"Kredi notunu önemseyen kaldı mı?.."
Bir büyüğüm "toz dumanda ferman okunmaz" derdi. Birbirinden zorlu şartlardan geçerken, bulunduğumuz durumu tarifleyen açıklamalara dikkatimizi veremiyoruz. Dolayısıyla normal zamanlarda önemli bulduğumuz ne varsa, bugünlerde pek odaklanamıyoruz desek yanlış olmaz. Yine de es geçmemek lazım.
Geçen hafta Moody’s bir kez daha kredi notumuzu düşürünce oldukça ilginç bir ülke grubunun içinde bulduk kendimizi; “Moğolistan, Nikaragua, Nijer, Pakistan, Svaziland, Tacikistan, Kırgızistan, Moldova.”
Tabii ilk bakışta insan isyan ediyor. Ne finans sistemi ne reel sektör ne de ticaret bu ülkelerde bizimki kadar gelişmiş değil. Ancak sebep belli. Artan dış kırılganlık karşısında karmaşık ve etkili olmayan makro ihtiyati tedbirler. Türkiye'de bazı analistlerin “inat” olarak nitelendirdiği uygulamalar, yabancı kuruluşlar tarafından “hatalı” olarak adlandırılıyor. Bu konuda duygusallıktan uzak ve soğuk bir değerlendirme yaptıkları kesin. “Bu hastalık bu reçeteyle geçmez” deyip Türkiye'yi çok riskli ülkeler kategorisine dahil etmişler.
Aslında Moody’s 27 Mayıs’taki açıklamasında Türkiye’yi kredi notu konusunda yakın izlemeye aldığını söylemişti. O günden bugüne yaklaşımlarda değişiklik olmayıp şartlar daha da kötü hale gelince kredi notunun bir daha kırılması kaçınılmaz oldu diyebilirim. En son 2013’ye “yatırım yapılabilir ülke” seviyesinde nota sahip olan Türkiye’nin sadece sermaye hareketlerine yeşil ışık yakan notlamanın en dibine düşmesi başka zaman olsa kıyameti koparırdı. Ancak bugünkü şartlar altında ayrıntı haline geliverdi.
"Güven vermek kaynak vermekten daha önemli.."
Tabii, kredi notu seviyesinin bu hale gelmesinin ana sebebi sadece rezervlerin yetersizliği değil. “Acil önlem” adı altında piyasa ekonomisiyle uyuşmayan çok sayıda kararın yanında, sürekli değiştirilen ve sertleştirilen uygulamalar da söz konusu. Resmî Gazeteyi her sabah okuma alışkanlığı olanlar bile, bazı kararları anlamakta zorluk çekiyorlar. Enerji, perakende ve finansla alakalı birbirinden karışık ve birbiriyle çelişen mevzuat maddeleri yatırımcının hevesini kaçırıyor diyebilirim.
Peki, çare nerede? Kendimden örnek vereyim: Ara sıra üniversitede eldeki mevzuatı bir gözden geçiririz. Çünkü mutlaka bizden önceki dönemde ya da bazen de bizzat kendi dönemimizde acil bir duruma karşı çıkardığımız kural, sonraki dönemlerde anlamsız hale gelebiliyor. Hatta uygulamacının önünü de kesebiliyor. Bazen bir yönetmeliğin içindeki madde diğer başka bir yönetmelikte içleşebiliyor, aynı şey yönergeler için de geçerli.
Seçime kadar bunu yapılmasına pek imkan yok ama seçimlerden sonra mutlaka mevzuatın acilen gözden geçirilmesi ve sadeleştirmesi gerekiyor. Başta 32 sayılı karar ardından dış ticaret rejimi, vergi rejimi, perakende ile ilgili uygulamalar, e ticaretle ilgili düzenlemeler, bankacılık uygulamaları, banka harici finans kurumları ile alakalı uygulamalar topluca gözden geçirilmeli ve sakin zamanların ayarına geri dönülmeli diye düşünüyorum.
Bazı çözümlerin teknik değil, politik aynı zamanda psikolojik taraftan geçtiğini unutmamak lazım. Darboğaz anlarında eksilen haklar, tehlike geçtikten sonra tekrar vatandaşa iade edilmeli. Aksi takdirde piyasa kurallarının dışına çıkılmış olur ve istikrarı sağlamak mümkün olmaz.