Kriz, demokrasi ve diktatörler
Dünya ekonomisi yeni bir krize girmenin sınırlarında dolaşıyor. Krizin kaynağı pandemi sonrası ortaya çıkan gelişmeler. Bunların en önemlisi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme girişimi. Rusya, tek başına dünya topraklarının %10,9’una sahip. Nüfusu ise 145 milyon. Çin dünya topraklarının %6,5’ine sahip, aynı zamanda 1 milyar 412 milyonla en fazla nüfusa sahip ülke. Yani karşımızda devasa iki ülke var. Bu ülkelerden Rusya, Ukrayna’nın topraklarına göz dikti. Ukrayna ümitsiz bir savaşı tek başına sürdürüyor. Rusya savaşta diğer ülkeleri de nükleer silah kullanmakla tehdit ediyor. Çin ise yanı başındaki küçücük ada ülkesi Tayvan’ı ele geçirmenin peşinde. Bununla da yetinmiyor, Afrika’nın neredeyse dörtte üçünü satın alma yoluyla ele geçirdi. Afrika’nın yoksul, aç insanlarını köle gibi çalıştırıyor.
Rusya yürüttüğü saldırgan savaşta nükleer silah gücünün yanında petrol ve doğalgazı adeta silah gibi kullanıyor. Rusya doğalgazına bağımlı AB ülkeleri önümüzdeki kışı nasıl geçireceklerinin kaygısı içindeler. Çin, bir taraftan 3,3 trilyon dolarlık ihracatı ile küresel ekonomideki ağırlığını kullanıyor diğer yandan da ellinde tuttuğu 3,1 trilyon dolarlık çoğunluğu ABD tahvili cinsinden döviz rezervini boşaltacağı tehdidini savuruyor. Hatta kimi zaman özellikle ABD’de satın aldığı gayrimenkulleri de satıp (yabancılara sınırsız gayrimenkul satımının olası sonucu, belki bizim ülkemizdekiler de bunu görüp ders alır) gayrimenkul krizi yaratma tehdidinde bulunmakta.
İki diktatör ne yapıyor?
Bu yazdıklarımızdan iki ülkeyi süper güç olarak nitelendirmek yanlış. Dünya Bankası 2019 verilerine göre Rusya’da yoksulluk oranı %13,3, kırsal alanda oran %30’lara kadar çıkıyor. Gelir dağılımı bozuk. Kamuda yolsuzluk çok yüksek, rüşvet vermeden iş yapmak mümkün değil, oligarklar Putin ile birlikte Rus halkını kıyasıya sömürüyor. Bugünlerde birçok okuyucumun da televizyonlardan izlediğini tahmin ettiğim haberlerde görüldüğü üzere Rus oligarklar lüks yatlarla geziyor, futbol takımı sahibi (şimdilerde sattılar), batılı ülkelerin büyük kentlerinde lüks evler satın alıyorlar (Roma, Paris özellikle de Londra). Oligarşi sistemi yürütmek için sürekli dış güçler-düşmanlar tezi ile Rusyalıların milliyetçi duygularını kullanıyorlar. Bu sayede sömürü/yolsuzluklar hasır altı ediliyor.
Çin’de de benzer bir tablo var. Çin Komünist Partisi lideri Xi Jinping tek karar verici. Yoksulluk oranı %7 olsa da ülkede Rusya gibi yolsuzluk had safhada. 2021 yılı dünya yolsuzluk endeksinde 180 ülke arasında Rusya 136. sırada iken (sıralamada en alttaki ülkeler yolsuzluğun en yüksek olduğu ülkeler olarak gösteriliyor) Çin de 66. sıradaydı. Türkiye 96. sırada Çin’den kötü. En iyi durumda olan ilk üç ülke Danimarka, Finlandiya ve Yeni Zelanda. Bizi sürekli kıskanan Hollanda 8., Almanya 10. Sırada. (https://www.transparency.org/en/cpi/2021).
İnşaat sektörü Çin’i krize sürükledi
Rusya savaş başlatarak kendi ülkesini krize soktu. Çin ise uzun yıllarda rüşvetin en çok döndüğü inşaat sektörünü desteklemenin bedelini ödüyor. Çin halkı ipotek kredisi alarak satın aldıkları inşa edilmemiş konutların tamamlanmaması nedeniyle sisteme başkaldırdı. Hükümet çareyi bu sektöre yeni krediler vermekte buldu ise de bu politika işe yaramadı. Müteahhitlere bu destek yetmedi. Çünkü eskiden olduğu gibi bol kredi yok, onlar batarken, fiyatlar düşüyor, ev sahipleri bitmemiş evlere ipotek ödemeyi reddediyor ve satılan mülklerdeki düşüş ve inşaat, gelir için arazi satışlarına dayanan yerel yönetimleri de çıkmaza sokmakta. Çin’de önümüzdeki günlerde hayalet kasabalar, uçak inmeyen havaalanlarının yanı sıra hiçbir yere gitmeyen yollar görürseniz şaşırmayın. Yani konut piyasasında tam bir güven çöküşü var.
Rusya ve Çin’i bu noktaya iki diktatör getirdi. Halkın bunlardan pek şikayeti olmadı. Çünkü demokrasi ile hiç tanışamadılar. Rusya’da Gorbaçov denedi olmadı. Rusya, Çar’ın ellinden kurtulduk derken yeni çarların kucağına düştü. Çin halkı da imparatoru ÇKP lideri ile ikame etti.
Bu yazdıklarım elbette batı yakası ülkelerini sütten çıkmış ak kaşık yapmaz. Ancak demokrasi kısmen de olsa işliyor. Kötü yöneten gidiyor. Hiçbir batılı ülkede Putin gibi 23 yıl başta kalan yönetici yok.
İki ülkeden ülkemiz için çıkarılacak ders çok. Bunu da size bırakıyorum.
Rahmetli Süleyman Demirel’in “yedi kere geldim, yedi kere gittim” demesi bir zamanlar ülkemizde de demokrasinin olduğunu göstermekte.
Demokrasi yoksa enflasyon var. Demokrasi yoksa dış güçler masalı ve soslu savaş var.
Okuma önerisi: Edward Miguel, Raymond Fisman, Ekonomi Haydutları-Yolsuzluk, Şiddet ve Ulusların Yolsuzluğu.