Koronavirüsünden kaçış var mı?
Piyasalar şu anda bir “panik” dönemi geçiriyor. Bu gayet normal, çünkü hastalık son derece hızlı yayılıyor. Türkiye’nin de bu hastalıktan sakınması imkansız.
Maalesef Covid-19 koronavirüsünün yayılması geometrik bir hızda devam ediyor. Her ne kadar henüz Covid- 19 BM tarafından “pandemic” (küresel yaygınlıkta salgın hastalık) olarak ilan edilmediyse de, eli kulağındadır. En büyük problem hastalığın uzun olan kuluçka dönemi boyunca bulaşıcı olması. Neredeyse kimin virüs taşıyıp taşımadığını anlamak imkansız. Ayrıca, semptomların ağırlığı kişiden kişiye değişmekte. Hastalanan bazı kişiler rahatlıkla normal bir grip geçirdiklerini düşünebilirler. Hal böyle olunca da hastalığın kontrol altına alınması imkansıza yakın bir şey.
Tahminim daha önceki virüs salgınlarında olduğu gibi önce hastalığa direnci artıracak bazı ilaçların piyasada yaygınlaşması (chloroquine, favilavir ve remdesivir gibi). Bir aşının geliştirilmesinin ise en az 16-18 aylık bir süre alacağı tahmin ediliyor. Her ne kadar hastalıktan ölüm oranı düşükse de (50 yaşın altındakiler için %0.4 ve daha az), yapısı dolayısıyla virüsün mutasyon geçirme ve daha ölümcül olma riski de var.
Piyasalar şu anda bir “panik” dönemi geçiriyorlar. Bu gayet normal, çünkü hastalık son derece hızlı bir şekilde yayılmakta, her saat yeni bir coğrafyada yeni vakalar görülmekte. ABD tahvil faizlerinin rekor düşük seviyelere gerilemesi ve altın fiyatlarındaki artışlar bu sebepten. Gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye’nin de bu hastalıktan sakınması imkansız. (Özellikle, yaşam koşulları çok iyi olmayan mülteci kampları gibi komün yaşam yerlerinde daha hızlı yayılma ihtimali fazla.) Bu hastalıktan pek bir kaçış olmadığını, neticede bir çeşit ağır grip hastalığı olduğunu ve bununla bir şekilde yaşamak zorunda olduğumuzu idrak edene kadar bu panik havası devam edecek. Panik yatışana kadar da, bu durumun ekonomiler üzerinde çok ciddi etkilerini göreceğiz.
Tabii ki, ilk etki turizm sektöründe görülüyor. Türkiye açısından da oldukça tatsız bir durum. Çünkü bu seneki YEP’te 34.3 milyar dolar turizm geliri öngörülmüştü. Sırf kapıları kapattığımız İran’dan beklenen turist sayısı 2 milyon civarındaydı. Kruvaziyer turizminin ise özellikle etkilenmesi bekleniyor. Galataport’un açılmasına az bir süre kala böyle bir olayın meydana gelmesi talihsizlik.
Toplu taşıma araçları, konser- gösteri-spor salonları ve hatta AVM’ler ve restoranlar gibi insanların toplu halde bulundukları mekanlara olan ilgi ister istemez azalacaktır. Bu da, ulaşım, perakende ve hizmetler sektörleri açısından olumsuz bir durum şüphesiz.
Dünya ticareti de şimdiden etkilenmekte. Dünya ticaretinin önemli göstergelerinden Baltık Kuru Yük Endeksi geçen eylüldeki 2.500 değerinden 500’e düşmüş durumda. Tabii ki hem hastalığın oradan çıkmış olması, hem de dünya ticaretinden aldığı yüksek pay nedeniyle en çok etkiyi Çin görecek. (Zaten Çin-ABD ticaret savaşları nedeniyle büyüme hızında düşüşler yaşayan ve geçen sene yüzde 6.1 ile 1990’dan beri en düşük büyümesini gerçekleştiren Çin’in 2020 ilk çeyrek büyüme hızının yüzde 3’ün altına gerilemesi bekleniyor.) Ancak, artık pek çok üretimin küresel arz zincirleri ile birbirine bağlı olduğunu dikkate aldığımızda, bu durumdan her ülkenin az ya da çok etkilenmesi söz konusu olacaktır.
Kimsenin pek sözünü etmediği bir başka konu da bu hastalığın sağlık harcamaları ve hastaneler üzerine getireceği ağır yük. Toplumların önemli bir bölümünün hastalanması durumunda, bununla baş edebilecek altyapı ne Türkiye’de ne de dünyanın başka bir ülkesinde var.
Dünya büyümesinde meydana gelecek yavaşlama ile birlikte, zaten bu hastalıktan bağımsız olarak da sürdürülmesi beklenen gevşek para politikalarının daha da gevşetilerek devam ettirilmesi artık kesin gibi. Ancak, buradan “bu durum Türkiye’ye yarar, yurtdışından fon çekeriz” gibi bir çıkarımda bulunmamak gerekiyor. Bu sefer yatırımcılar tamamen “güvenli liman” güdüsüyle hareket ediyorlar. Ayrıca neresinden bakarsak bakalım, Türkiye’nin ekonomik göstergeleri yurtdışından yüksek miktarda yabancı fon çektiğimiz zamanlardan oldukça kötü. Hatta, oluşan bu yeni küresel konjonktürde, iç talepteki artış ve bunun döviz dengesi üzerindeki etkilerini daha da dikkatli takip etmemiz gerekiyor.