Kuan Tzu’dan utanmalıyız

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Oksijen gazetesinin 3-9 Mart günlerini kapsayan 112’inci sayısında Bekir Ağırdır’ın yazısından iki paragraflık bölümü ödünç alacağım:

“KONDA Veri Ambarı’ndaki verilerden yola çıkarak şu bulguya dikkatinizi çekeyim: Toplumun ortalama gelecek algısı 9 yıl. Hele 18-30 yaş grubundaki genç insanların yalnızca yüzde 26’si ‘gelecek’ deyince 10 yıldan fazla süreyi hayal edebiliyor. Yüzde 10’u için ‘gelecek’ önümüzdeki 12 ay, yüzde 16’sı için 1-3 yıl, yüzde 20’si için 3-5 yıl, yüzde 27’si için ise 6-10 yıl demek. Ki bu araştırma ekonomik buhranın, deprem öncesinin araştırması, bugün sorsak muhtemelen gelecek algısının daha da kısaldığını göreceğiz.

Tüm bu sorulara karşın gelecek tanımından emin olduğumuz bir küme var, siyasetçiler. Siyaset için gelecek 72 gün sonraki seçim. Hatta milletvekili olmak isteyenleri için 40 gün veya daha az. Çünkü bir kısmı seçimi de değil, liderinin ismini seçilebileceği sıradan listeye yazdığı günü bekliyor olacaktır. Yine de itiraf edelim ki ülkedeki her şey beş kişiden üçü için gelecek veya daha doğru tanımıyla geleceğin miladı kabul edilen gün seçim günü”

Yıllar önce Fethiye’den Muğla’ya doğru giderken soluklanmak için uğradığımız kahvede masanın üstündeki camının altında iri harflerle yazılan, zihnimde diri kalan cemle şöyleydi : “ Büyük liderler, devlet insanları gelecek nesli; sıradan politikacılar ise bir sonraki seçimi düşünür!” 

Bekir Ağırdır’ın paylaştığı sayısal verileri, hepimizin kendi yaşam deneyimlerimizden sağladığımız birikimlerle analiz edersek, ülkemizde bir sonraki nesli düşünme yerine, günü kurtarma eğiliminin tehlikesi karşısında irkilebilir; bir şeyler yapabilmek için kendimizi motive edebiliriz.

Ağırdır’ın paylaştığı verinin zihnimde çağrıştırdığı düşünceler, çağımızın petrolü olarak tanımlanan “verinin” üç bileşenini kavranmasının önemi oldu: Birincisi gözleme, izleme, ölçme ve sayıya dökme. İkincisi, insanların daha önce zihinlerine yerleşmiş yargıları değiştirerek, onları yeni duruma daha kolay ikna etmek için kullanılan görseller. Üçüncüsü de, adlar, kavramlar, terimlerden türetilen düşünceler örüntüsü olan sözel anlatımlar. Verinin üç bileşenini bir araya getirip sorgularsak zihni modellerimizin varsayımlarını değiştirebiliriz; o zaman daha önceki “gerçekliklerimiz” de değişebilir. Gelinen bu noktada, çok tehlikeli bulduğumuz toplumun dinamik kesimlerinin de “umudunu yitirmesi” ve “inisiyatif ” alamaması konusunda ne yapmamız gerektiğini sorgulayalım.

İki alanda sınıfta kaldık

Lisa Feldman Barrett’ın “Beynimizin Parmak İzleri” kitabında, “Beyniniz, hayatınız boyunca kullandığınız okuma deneyimlerinizden elde ettiği olasılıklara dayanarak okuduğunuz her kelimeden sonra gelecek sıradaki kelimeyi tahmin etmeye çalışıyor. Kısaca şu an yaşadığımız deneyimi beynimiz az önce tahmin etmişti. Tahmin etmek, insan beyninin öylesine temel bir aktivitesidir ki bazı bilim insanları onu beynin birincil çalışma prensibi olarak görmektedir” saptamasını yapıyor.

Beynimizin tahmin ederek “deneyimlediğimiz dünyayı kurguladığını” biliyoruz.

İnsanların dikkat süresinin 20 dakikadan 4 dakikaya indiği değişik kaynaklarda yer alıyor. KONDA’dan Veri Ambarı’ndaki bulgular da ülkemizde “gelecek beklentisi ve beklenti yönetimi” konusundaki önemli bir çıkmazı açık ve net olarak gösteriyor. Hepimiz, kısa bakış açılarının, günü kurtarmanın, “…miş gibi” yapmanın “toplumsal baskısı” altındayız.

Yaşadığımız büyük doğal yıkımlar ve kargaşayı artıran yönetim sorunları, yaşam örgütlenmesinin iki temel alanında yetersiz kaldığımızı kanıtlıyor: Öngörme ve önlem alma, gözetim ve denetim disiplinlerinde eksiklerimiz.

Vasatlığı besleyen ve ondan nemalanan toplumlar, faiz, kur, borsa ve siyaset tartışmaları gibi güncel, kısa dönemli, çok da üretken olmayan alanlara ilgilerinin yüzde 90’ını ayırırken; öngörme-önlem alma, gözetim ve denetim disiplinine ilişkin eksikliklerini sorgulamaya gereken emek, zaman ve kaynak ayırmıyor. Büyük yıkımları yaşadığı zaman gündemin ilk sıralarına yerleşen beklenti yönetimi ve gelecek inşası kaygıları kısa zaman sonra unutuluyor.

Boşlukları kurumlarla doldurabiliriz

Doğal olaylar ve toplumu gelişmiş ülkeler kervanına katabilecek kalkınma sorunlarımız “ beklenti yönetimi” ve “gelecek inşası” konusunda gözlenen “kısa dönemli bakışların” yarattığı açıkları büyüdükçe büyütüyor. Açıkları kapatmanın yolu, “kapsayıcı kurumlar” oluşturma ve işlevsel hale getirmeyi gerektiriyor. Toplumsal boşluklarımızı doldurma konusundaki talepleri izleme, gözleme ve katılma konusunda “kritik kitlenin yaratılması” önemli sorunlarımızdan biri. Kurum yapılandırma ve işlerliğini sağlama konusu en az faiz, kur, borsa ve siyaset kadar önemsenmeli, özellikle medyanın kamusal sorumluluğu bağlamında bu konuda gündem mutlaka gözden geçirilmelidir.

“Ciddi fikirlerin yerine sloganların konması”, yedi büyük günahtan biri olan “açgözlülük ve sorumsuzluk” ve “gelecek inşa etme iddiası bulunan lider eksikliği” toplumlarıngelişmesinin önündeki büyük engeller.

Tartışma gündemlerimizi sorgulamanın tam zamanıdır. Zamanın ruhu, küresel olay ve olguları, hükümetlerin kararlarını, işgücü piyasasındaki gelişmeleri, nüfus hareketlerini, geleneklerin geliştiren ve engelleyen unsurlarını ve teknolojinin etkilerini iyi okumamızı gerektiriyor.

Günümüzden yaklaşık 2 bin 500 yıl önce yaşayan, “Bir yıl sonrasıysa düşündüğün tohum ek. On yıl sonrasıysa düşündüğün ağaç dik. Bin yıl sonrasıysa düşündüğün, halkı eğit o zaman” diyen Çinli şairden utanmalıyız. Utanmasını bilmek, kuluçkaya yatmak gibidir; iyi şeyler doğmasına vesile olabilir…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar