̈ yakalayamamış̧ ülkeler utanç̧ kültürlü̈ ülkeler olarak tanımlanırdı.

Bu yazına göre suç̧ kültürüne sahip insanlar bazı işleri yasaya, töreye vesaire kurallara uygun olmadıkları için yapmazlardı. Utanç̧ kültüründe olanlar ise bir şeyin yapılıp yapılmamasına bu işi yapanın eylemi sonucu utanıp utanmamasına göre karar verirlerdi. Yapılan iş utanılacak bir şey değilse yasaya, etik ilkelere, vesaire kurallara uygun olup olmaması önemli sayılmazdı. Bunun da kaçınılmaz sonucu ‘utanç̧’ verici hareketlerin “bunda utanılacak bir şey yok” olarak algılanması için ya başkaları tarafından görülmemesi veya aynı hareketi başkalarının da yapmasının yeterli olmasıydı.

Suç̧ kültürlü̈ insanlara göre yaptıkları iş; yasak, kanun dışı, hatta ahlaksız sayılabilirdi ama herkes yapıyordu veya kimse görmemişti dolayısıyla utanılacak bir şey değildi. Hatta bilinse bile başkaları da yaptığı için utanılacak bir şey yoktu. Suç̧ kültürlü̈ insanlar bu işleri yapmakta bir sakınca görmezlerdi. Suç̧ kültürlü̈ biri kırmızı ışıkta ortada kimse yoksa bile geçmez, utanç̧ kültürlü̈ biri kimse görmüyorsa veya başkaları da geçiyorsa geçerdi.”

Bu tanımlara tanım demek pek kolay değil. Bir kısmı hiçbir şey demezken bir kısmı o kadar geniş ki ayırt edici bir özelliği yok. Halbuki tanım dediğiniz şey tanımlananı ayırt etmek için kullanılan bir ifadedir. Ayırt etmeyen tanım bir işe yaramaz.

Birçok tanımın olması konuda inceleme yapmayı kolaylaştırmıyor da. Söz gelimi, herkesin şikâyet ettiği varsayılan kültürel yozlaşmayı açıklamıyor. Söz gelimi yüksek ahlaklı olduğu iddia edilen Müslüman! Türk toplumunda gazetelerin manşetlerini işgal eden iğrenç haberlerin nedenini araştırmak verilen bunca tanıma göre kolay olmuyor. Hem ülkenin başat kültürünün hem örgüt kültürlerinin yozlaştığı iddia ediliyor ve öyle de gözüküyor ama bunun nedeni pek tartışılamıyor.

Bence bu sıkıntı suni bir sıkıntı. Özellikle bir toplumun başat kültürü ve bu kültürdeki değişiklikler tartışılırken iki şey birbirine karışıyor. Şaşkınlık ve hayal kırıklığının esas nedeni bu. Toplumların özellikle bizim birçok konuda olduğu gibi bir olmasını istediğimiz kültür ile gerçekte var olan kültürü birbirlerine karıştırdığımız kanısındayım. Şimdi kaldırılan okulda her sabah bağıra bağıra söylediğimiz “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sloganının olmasını istediğimiz şey mi yoksa olan bir şey mi? Olduğunu bir düşünsek iyi olur. Aynı şekilde ABD’de Trump isimli kişiye ABD’nin temel değerleri olduğu ileri sürülen doğruluk, demokrasi, edep falan gibi hasletlere sahip olmadığı alenen belliyken ülkenin yarsının iki kere 70 milyonun üstünde oy vererek destek çıktığı için sorulan “ABD’nin kültürü” bu mu? Sorusunun cevabı da aynı. “Evet” ABD’nin kültürü bu. Hep öyleydi de biz farkında değiliz. O nedenle kültürlerde bir yozlaşma yok. Tedavi edilmemiş hastalıklar var.

Örgütlerin, söz gelimi ODTÜ’nün eski-yeni mensuplarının, ben dahil, zırt vırt övündüğü ‘ODTÜ kültürünün’ de tatmin edici bir tanımı da yok. Ben şahsen bir tanıma gerek olduğu kanısında da değilim.

İş hayatım oldukça başarılı geçti. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında irili ufaklı üst düzey yöneticilik yaptım. Örgütler kurdum, olan örgütlerin önemli değişiklik projelerini yönettim. Olumsuz şartlar altında dahi sanıyorum bir başarısızlığım olmadı. Başarımı borçlu olduğum şey hemen hemen her zaman iş arkadaşlarımın desteği, ekip halinde çalışma isteği ve temel sorumluluk anlayışlarıydı. İsterseniz örgüt kültürü diyebilirsiniz. O nedenle doyurucu bir tanımı yok dediğim ‘örgüt kültürünün’ önemini inkâr edemem.

Son görevimden emekli olduğumdan bu yana on yılı aşkın bir zaman geçti. 20 yıl önce asistan, sekreter yardımcısı olarak işe aldığım beş-on kişi dahil, yine işe aldığım uzmanlardan oluşan beraber çalıştığım 20-25 kişilik kadronun bir kısmı emekli oldu. Bir kısmı kendileri terfi ederek yöneticilik yapmaya başladılar. Bir kısmı başka örgütlere gittiler. Ancak ne birbirleriyle ne benimle kurdukları bağ kopmadı.

O zamanlar yirmi değişik ülkeden gelen bu kadar kozmopolit bir kadronun böyle çalışabilmesi bağlı olduğumuz UNCTD/WTO yönetiminin bile dikkatini çekmiş ve gayrı-resmi iltifatların yanı sıra resmi taltifler de almıştık. İşin ilginç yanı bu iltifatları paylaştığım elemanlar bunun neden milletin dikkatini çektiğini pek anlamayıp kendi stillerinin alternatifinin olmadığına inanmalarıydı. Neyse, bu tür bir gurupla çalışma fırsatı bulan örgüt yöneticileri ne demek istediğimi anlamışlardır. Eminim hepsi bunun iş hayatlarının en akılda kalacak deneyimlerinden başta geleni olduğu yönündeki değerlendirmeme katılacaklardır.  Hepinize böyle bir ‘örgüt kültürü’ nasip olmasını dilerim.

Kültürler neden yozlaşıyor? Sorusunun cevabını acaba boşuna mı arıyoruz? Belki de ortada bir yozlaşma yok. Biz şimdi görebiliyor ve duyabiliyoruz. Bu yoz denilen bozukluklar hep vardı. Hiç meseleye böyle baktınız mı?

Bir de örgüt kültürü nedir sorusuna değinip konuyu kapatalım. Onu da çok aramayın. Şu ihtiyar yaşımda şunu anladım hayatım boyunca gerek ODTÜ ve gerekse benim talihim olan çalıştığım diğer iş yerlerinin çoğunluğunda beni başarılı kılan örgüt kültürleri aslında üniversal değerlere sahip olan kişiler bir araya geldikleri için oluşmuştu. Dürüstlük, yalan söylememek, işini daha iyi yapabilmek için kendini yetiştirmek, iyi niyet, çalışkanlık, itimat, eleştirel bakabilmek ve eleştiriye açıklık (aydın olmak) gibi hasletlere sahip elemanlardan oluşan bir örgüt övünebileceğiniz örgüt kültürünü yaratacaktır. Çok uğraşmanıza gerek yok. Kısacası örgüt kültürü dediğimiz şey örgütü oluşturan elemanların temel değerleridir diyerek bu konuyu kapatayım.

Sağlıcakla kalın

Dipnot: 

[1] Osman Ata Ataç, Utanç  Temelli Patrimonyal Kültür, İşletmecilik Sohbetleri, Dünya Gazetesi, 24 Mayıs 2017.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
İzahat 11 Ekim 2023
Rekabet 04 Ekim 2023
Özür ve devam 27 Eylül 2023
Benchmarking 30 Ağustos 2023
Bencmarking 23 Ağustos 2023
Kontrol 16 Ağustos 2023
Denetim 09 Ağustos 2023
Tırışkadan işler 02 Ağustos 2023